Pazar ‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

02.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:

Onkolog Dr. Yavuz Dizdar’la yeni kitabı “Vicdan Hayat Kurtarır”ı konuştum. Dizdar’ın hayatını anlatan kitap aynı zamanda gençler için de yaşam kılavuzu…

‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

O sanki Yeşilçam filmlerinden fırlamış gibi bir doktor. Yeniçağın mekanik tavrına karşı... Tıp esasında hastaya dokunmaktır felsefesini benimsemiş. Hastaya dokunursa güven vereceğini biliyor ki öyle de oluyor. Herkes yoğurdun, yumurtanın, tavuğun iyisini ona soruyor; yani özetle ona güven duyuyor. Akıllı telefonlarla zaman geçirmenin yalnızlaşmayı getirdiğini söyleyen Yavuz hoca; bu da bir nevi otizm diyor. Doktorların Don Quixote’u (Don Kişot) Yavuz Dizdar’la hayatını anlatıp, sistemi eleştirdiği kitabı “Vicdan Hayat Kurtarır”ı konuşmak için buluştuk. Yel değirmenleriyle savaşırsanız sizi kocaman kollarının bir dönüşü ile savurup atarlar ancak unutmayın belki de çamura değil göğe yıldızların arasına... Bu arada bizi çok güzel bir şekilde misafir eden People Of Coffee’ye teşekkür ederiz.

Haberin Devamı

-Neden hayatınızı anlatan bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz?

Bir gün Şükriye Özgül’den bir mail aldım. Dedi ki: “Bir röportaj yapalım”. Şükriye’nin böyle röportajları yayınladığı bir sitesi var, adı “Haberucur”. Bir röportaj yaptık, yayınladı. Bir tane daha yapalım istedi ve o sırada “Siz hayata dair de mesajlar veriyorsunuz. Biz sizi beslenmeyle, kanserle ilgili konulardan biliyoruz ama sizin verdiğiniz mesaj başka bir şey üzerine” dedi. Bunun üzerine kısmen hayatımdan şekillenen bir dünya görüşünü ve bugünün kısa gelecekteki sonuçlarını içeren, ileriye yönelik bir analizi de içeren “Vicdan Hayat Kurtarır” çıktı ortaya.

‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

-Kitabınızı okurken sizin eski nesil bir doktor olduğunuz gerçeğine bir kez daha vakıf oldum.

Haberin Devamı

Yani beni Hulusi Kentmen’in doktoru oynayan versiyonu olarak kabul ettiniz ya da NubarTerziyan’ın. Doğrudur efendim, biraz öyle oluyor ama zaten doktorluk daha doğrusu hekimlik odur. Şu an baktığınızda aslında pazarlama yapan ara eleman pozisyonuna indirgenmiş bir meslek dalı var. Bu meslek dalına sahip çıkmazsanız, hele hele yeni öğrencilere bir şeyler öğretmezseniz olmaz. Bu çocuklar sonuçta reçete verecek. İnsanların, hastanın algısı aynıdır; bir şey bekler sizden. Onlara ya ilginizi, şefkatinizi verirsiniz ki mutlaka vermek zorundasınız güvenirlerse eğer, sadece söylediklerinizle yetinmeleri söz konusu olabilir. Eğer yetmezse o zaman başka bir şey isterler ve o zaman da reçete veririsiniz. Ya da tavsiye veririsiniz veya ürün veririsiniz. Şu anki tıp algısı maalesef bu ürün üzerine kurulu... Herkesin pazarlayacak bir ürünü ya da yöntemi var.

-Kitabınızda da anlatıyorsunuz “Kanser tanısı konulan vakaların büyük kısmı kanser değil” ne demek?

Şimdi insanların bir kısmı kemoterapi almak istemiyor, almak istemeyen insanlar sonunda başka doktorlar onlara bakmak istemediği için bana geliyorlar. Şu an birikmiş çok sayıda hasta var. Bu hastaları ben takip etmeye başlıyorum.

-Kanser kemoterapisiz iyileşir mi?

İşte bir şey olmuyor, onu söylemeye çalışıyorum ben size. Hastaların önemli bir kısmında kemoterapi yapmasanız da bir şey olmuyor.

Haberin Devamı

“Tümörüyle yaşayan çok hasta var”

-Hangi kanser türleri peki bunlar?

‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

Bazı meme kanserlerinde, tiroit kanserlerinde tümöre dokunmasanız da bir şey olmuyor. Tümörüyle yaşayan çok hasta var. O zaman diyorsunuz ki bize aslında pompalanan bir korku var. Aman bu hastalık patlar, aman bu hastalık çatlar o zaman kesin kemoterapi yapmak lazım. Ama 20 yıl öncesine göre her şey tetkikler açısından değişmiş. Artık ultrasonla taramıyoruz ki meme MR’ı var.

“Sistem hastaneleri doldurmak üzere hasta pompalıyor”

-Kanser değilse ne o zaman bu tümörler?

Vallahi birtakım olgular ama ne oldukları net olarak bilinmiyor. Patolog mikroskopta bunların kansere benzediğini düşünüp, kanser diyor. Halbuki hastaya bakıyorsunuz; iştahı yerinde, kilo kaybı yok, hiçbir şeyi yok ama vücudunda bir şey çıkmış. Ya da bir şey genellikle çıkmamış ama biz tarayarak saptamışız. Bakın eskiden meme kanseri farkındalık günü vardı. Sonra geçen yıllarda haftası oldu, şimdi artık ayı var. Neden? Çünkü biz ürün hasat edeceğiz. Sözünü etmeye çalıştığım bu; bu sistem insanların bütün iliğini, kemiğini sömürecek.

Haberin Devamı

-“Hastalık patlamasının bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum” derken bunu mu kastediyorsunuz?

Evet, öyle düşünüyorum.

-Para kazanmak için mi?

Tabii ki para kazanmak için. Bu kadar hastaneyi sana, bana mı açtılar? Bu kadar çok hastane açılması, beklenmeyen bir durumdu ama bakıyorsun hepsi ağzına kadar dolu. Çünkü bütün sistem bu hastaneleri doldurmak üzere hasta pompalıyor. Nişantaşı’yla –Fulya arasında dolaşın efendim, etrafınızda MR dosyalarıyla insanlar göreceksiniz. Çünkü burası özel sağlık hizmetinin merkezi pozisyonunda... Sistemin yarattığı hastaların eğer ekonomik durumları varsa özel hastaneler ve özel sağlık hizmetleri üzerinden paralarını alırsınız. En sonunda da dersiniz ki; “Aslında hasta değilmişsin” ya da “Biz seni iyi ki aldık, artık sorun kalmadı”. Aslında sorun olup olmayacağı belli olmayan bir şeyi iyi ettiğinizi söylersiniz. Eşeğini kaybettirip, buldurtup, sevindirtmek gibi olur ama insanları mutlu edersiniz. Dolayısıyla kimse bir şeyi sorgulamaz. Sorgulamıyorlar da zaten. Ben bunun bilinmesini istiyorum. Çünkü bu konu hakkında ne Tabipler Odası bir şey söylüyor, ne akademi bir şey söylüyor. Bilakis herkes furyadan kendi cebini doldurmaya çalışıyor.

Haberin Devamı

-Ama insan kendini riske de atamaz, sağlık bu?

Riske sokamazsın düşüncesi aşırı defansa neden olan bir tıp algısı oluşturuyor. “Ne yapacak insanlar?” dediğiniz anda onun sonu yok. Bir yerde, bir kesme noktası koyacaksınız.

-Bir doktor olarak diğer doktorları eleştirdiğiniz zaman da ki neden eleştiriyorsunuz manasında söylemiyorum bunu, insanlarda tüm doktorlara ve tanılara karşı bir güvensizlik, şüphe oluşuyor. Bu da kötü değil mi?

Güvenecekleri doktorları iyi seçecekler. Arkadaşlarımın arkadaşlarını, birbirlerini didiklediklerini gördüm. Gerekirse didikliyorlar akraba falan tanımıyorlar. Çok fazla örneğini gördüm.

-Didikleme derken?

Punduna getirirlerse parasını alırlar. Birbirleriyle şakalaşma gibi algılıyorlar herhalde ama başkalarına karşı da içlerinde vicdan kırpıntısı olacağını zannetmeyin. O nedenle doktorlarını iyi seçecekler. Öyle sürekli doktor değiştirilmez. Bir tane doktorunuz vardır o sizi yönlendirir.

-Aile hekimliği gibi mi?

Mevcut aile hekimleri tepeden inme bir kursla bir haftada sadece unvan olarak aile hekimliğine çevrildi. Çünkü sistem “Aile hekimliğini oturtacağız” dedi. 3 yıllık branş eğitimini atlayıp, bir gecede pratisyen hekimlerin üstlerine aile hekimi diye yazıldı. Bunlar tabii ki bu takip işlemini yapamayacak. Riske de girmezler. Riske girecek kadar bilgisi ve deneyimi yoksa o zaman hastayı havale etmeye başlar. Havale ettiği anda sistem emmeye başlar.

-“2050’de iki kişiden birinin otistik olması bekleniyor” bu da üstünde durduğunuz bir konu…

Bunu otizmle ilgili dernekler, federasyonlar söylüyor. Bana göre de muhtemeldir. Çünkü bizim okul dönemimizde ben otizm hatırlamıyorum. Öğretildiğini de hatırlamıyorum.

-Neden şu anda patladı?

Patlamanın büyük olasılıkla endüstrileşmeyle alakası var. Birkaç nedeni olabilir. Nedenlerden biri beslenmeyle ilgili koşullar. Siz çocuğunuza çilekli bir şey yediriyorum diyorsunuz ama onun aslında çilekle alakası yok. Bağırsak florası, ikinci beyin dediğiniz şey eninde sonunda vücudu ve beyni forme ediyor. Bir de bu çocuklar dışarı çıkmıyor, toprakla temas etmiyor. Normal mikrobiyolojik florayı da alamıyor. Mikropları alamıyor dışarıdan çünkü oynayacağı park alanı yok. Alışveriş marketten yapılıyor, hepsi işlemden geçmiş yiyecekler. Türkiye’de hiç görülmeyen vakalar artık öyle böyle değil bayağı görülüyor.

-Görülemeyen vakalar derken?

Bizim fakülte yıllarımızda otizm lafını hatırlamıyorum ben. İlk “Rain Man” filminde gördük. Sonra Bruce Willis’in oynadığı “Mercury Rising” filminde otizm tablosunun ne olduğunu gösterdiler bize. Ama şu an ailelere soruyorsunuz bir şekilde herkeste bir otistik tablo var.

-Otizm olmasa da otizm eğilimi var.

Genellikle insanlar masalarında oturuyorlar ve önlerinde cep telefonları oluyor. Kendi cep dünyalarında yaşıyorlar. O da otizm bana göre. Kazanılmış formu bu. Çocuk sana bakamıyor, dikkat veremiyor, tıp fakültesindeki asistan da dahil böyle. Sürekli elinde bir şey var ve sürekli akıyor. Ben onun hızında o dikkati veremiyorum zaten. O da normal olarak bir yere odaklanıp, bir şey söyleyemiyor. Bu normal değil ki? Dikkat dağınıklığı sendromu bu. Odaklanamıyor.

‘Hasta size güvenirse söylediklerinizle yetinir’

“Kokoreç yerseniz; mutluluk olur”

-Avrupa Birliği’ne atılan goldür diyerek, kokoreci neden bu kadar savunuyorsunuz?

Bunlar sağlığa uygunluk saplantısı içindeler. Ama beri yandan baktığınızda da yediklerine karşı saygılılar, bizim millet kadar kötü etkilenmemişler. Bizim okumuş olduğunu zannettiğimiz adamlar özellikle Amerika’nın çok fazla empoze ettiği bilgilere maruz kalıp, inanmışlar. Amerika böyle söylüyor inanalım düşüncesinde çok insan var. Bu tıpta da böyledir. Aynı kuralları bize de dayatınca bir baktılar bağırsaktan yapılmış kokoreç var. Adamların kafası basmıyor kokorecin yenilebilir bir şey olduğuna. Habuki kokoreci yediğiniz zaman florayı devralıyorsunuz. Onun pişmesi o florayı ortadan kaldırmıyor. Yüksek sıcaklıklarda yaşayan bakteriler de var bağırsakların içinde. Onu hayvandan ki insanınkiyle üç aşağı beş yukarı aynıdır, vücudunuza naklediyorsunuz, bu bir nevi flora transferi.

-Aynı şey işkembe çorbası için de geçerli mi?

Elbette geçerli. İşkembe çorbasına baktığınızda aralarında bakteri yaşıyor, istediğiniz kadar temizleyin çıkartmanız mümkün değil. Bu kültür bununla büyümüş, bugüne gelmiş. Siz şimdi tutup da “Sakatatçıyı kapatırım” derseniz olmaz. Başta biraz ısrar oldu “Seratonin bağırsaktan geçer mi?” diye, seratonin en çok bağırsak da bulunur. Kokoreç yerseniz mutluluk olur, neden olmasın ki?

“Bizde mühendis bol ama musluk tamircisi usta yok”

-“Özel üniversiteler büyük boy kreş gibiler” tanımlamanız var. Ne anlama geliyor bu?

Özel üniversitede ders verdim ama vazgeçtim sonunda. Çünkü verdiğiniz emeğe değmiyor. Yazık, günah oraya harcadığım zamana. Çocuklara dedim ki: “Siz bir şey öğrenmiyorsunuz zaten ama öğrenme isteğiniz de yok. Birincisi herkesin üniversite mezunu olması gerekmiyor. Bizde bol makine mühendisi var ama musluk tamir eden birini aradığım zaman usta yok. Hakikaten mahalledeki tesisatçıya erişmekte zorlanıyorsunuz. Her taraf tıp fakültesi… Ne oldu sonuçta daha mı iyi sağlık durumları, yok. Kullanmanıza, uygulamanıza, öğrenmenize bağlı… Kitap okuyan var mı sen onu söyle bana. Çocukların okumak gibi bir eğilimi kalmadı. Yılda 1 tane kitabı belki okuyorlar onu da hatırlamıyorlar. Bu şekilde bir üniversite eğitimi kreş modelinden daha fazlası değil. Kreş bir de çocuklar el becerisi kazanıyor. Özel üniversitedeki çocukların sorunu ilkbahar şenliği yapılacak mı yapılmayacak mı? Sorun bu, çünkü çocukların bir beklentisi yok. Çünkü çocuklara zaten bizim de verecek bir işimiz yok. Ne yapacağız 5 yıl oyalayacağız, kızlar eve kapanmayacak, erkekler de 5 yıl daha askerlik hizmetinden kaçacak.

-“İleride gençler işsiz ve eşsiz kalacak” diyorsunuz ayrıca…

Sosyal anlamda parçalanıyorlar. Farkında değiller ama sağlam parçalanıyorlar. Bizim dönemimizin romantik aşkları yok. Bugün buradayız, yarın oradayız. Bundan ayağı yere basan bir evlilik hikayesi üretmemiz çok zor. Bakın yakın zamanda yaşanmış popüler bir örneğini hafta başından beri millet konuşuyor.