Pazar Enver Paşa gayretkeşliği

Enver Paşa gayretkeşliği

30.09.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Enver Paşa gayretkeşliği

Enver Paşa gayretkeşliği

Enver Paşa gayretkeşliği

Bu yazının başlığı için "Enver Paşa sendromu" deyimini de kullanabilirdik, ama Türkçeye çevrilemeyen bu gibi hem tıbbi, hem psikolojik deyimleri kullanmamayı tercih ettim. "Gayretkeşliği", imparatorluğun genç neslini felakete götüren sorumsuzluğu ifade eden bir deyimdir. Anlaşılan bu hastalık sırf Enver Paşa ile sınırlı değil; kültürel çevre ve zihniyetimiz değişip gelişmedikçe, seçkinlerimiz arasında ırsi olarak devam edeceği anlaşılıyor.
Osmanlı devletinin müttefiki pek olmazdı, daha çok ittifaklar Osmanlı devletine karşı vardı. 18. asırda devlet; Avusturya-Rusya ittifakına karşı savaştı. Yeni çağın askeri teknolojisine uyum sağlamak ve karşı tarafın seçkin generalleri ile baş etmek dönemin Osmanlı ordusunu hayli yıpratmıştı. Müttefikimiz gene yoktu; yalnız Fransa’nın diplomatik destek ve müzahereti sağlanıyordu.
19. yüzyılda bir ilki gerçekleştirdik. Rusya ile Napoleon’a karşı ittifak yapıldı ve Adriyatik Denizi’ndeki Ion Adaları’nda, Yedi Adalar Cumhuriyeti’ni Osmanlı ve Rusya imparatorlukları birlikte kurarak; koruyuculuğunu üstlendiler.
1853 Kırım Savaşı, Müslüman-Hıristiyan ittifakıdır. İmparatorluk yöneticileri ve halkı, Ruslara karşı birtakım Hıristiyanların kendileriyle birlikte çarpıştığını görüyordu; ne var ki, Tanzimat döneminin büyük devlet adamları bu gibi manzaralar karşısında romantizme kapılıp ölçüyü kaçıracak takımdan değillerdi. Diplomatik üslupları ve tavırlarıyla dizginleri elde tuttular. Hatta Mustafa Reşid Paşa, Yılmaz Öztuna’nın tabiriyle, III. Napoleon’u adeta kandırarak Rusya’ya karşı savaşa sokmuştur; İmparator, Tanzimat’ın parlak diplomatının adını duyunca hafakanlar geçirirmiş.
Sonraki ittifaklarımız, özellikle Almanya ile olanı; nitelikli olmayan devlet adamlarının marifetidir ve devlet ve milleti Birinci Büyük Savaşa sürüklemiştir. Üstelik Enver Paşa hadiseleri geriden izlememe gibi genel bir düsturu, hadiseleri ne tarafından izleyeceğini bilememek yüzünden yüzüne gözüne bulaştırdı. Ve savaş içinde de manasız gayretkeşlikler yaptı. Galiçya’da (Batı Ukrayna) çarpışan, silahları ve donanımı mükemmel ama askerlik yeteneği sıfıra yakın Avusturya ordusuna yardım için en seçkin kıtalarımızı gönderdi. Müttefiklerimiz ondan bunu istememişti. Alman-Avusturya Genelkurmayına yaranmak için asker yolluyordu.
Avusturya-Macaristan ordusu, darbeler yemiş yaralı Rusya’nın karşısında gerçekten dökülüyordu. Cephe Almanların yardımıyla ancak ayakta duruyordu. Kafkasya’nın buzlarına, çölün kumlarına kurban ettiğimiz ve şimdi de Galiçya’ya sürdüğümüz Anadolu cengaverlerinden geride yıllarca ihmal edilen bir Türk şehitliği ve "Türk süvarileri Vistül Nehri’nden su içtiğine göre Polonya yeniden bağımsızlaşacak" diyen Polonya efsanesinin gerçekleşmesi kaldı. Ne var ki, Enver Paşa gayretkeşliğinin bu tarihi olayla sınırlı kalmadığını yakın tarihimizde zaman zaman gördük. Terörle mücadele insanlığın ortak görevidir, ama Enver yöntemlerinden uzak kalmalı... Haftalardır Hariciyemizin bazı maruf simaları ve basındaki dış politika uzmanları ağızbirliğiyle "geç kaldık" feryatları atıyorlar. Ortada yıpranmış bir hükümet var ya, dış politika uzmanları "onların uyuşukluğu yüzünden kenarda kaldık" diyorlar. Bu iki zümrenin dışında ise suskunluk hakim. Bizim bildiğimiz diplomasi sanatı; çatışmalarda insan unsurunu en son kullanarak, hatta mümkünse kullanmadan sorunları halletmektir. Başka yolları ve araçları deneyin. Milletin yirmi yaşındaki çocukları en kıymetli varlığımızdır.
Binlerce masum insanın katillerine kimse tahammül edemez; otuz yıldır evlatlarını dış ve iç terörle kaybeden bir ülke, elbette ki hassas olacak ve mücadeleye müzahir olacaktır. Ama; "Aman tiyatroya geç kaldık, ön sıralarda yerimizi alalım, sonra bizi görmezler, unutuluruz" diplomasisinin bizi nereye götüreceğini Allah bilir.
Birden New York herkesin şehri oldu, güzel ve ilginç bir şehir; ama her şehir birileri için güzeldir... İnsanlar New York’ta değil de, başka yerde teröre kurban olsa, olaya daha mı farklı bakacağız? Bir yazarımız; "Şimdi ben de Amerikalıyım" diyor. Kurbanlarla özdeşleşmek için Amerikalı değil, insan olmak yeter. Yarın bir gün başkaları terör kurbanı olsa veya şartlar başkalarını terörist konumuna getirse, hangi kimliği seçeceğiz? Amerikalı, New York’lu olmadan New York’u beğenelim, evine dönemeyen kurbanlar kendi komşumuz, iş arkadaşımızmış gibi düşünelim; müttefiklerle ise itidal ve akıl derecesinde iş görelim.




PAZAR