Pazar Dünyanın dibine düştüm

Dünyanın dibine düştüm

27.02.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Anzakların torunları Geliboluya bu yıl kalabalık gelecekler Aşka vuran ışık

Dünyanın dibine düştüm

Şimdi adanın en altına doğru sürün parmağınızı...Tasmanyanın başkenti Hobartı göreceksiniz. Geçen hafta o Hobarttaydım işte...Güney Kutbunun rüzgarlarıyla serinleyen o küçük sahil kentinde...Kolay değil Hobarta ulaşmak...20 saati uçağın içinde geçen 30 saatlik bir yolculuğu göze almanız gerekiyor.İstanbuldan Dubaiye, oradan Singapura, Singapurdan Sidneye ve oradan da Hobarta uçacaksınız.İndiğinizde İstanbulla aranızda 9 saat ve 6 ay fark olacak.Orada gece, burada gündüz.Burada kış, orada yaz...Gece 0 derecede bindiğim uçak, beni 36 derecelik bir ağustos sıcağına taşıdı. Daha kendime gelemeden beş günde dört kent gezdim. Hobart onlardan biriydi.Avustralya Dışişleri Bakanlığının dünyadan davet ettiği üç gazeteciden biriydim. Sekiz yıl önce bir Gelibolu programı için gittiğim Avustralyanın Ankaradaki yeni büyükelçisi Jean Dunn, "Yeniden gider misiniz?" diye sorunca kış yorgunluğuyla güneşe koşar gibi "Elbette" dedim. Bu kez gündemde, Gelibolunun 90ıncı yılı vardı, oradaki Türkiyeli göçmenlerle buluşmak vardı, çokkültürlülük politikası vardı, Aborijinler vardı. Ve nihayet daha önce hiç gitmediğim ve adını canavarından bildiğim Tasmanya Adası vardı.Doğrusu gidiş de dönüş de, gittikten ve döndükten sonra saat ve iklim farkına alışmak da çok zordu; ama değdi."Dünyanın dibinde" yazla buluştuk ve hasret giderdik.Tasmanyalı Frank McDonald, I. Dünya Savaşına katılanlardan hayatta kalan son Anzak askeriydi. 2003te 107 yaşında öldü. Tasmanyalılar onun anısına bir burs tahsis ettiler. Geçen yıl liselerarası bir yarışma düzenlendi ve çocuklardan "Anzak ruhu" konulu kompozisyon istendi. Ödül, Çanakkale Savaşının 90ıncı yılında Geliboluya gitmekti.Katılım büyük oldu. En iyi üç makale seçildi. O üç makalenin genç yazarları nisanda Geliboluya gelecekler. Başlarında Tasmanya Başbakanı Paul Lennon olacak. Hobartta makamında görüştüğüm Lennon, Geliboluya ilk kez geleceğini ve yanında eşini de getireceğini söyledi. Bu yıl Çanakkaledeki 90ıncı yıl anma törenlerine pek çok ülkeden üst düzeyde ve çok sayıda konuk katılacak.Çanakkalenin Avustralyalılar için anlamı büyük. Bunu fark etmek için anıtmezarları ziyaret etmek yeter...Avustralyalılara bir ulus kimliği kazandıran bu savaş, onları alışılmadık bir şekilde Türkiyeye bağlamış.Canberradaki savaş müzesi görkemli. Melbournede tapınağı andıran anıttaki sembolik mezarlıkta ise İncilden bir cümle yer alıyor: "(Arkadaşın için ölmekten) daha büyük aşk yoktur". Bu anıtmezarı örten yüksek çatıda bir delik var. Rivayet o ki, her yılın 11inci ayının 11inci günü, saat 11de, gün ışığı o delikten girer ve mezar taşının üzerindeki "Aşk" sözcüğünün üzerine düşermiş.Müze yetkilileri, başında iki askerin nöbet tuttuğu anıtmezarın konukları için, suni bir ışıkla bu mucizeyi canlandırıyorlar. Aslını görmek için ise 11 Kasımda saat 11de orada olmak gerekiyor. Önünüze bir dünya haritası çekin... Parmağınızı haritanın en dibine doğru sürün. Sol alt uçta Avustralyayı göreceksiniz. Şimdi daha da aşağı inin, kıtanın altında küçücük bir ada var. İşte o, Tasmanya Adası... Derler ki;İngiliz kaşif James Cook, 18inci yüzyılın ortalarında Avustralyanın doğu kıyılarına ulaştı. Yerlileri ilk gören yabancı o oldu. Onlarla ancak el kol hareketleriyle anlaşabiliyordu.Adada en çok şaşırdığı şey, karın ceplerinde yavrularını taşıyan ve arka ayakları üzerinde zıplayarak hareket eden uzun kuyruklu hayvanlar oldu. Yerlilere el kol işareti yaparak bu hayvanın adını sordu:"Kanguru" dedi yerliler.Cook ülkesine dönünce Avustralyanın "kanguru"larını anlattı herkese... İşin aslı, 50 yıl sonra anlaşıldı."Kanguru", Avustralya yerlilerinin dilinde "Ne demek istiyorsun yabancı?" demekti. Hobart doğal parkında kangurularla... "Tasmanya Canavarı"nı oğlumun çizgi filmlerinden tanıyordum.Tasmanya gezi programına alınınca "canavar"ı görmek istediğimi söyledim.Yüz binlerce yıl önce deniz yükselip de ada Antarktikadan koptuktan sonra birçok yabani hayvan burada yaşam şansı bulmuş ve garip yaratıklar türemişti:Çizgili dev fareler, cüce keselisıçanlar, sıçan yüzlü köpekler ve kedi boyunda kaplanlar...Bunların en ünlüsü Tasmanya kaplanıydı.Bu vahşi kedi 19uncu yüzyılda adaya gelen Avrupalı işgalcilerce avlanmış ve soyu tüketilmişti.Son Tasmanya kaplanı 1936 yılında kapatıldığı kafeste sefil koşullarda öldü.Lakin ada halkı kaplanın yaşadığına daima inandı. Geçen 70 yılda ondan izler görüldüğü haberleri hiç eksik olmadı. O kadar ki, Tasmanya, bütün imajını, soyu tükenmiş bu hayvan üzerine kurdu. Adanın turizm broşürlerinden şarap etiketlerine kadar her yere kaplanın resmi kondu. Tasmanya canavarı kanserle boğuşuyor "Kaplan"ın en büyük rakibi ise "Canavar"dı.O, bütün zorlu koşullara rağmen ayakta kalmayı başarmış, hatta filmlere konu olarak dünya çapında bir şöhrete ulaşmıştı. Onun da bütün tişörtlerin ve mıknatıslı hatıralıkların üzerinde fotoğrafı vardı.Orta boy bir köpek kadar olmasına rağmen kendisinden 10 kat büyük bir insanı 20 dakika içinde, üstelik kafatası ve tüm kemikleriyle birlikte yiyebilecek kadar vahşi olduğu için "canavar" adını almıştı. Canavarı görmek için Tasmanya milli parkına ulaştığımızda nasıl bir şeyle karşılaşacağımı merak ediyordum.Adının yazılı olduğu çalılık bölüm alçak bir çitle çevrilmişti ve çitin üzerinde "Yaklaşmanın tehlikeli olduğu" uyarısı vardı. Canavar bir gölgelikte uyuyordu. Bizi görünce ayaklanıp üzerimize yürüdü. Bu ilk karşılaşmada ona neden canavar dendiğini daha iyi anladım.Fare yüzlü bir köpeğe benziyordu. Dişleri dehşet vericiydi. Adamı 20 dakikada yer! Lakin, bizim onu ziyarete gittiğimiz gün, gazetelere yansıyan bir haber, bunun "son ziyaret" olabileceğini duyuruyordu.Çünkü canavar hastaydı.2 yıl önce baş gösteren ve kaynağı saptanamayan bir salgın, adada nesilleri tükenmekte olan canavarı esir almış ve yüzünde bir tümör yaratmıştı. Bu gizemli hastalık yüzünden birbirlerine saldırmaya başlamışlardı. Böyle giderse çok kısa bir zaman içinde Tasmanya canavarının da soyu tükenecekti. Kaynağı belirsiz salgın hastalık Bugünlerde Avustralya kamuoyu bu iki hayvanla meşgul.Bir yandan canavarın hastalığını iyileştirme çabaları sürerken, öte yandan da genetikçiler, efsanevi kaplanın DNAlarını klonlayıp onu yeniden yaratabilmek için uğraşıyorlar. Bugüne kadar klonlama için 350 bin dolar harcandı ama sonuç alınamadı. Bilim adamlarının daha milyonlarca dolara ihtiyaç olduğunu söylemesi üzerine kaplanı canlandırma projesi iptal edildi.Şimdi kamuoyu, kaplanı diriltmeye ayrılan paranın canavarı yaşatmak için harcanmasını istiyor. Klonlama için para harcansın mı? Okyanus ötesindeki bu iki denizi ticari ilişkiler bağlıyor birbirine...Halen Yenikapı-Bandırma arası çalışan "Adnan Menderes" ve "Turgut Özal" feribotları, Avustralya şirketi Autsal tarafından üretildi. Şimdi İstanbul Belediyesi üçüncü bir feribot almaya hazırlanıyor. Aranan üçüncü feribot uzak bir yerde bulundu.Rothester-Toronto arasında çalışan ve zarar ettiği için satışa çıkarılan 2004 yapımı "Spirit of Ontorio" adlı süper feribot bu...İstanbul Deniz Otobüslerinin (İDO) yeni hatlarda kullanmayı planladığı bu gemi şubat sonu açık artırmaya çıkarılacak ve üretim fiyatının çok altında bir fiyattan satılacak.O gemiyi üreten Incat de bir Tasmanya firması... Incat ilk feribotları satan Autsal ile birlikte, İDOnun satın almaya hazırlandığı beş deniz otobüsü ile dört hızlı feribotu üretmeye de talip... Şehir hatlarının da katılmasıyla birkaç kat büyüyen İDO, şehir trafiğini denize çekmeye çalışıyor. Bu politika sürerse, halen Tasmanya tersanelerinde tezgahta bekleyen alüminyum alaşımlı dev gemileri yakında Marmarada ve giderek Karadenizde göreceğiz demektir. Geçen hafta Sidneyde düzenlenen "AB ile ihracat" konulu iş yemeğinde Avustralyanın Ankara Büyükelçisi Jean Dunn, üye adayı Türkiyenin 70 milyonluk nüfusu, yüksek büyüme hızı, modernize edilecek tarımı ve dinamik ekonomisiyle Avustralyalı işadamları için eşsiz işbirliği olanakları vaat ettiğine dikkat çekti.Bunu çoktan keşfedenler yok değil: Örneğin sağlık ödeme sistemi konusunda dünya çapında ünü bulunan Avustralya modeli, şimdi Hacettepe Üniversitesi hastaneleri tarafından uygulamaya konuluyor. Geçen hafta Yüksek Planlama Kurulu onayından çıkan proje birkaç ay içinde Avustralyalı bir konsorsiyum tarafından Türkiyeye getirilecek ve bu pilot proje başarılı olursa sağlık sektöründe ödeme sistemi tamamen değişecek. Avustralya NECin Avrupadaki ilk ADSL projesi, Türkiyede Meteksanla ortaklaşa gerçekleşti. Bu sistemle 1000 yerleşimde 300 bin kullanıcı yüksek hızlı internet servisine kavuştu.Pek çok Avustralya firması dünyanın en hızlı büyüyen pazarlarından biri olarak gördüğü Türkiye ile ortak yatırım olanaklarını araştırıyor. Dünya çapında büyüyen şarap üreticileri bunlar arasında...Avustralya ile Türkiyenin toplam ticareti yarım milyar dolar civarında... Başa baş giden ticaret dengesi, bu yıl ilk defa Türkiye lehine döndü. Yine de toplam rakam, henüz tatmin edici olmaktan uzak. Tasman Denizi neresi, Marmara Denizi neresi... Türkler Avustralyalıları, Avustralyalılar da Türkleri ilk kez 20nci yüzyılın başında tanıdı. 1914 Kasımında İngiltere ve müttefikleri, Osmanlıya savaş açtı. Britanya İmparatorluğu, Avustralya ve Yeni Zelandanın Anzak birliklerini de savaşa çağırdı. 1914 sonunda on binlerce Anzak askeri gemilere doluşup yola koyuldu. İşte o günlerde Sultan Reşat, imparatorluğa savaş açan düşmana karşı dünya Müslümanlarına cihat çağrısı yaptı. Halifenin çağrısı okyanuslar aşarak Avustralyaya, kıtanın ortasında yaşayan iki Müslümana kadar ulaştı ve feci bir katliama yol açtı.Bilinenin aksine Osmanlı ile Avustralya arasındaki sıcak savaş, 1915 Nisanında Geliboluda değil, ondan dört ay önce kıtanın ortasındaki Broken Hill kasabasında başladı. 90 yıl önceki 11 Eylül: Broken Hill Savaşı 1915 yılının ilk günü bir cumaydı.O gün Afgan kökenli iki Müslüman, Avustralyaya cihat kararı aldı.40 yaşlarındaki Gül Badsha Muhammet ile 60 yaşındaki Molla Abdullah, Avustralyaya İngiliz Hindistanının kuzeybatısından yani bugünkü Pakistandan göçmüşlerdi. Abdullah "helal et" satan bir kasap dükkanı açmış, Muhammet ise dondurma satıcılığına soyunmuştu.Renkleri, giyim kuşamları, yaşam tarzları nedeniyle dışlanmışlardı. İngiltere Osmanlıya savaş açtığında, bu dışlanmışlığın öfkesini de yaşıyorlardı. Genç Avustralyalıların yola çıktığı günlerde onlar da savaş hazırlığına giriştiler.Snider ve Martini-Henry marka iki tüfek, biraz cephane, bir tabanca ve iki bıçak kuşandılar. Gülün dondurma tezgahının kırmızı kumaşından ay-yıldızlı bir Osmanlı bayrağı hazırladılar. Fişekliklerini ve tüfeklerini boyunlarına asıp, bir dua kitapçığını göğüslerine yerleştirdiler ve Broken Hill kasabasının dört kilometre dışında, savaşa sevk edilen askerleri taşıyan trenin geçeceği yola pusu kurdular. Abdullah ile Muhammed Tren sabah saat 10.00da ufukta belirdi. Biraz sonra da trendekilerin üzerine domdom kurşunu yağmaya başladı.Bunlar, I. Dünya Savaşının Avustralyadaki ilk kurşunlarıydı.İlk ateşte 18 yaşındaki Alma Cowie öldü. Hemen ardından William Shaw adlı yolcu can verdi. Shawun 15 yaşındaki kızı Lucy de bacağından yaralandı. Trenin arkasında bisiklet süren Alf Millard kafasından ağır yara aldı. Birkaç dakika içinde iki sivil ölmüş, toplam yedi kişi de yaralanmıştı. Üstelik bu insanların hiçbiri savaşa giden askerler değildi. Tren, yeni yıl kutlaması için Silvertona pikniğe giden 1200 sivili taşıyordu. İlk kurşunlar: 5 ölü 7 yaralı Saldırganlar kaçmıştı. Az sonra tren yaralılarla yoluna devam ederken, olay yerine gelen polis ekipleri iki saldırgan için sürek avı başlattı. Bir süre sonra iki Afgan, kasabanın batısındaki alçak tepelikte kuşatıldı.Gül Muhammet ve Molla Abdullah ateşe devam ediyordu. 3 saat süren çatışma sırasında da 69 yaşındaki Jim Craig isabet alarak öldü.Saat 13.00te Molla Abdullah bir sivilin tüfeğinden ateşlenen kurşunla can verdi. Yaralanan Gül Muhammet ise kaldırıldığı Broken Hill hastanesinde öldü. 3 saatlik çatışma Olay yerinde yapılan incelemede iki saldırganın orada karalayıp bıraktıkları iki not bulundu. Urduca kaleme alınmış bu notlarda Muhammet ve Abdullah saldırılarının nedenini açıklıyorlardı. Muhammet "Bunu yaptık çünkü halkınız benim ülkemle savaşıyor" diye yazmıştı.Abdullah ise "Kasaplar birliğine üye olmadığı halde özel arazide koyun kestiği için birkaç gün önce mahkeme celbi gelmesinden çok endişelendiğini" yazmış, "Beni affetmelerini istedim ama dinlemediler" demişti. Son mesajlarda ne yazıyordu? Muhammetin üzerinden Osmanlı ordusuna katılmak üzere İstanbula yazdığı başvuru kağıdı da çıkmıştı. "Allah ve Sultan adına savaşmak istediğini" belirten bu başvurusu üzerine orduya davet edilmişti. Ancak geride bıraktığı, bu itiraf-vasiyet karışımı notta Muhammet, "İmparatorluğunu dört kez ziyaret ettim" dediği Sultan Reşatın adını "Abdülhamid" diye yazmıştı.Daha sonra evinde yapılan aramada haşhaş bulunacaktı. Bu tuhaf saldırı, 90 yıl sonraki 11 Eylülün öncülüydü adeta....Saldırı gecesi öfkeli kalabalık, intikam için saldıracak yer bulamayınca savaşta Osmanlının müttefiki olan Almanların kasabadaki kulübünü basıp milliyetçi marşlar eşliğinde ateşe verdi. Saldırganlar Türk bayrağı taşıdığı için olay, ertesi günkü gazetelerin manşetine "İki Türkün katliam ateşi" başlığıyla yerleşti.Bölgedeki Müslümanlar öyle korku içindeydi ki, iki dindaşlarının cenazesini kaldırmaya yanaşmadılar. Cesetler çevrede belirsiz bir yere gömüldü. Olaydan sonra yükselen milliyetçi duygular, çok sayıda gencin savaşmak üzere orduya katılmasına neden oldu. Bugün, Broken Hill kasabasının bir tepesinde Gül Muhammetin dondurma arabasının bir benzeri duruyor. Hemen altında ertesi gün "Savaş" başlığıyla çıkan gazetelerden örnekler var.Gül Muhammet ve Molla Abdullahın ünlü ayyıldızlı bayrağı, tüfekleri, fişeklikleri ve göğüslerinden çıkan dua kitabı ise halen Sidneydeki Polis Müzesinde sergileniyor.Avustralya kıtasında yaşanan ilk ve tek savaşın kötü anıları olarak... "Türklerin katliamı" olarak kaldı Bu aralar Avustralyayı kasıp kavuran bir külkedisi masalı var. 35 yaşındaki Danimarka Veliaht Prensi Frederik, 2000 Olimpiyatları sırasında Sidneye gelmişti. Orada kentin renkli barlarından birine gitti ve 32 yaşındaki Tasmanyalı Mary Donaldsonla tanıştı. Aralarındaki ilişkiyi bir yıl gizledikten sonra Mayıs 2004te Kopenhagda evlendiler.Donaldson bütün tarihi boyunca İngiliz kraliyet ailesini kendi hanedanı bellemiş Avustralyanın ilk prensesiydi.O yüzden bu evlilik ülkede büyük heyecan yarattı.Düğün televizyonlarda canlı yayınlanırken Donaldsonun memleketi Hobartta Tasmanyalılar geleneksel Viking kıyafetleri giyerek partiler düzenledi. Bugünlerde bu heyecan daha da artmış durumda.Çünkü prens ve prenses şubat sonunda Avustralyayı ziyaret edecekler. Prensesin ailesinin yaşadığı Hobarta da gelecekler.Bu gezinin sansasyonu Prens Charlesın ziyaretini bile gölgede bıraktı. Tasmanyada "Charles o yüzden evlenmeye karar verdi" esprisi bile yapılıyor.Asıl ilginci ise şu:Çiftin tanıştığı Sidneydeki Slip Inn barı kentin en popüler mekanı haline gelmiş durumda...Herkes, Sidneye geldiklerinde prens ve prensesin tanıştıkları yeri ziyaret edip etmeyeceğini sormak üzere bara uğruyor.Tabii gelenlerin bir kısmını da hayatının prensiyle yine bu mekanda buluşmayı hayal edenler oluşturuyor. Prenses ve prens bu barda tanıştı