Pazar Altıncı Filo işleri bozdu "YANKEE GO HOME"

Altıncı Filo işleri bozdu "YANKEE GO HOME"

21.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Çocukluğum çok iyi geçti. Nadide arkadaşlarım vardı. Şu Erdekin bütün deniz kenarları ve ada bizimdi. Millet daha denizi bilmezdi, biz denize girerdik. Değişik kapanlarımız vardı, bunlarla kuş tutuyorduk ama kuş tutmak ne derece doğru veya yanlış, onu o zamanlar değerlendiremiyorduk. Şimdiki çocuklar apartman çocuğu biliyorsunuz. Biz hayatın her şeyinden zevk almıştık. Erdek de farklıydı o zamanlar. Her taraf bağ, bahçeydi. Sonra nedense bu bağları söktüler. Sadece zeytin ağaçları kaldı, o zeytin ağaçlarını da şimdi kesip bina yapıyorlar

Altıncı Filo işleri bozdu YANKEE GO HOME

İÇİMİZDEN BİRİ MEHMET ACU Giritten 1924teki büyük mübadele ile göçen bir ailenin çocuğu olarak Erdekte dünyaya gelir Mehmet Acu: "Dokuz kardeşiz. Evimiz baraka gibiydi. Hepimiz çalışmak zorundaydık. Ben simit ve leblebi satar, hamallık yapardım. Babamız taş ocaklarında çalışırdı. Büyük abilerimiz balığa giderdi. Annem çok hamarat kadındı. Hem ev işlerini yapar hem de zeytin toplardı. Hiç unutmam, bir akşam böyle sofrayı kurduk, ekmek yok. Yemek var da ekmek yok. Abim gitti, ekmek bulamadı. Ondan sonra bana görev verdiler. Başatlık denilen bölgede bir askeriye vardı. Oraya gittim, ilk gördüğüm askere dedim ki, Asker amca ekmeğimiz yok. Parasıyla. Bize bir ekmek ne olur. Bir ekmek buldu, otuz kuruş, parasını verdim, yıldırım hızıyla doğru eve (gittim). Tabii herkes sevindi o akşam... İkinci Dünya Savaşı 1939da başlamıştı. Ben o zaman altı yaşındaydım. Türk donanması en emniyetli yer burası olduğu için Erdek limanının içinde demirlemişti. Savaş süresince hep Erdekte kaldılar. O zaman fakirlik vardı tabii. Savaş döneminde, donanmada karneyle ekmek dağıtılırdı. Akşamları Yavuz gemisi yemek getirirdi ve fakirlere dağıtılırdı. Herkes gider, yemek alırdı. Ortalıkta Hitler diye laflar ediliyordu. Ben Hitleri çoğul bir ad gibi algılıyordum. Başka bir gezegenden gelip de bu dünyayı istila edecekler gibi geliyordu. Hepimizi öldürecekler, kesecekler, öyle algılıyordum. Büyüdükçe, aklımız erdikçe Hitlerin bir adam olduğunu öğrendik. Koca Erdekteki kahvelerde üç-beş tane aküyle çalışan radyo vardı. O radyolardan Almanların yıldırım hızıyla orayı burayı işgal ettiğini öğreniyorduk. Tedirgindik." GİRİT göçmeni bir ailede 1933 yılında, Erdekte doğar Mehmet Acu. Altı yaşında başlar çalışmaya. Simit ve leblebi satar önceleri. İlkokulu okuduğu yıllarda babası gibi tuğla ve kireç ocaklarında çalışır. Ağabeyleri gibi balıkçılık yapar daha sonra. 1951 yılında Erdekte taş çekerek başladığı şoförlük mesleğine, İstanbul Belediyesi Otobüs İşletmesinde devam eder. 1958 yılında TUSLOG-İstanbulda bulduğu iş, yaşamında önemli bir yer tutar. 1970 yılına kadar çalışır burada. 60lı yılların sonunda Altıncı Filonun gelişiyle tırmanan Amerikalılara ve Amerikan üslerine yönelik protestoların sonrasında küçülen TUSLOGdan ayrılır. Taksi ve kamyon şoförlüğü yapar son olarak.1983 yılında emekliye ayrılır. Marmara Adası doğumlu olan eşi Sevinç hanımla1959 yılında evlenir ve üç çocuğu olur. 1981 yılından bu yana Erdekte oturuyor. Kendisiyle Erdekteki evinde görüştük. İlkokulu zar zor bitirir. Aynı yıllarda evin geçimine katkı sağlamak üzere taş ocaklarında çalışmaya başlar: "Bazen okula gitmezdim, çantayı saklardım ormana, ondan sonra giderdim kuş avlamaya. Ayakkabım bile yoktu, takunyayla bitirdim ilkokulu. İşte beş senenin içinde bir sefer ayakkabı giydim. Çalışmak zorundaydım. Kölelik gibi bir işti tuğla ocaklarında çalışmak. Yosma isminde birinin tuğla ocağıydı ilk çalıştığım yer. Onun da ustabaşısı Seyit isminde, şişmanca bir adamdı. Ben küçüktüm, taşıyamıyorum tuğla kalıbını. Seyit bizi sopalardı. Gücümüze gider, kaçmaya teşebbüs eder, yakalanır, gene aynı işe devam ederdik. Sanki adamın tapulu malı gibiydik." Bir süre daha Erdekte çalışır. Taş çekme işiyle uğraşır, bu arada ağır vasıta şoförü olur. 1956 yılında İstanbula gitmeye karar verir: "Annemle birlikte İstanbula gittik. Abimin yanında bir müddet kaldım, İstanbulu hiç bilmiyordum. Sonra yavaş yavaş yürüyerek birçok yerini öğrenmeye başladım. Çalışmam gerekiyordu. Tophanedeki İş ve İşçi Bulma Kurumuna, gittim." İmtihanı kazanan Acu belediye otobüslerinde çalışmaya başlar. "Benim otobüsçülük yaptığım dönemlerde İstanbulun nüfusu azdı. Ama o zamanda da İstanbulda trafik tıkanıklıkları oluyordu. İstanbul o zaman çok güzeldi. İstanbullu insanlar kibardı, terbiyeliydi, giyimleri farklıydı. Fakat daha sonra İstanbul hem kalabalıklaşmaya hem de bozulmaya başladı." Köle gibi çalışırdık 1958 yılında TUSLOGa (The United States Logistics Group) şoför alınacağını duyar. Başvurur ve sınavı kazanır. "Türk ordusuyla Amerikan ordusunun işbirliği çerçevesinde yürütülen bir yerdi TUSLOGlar. Soğuk savaş yıllarında kurulmuş bir düzen. Amerikan üslerine destek veren bu yerlerden ülkenin pek çok yerinde vardı. Sinopta, Samsunda radarları vardı bunların. Bazen bu radarlar hakkında bilgi isterdim: Mehmet derlerdi, onlar dört-beş katlı apartman büyüklüğünde şemsiye gibi radarlar. Rusların dişlerini bile fırçalamasını seyrediyoruz onlarla.. Buralarda Amerikalıların kendi satış mağazaları da (pieksler) oluyordu. Amerikalılar her istediklerini alıyolardı. Bazı arkadaşlar veya kötü niyetliler de buradan alışveriş yaparlardı. Amerikalılarda da vardı üçkağıtçı insanlar. Ben şahidim, tuvalet kağıdı, deterjan olsun, akla ne gelirse, sigara falan, alırlar, dışarıda daha farklı fiyatlarla satarlardı. Bizde o zaman tuvalet kağıdı yoktu. Amerikan sigaraları da yasaktı zaten, yasak olan şeye de rağbet oluyordu. Bunlar İstanbulun zenginlerinin ihtiyaçlarını kısmen karşılıyordu. Amerikalıların Karamürselde büyük bir tesisleri vardı. Benim tahminime göre orada bilgi toplanıyordu. O bilgileri değerlendiriyor ve değişik yerlere gönderiyorlardı. Biz de kuryelik yapıyorduk. Etrafımızdaki Amerikan askerlerinin kırk beşlik tabancaları oluyordu, böyle aynen sinemada seyrettiğimiz kovboylar gibi." TUSLOG 1967de İstanbula gelen Altıncı Filo daha önceki gelişlerinden farklı olarak büyük tepki ile karşılanır. 24 Haziran 1967de yapılan büyük yürüyüş ile başlayan eylemler aylarca sürer. Daha sonraki yıllarda da sürecek bu eylemlerin yarattığı atmosferde, kendilerini TUSLOG gibi üslerde güvende hissetmez ABDliler. 1970 yılında İstanbul TUSLOGda başlayan çalışanları işten çıkarma furyasından Mehmet Acu da etkilenir: "Altıncı Filo işi bozuyordu. Filo geldiği zaman tabii Amerikan askerleri çıkıp para harcamak, eğlenmek istiyorlardı. Şimdi bunlar biraz şımarık oluyordu. Sarhoş olup nara atıyorlar, sağa sola zarar verebiliyorlardı. Gençlerimiz de, özellikle talebeler, bunları hoş karşılamıyordu. Neticede talebeler yürüyüş yaparlardı, miting yaparlardı, Amerikalılara bağırır çağrırlardı. Bir seferinde de Dolmabahçede onları denize attılar. Tabii bu da iki hükümet arasında antipati yarattı. Amerikalılara Go home diye bağırırlardı. Dolayısıyla Amerikalılar en sonunda bu işyerlerini biraz küçültüp temelli kapatmaya karar verdiler. İşte biz de o zaman boşta kaldık. Yalnız bizim kesimde seksen tane şoför çalışıyordu. Yüz elli-iki yüz kişi kadar Türk personeli vardı. Herkes işsiz kaldı. Neticede hesabımı gördüler, tazminatımı verdiler. TUSLOGdan ayrılmadan evvel de taksi şoförlüğü yapıyordum. Ayrıldıktan sonra 70te tamamen taksicilik yaptım, evet, 78e kadar işim rast gitti. Fakat ondan sonra gene Türkiyenin politik durumu değişmeye başladı, terör başladı. Özellikle İstanbulda zor günler yaşamaya başladık. Bayağı bir terör vardı. 80de ihtilal oldu. İhtilal olunca Türkiye gene tersine döndü, işler kesildi, kriz başladı. Ve 1981 yılında karar verdik, buraya (Erdeke), memleketimize dönmeye. İstanbuldaki dairemizi sattık, buraya yerleştik. Binalar, yollar değişmiş, büyümüş. bizim bıraktığımız eski Erdek bir kasabaydı. Erdekte turistik hareketlilik başlamıştı." Aynı yıllarda İstanbulda sattığı dairenin parasıyla Erdekte çocuklarına iş kurar Mehmet Acu. Ancak ülkenin ekonomi politikalarındaki istikrarsızlıktan etkilenirler ve uzun süreli olmaz kurulan işler. "Şartlar, krizler, diğer esnaflar gibi bizim çocukların da sıfırlanmasına neden oldu. Yani bizim İstanbuldaki sattığımız daire de sonuçta böylece boşa gitmiş oldu." Altıncı Filonun gelişi "Babalarımız, dedelerimiz Girit Adasından geldiler. Burasını önceleri tabii çok yadırgadılar. İlk defa karı burada görmüşler. Giritten gelen dedemin iki tane kılıcı ve fişeklikleri vardı. Milismiş orada. Giriti anlatırdı. Oranın keçiboynuzunu kırınca bal akarmış. Zeytin ağacı bir çuval zeytin verirmiş... Giritten gelirken de bayağı bir maceralı olmuş yol. Gemi batıyormuş. Mesela annem derdi ki, falanca adam Giritte fakirdi ama burada zengin oldu. Nasıl zengin oldu bilemiyorum, bilirlerdi yani birbirlerini. Demek ki biraz haksızlıklar olmuş ama nasıl yapmışlar bilmiyoruz. Gidenlerle ilgili de konuşulurdu bir de. Rumlar o savaş yıllarında, tabii bir sinirlilik herhalde, haliyle buradan giderken binaları, minareleri ateşe vermişler, yakmışlar öyle gitmişler. Burada kalan Rum yoktu, kalamazdı çünkü tabii korkuyorlardı. Bizimkiler de Giritte korkuyordu. Çünkü bayağı husumet vardı. Dolayısıyla buradan adamların hepsi kaçmış. Ama ben onlara neden yaktılar diye kızmıyorum. Çünkü belki de biz de olsaydık, aynısını yapardık. Adamlar yerlerinden söküldü gitti, o atmosfer içerisinde herhalde yaktılar. Şimdilerde Rumlar turist olarak geliyor." "Husumet vardı" Gençliğinde yaptığı balıkçılıktan kalan pek çok anısı var Mehmet beyin. Denize hâlâ tutkun... Yüzmeyi, denizle haşır neşir olmayı seviyor. "Balıkçılık güzel bir şey ama balık tutarsan! Deniz de biraz hani kurudu murudu diyorlar ya... Tabii herkes değişik değişik formüllerle balık avlıyor. O zamanlar çipura ve sinarit balığı, barbunya, bunun yanında istrangiloz diye bildiğimiz bir balık vardı. Bu saydığım balıklar hemen hemen hiç yok. Sardalyacılık, kolyozculuk, hamsicilik, bunlar devam ediyor ama diğer balıklar tamamen kayboldu." "Eskiden balığın bereketi çoktu" GELECEK HAFTA: Ali Suat Ulagay TARİH VAKFI Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliğine, İnşaat Mühendisleri Odasına ve Kayseri Ticaret Odasına maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58 Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Proje koordinatörü: Gülay Kayacan Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak n Görüşme kayıt süresi: 4 saat n Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek Görüntü kaydı: Tamer Üstel Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Projeye katkılarınızı bekliyoruz: Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr www.tarihvakfi.org.tr Telefon: (0212) 327 86 58