Pazar ‘Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat var’

‘Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat var’

04.11.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

“Mutluluk Kulübü”nün kurucusu Müge Çevik’le buluştum, yeni kitabını ve mutluğu konuştum. “Yaşadığımız her şey şey bir mesaj mı?” diye sordum. “Ben her travmada bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat olduğuna inanıyorum” cevabını aldım.

‘Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat var’

Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Ama bir türlü olamıyoruz. Parası olan “Para mutlu etmez” diyor. Evliler eşlerinden; bekarlar yalnızlıktan şikayetçi. Kimse işini sevmiyor. Kısacası kronik mutsuzuz. Herkes mutluluğu arıyor ama mutlu olmaya çalışarak mutlu olunmuyor. Peki, ne yapmak gerek? “Ben isterim, evren verir” demek de yetmiyor. Verir de ne verir? Vereceği şey gerçekten bizi mutlu edecek mi? Yaşamadığımız zevklerin, hazların, tatminlerin mutluluk garantisi var mı? Yoksa mutluluk bir balon mu? En önemlisi de şu aslında; mutlu olmak gerekli mi? Bu soruların yanıtlarını almak için “Mutluluk Kulübü'nün kurucusu Müge Çevik’le buluştuk. Ben farklı bakış açısını, özelikle de anlattığı şeylerin makul oluşunu çok sevdim. Umarım bu röportajın size de bir katkısı olur. Mutlu Pazar’lar...

Haberin Devamı

- Hikayeniz nedir? Kurumsal hayatı bırakıp, neden kişisel gelişim alanına geçtiniz?

Bir tane sebebi yok aslında… Ben her alışverişin bir süresi olduğunu düşünüyorum. Benim de kurumsal dünyayla alışverişim bitti. Kurumsal hayatta kendime koyduğum hedeflerin pek çoğunun aslında istediğim şeyler olmadığını ve o bedelleri daha fazla ödemek istemediğimi fark edince o dünyadan ayrılmaya karar verdim.

- Mutluluk tanımınız nedir?

Mutluluğu genelde hazla, keyifle, neşeyle, coşkuyla karıştırıyoruz. Ama benim mutluluk tanımım, öğrenilen bir hayatı karşılama şekli, bir bakış açısı. Bilinçle alakalı bir şey biraz da, yani hayatta başımıza iyi şeyler kadar kötü şeyler de gelecek. İflaslar, ölümler, kayıplar, birileri terk edecek, birileri canımızı acıtacak… Bunlarla nasıl baş ettiğimiz ve ne kadar hızlı kendimizi toparlayabildiğimizle ilgili bir şey mutluluk… Hedonik yani hazdan kaynaklı bir şey değil, tam tersi eylemden ne ürettiğinizden kaynaklı bir tanım. O da bilincin basamaklarında nerede durduğunuzla alakalı. “Her şey benim başıma geliyor, batsın bu dünya” basamağında mı duruyorum, yoksa “Bu da böyle bir dönem, bu da geçecek” basamağında mı duruyorum. Mesele bu ve bu öğrenilir bir şey…

Haberin Devamı

- Mutluluk nasıl öğrenilir? Basamakları nasıl değiştiririz?

Kitapta bu basamakların adımlarını anlatıyorum. Ama “Konu insan olunca bunun adımları olur mu?” sorusu geliyor haklı olarak. Tabii ki bu adımlar sadece adımların ismi ama herkes kendi yolculuğunu kendi yaşamalı ve tanımlamalı. Nasıl öğrenileceğine gelince konu yine hiç sevmediğim farkındalıkla başlıyor. Farkındalık ülkemizde çok kirletilmiş, içi boşaltılmış bir kelime.

- Farkındalığın kirletilmemiş hali nasıl peki?

Bir şeyler hayatımızda hep tekrar ediyor. Bu bazen zihinsel, bazen duygusal, bazen de fiziksel… Yani ya bir kronik ağrımız var, ya hep aynı duyguyu farklı insanlarla deneyimliyoruz. Patron değiştiriyoruz ama aynı duyguyu yaşıyoruz. Erkek arkadaş değişiyor ama duygusu hiç değişmiyor. Üçüncüye evleniyor insanlar ama evliliklerindeki duygu değişmiyor. Sadece figüranların ve o duyguyu üretenlerin ismi değişiyor.

Haberin Devamı

- Neden peki bu tekrarlar sürüyor?

Hayatla ilişkiyi aslında 0-7 yaş arasında öğreniyoruz. Ve orada ne hissettiysek tatsız bile olsa, onu tekrar eden ilişkiler üretiyoruz. İşle, parayla, zamanla… Eşim, işim değişse de aslında hep aynı şeyi hissediyoruma uyanana ve bir şeyleri farklı yapmaya başlayana kadar tekrar ediyor. Çünkü evrenin kurgusu insanı hep büyütmek ve bilinç basamaklarında yukarı çekmek üzerine… Dolayısıyla mesajı daha yüksek tondan daha sert tondan söylemeye devam ediyor.

- Yaşadığımız her şey bir mesaj mı bize, mutlaka böyle olmak zorunda mı?

Güzel soru… Bir kerelik bir şeyse mesaj olmayabilir ama tekrar ediyorsa ve biz artık yıldıysak bunu yaşamaktan, dokunuyorsa bir mesaj var. bir travma bir kere yaşıyoruz ama onda da bir mesaj var mı derseniz ben onda da bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat olduğuna inanıyorum.

‘Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat var’

“MUTLULUK AYILMAKLA İLGİLİ”

- Mutlu olmak şart mı peki?

Haberin Devamı

Çok güzel bir soru daha… Bence şarttan ziyade bunu ikiye ayırmak lazım. Benim çok çektiğim bir durum var sanki mutluluk bütün bu kişisel gelişim sürecinin ödülü gibi çok pazarlandı. Sanki bir hapı var bu işin, “Heyo isteyelim olsun, çağıralım gelsin, mutluluk burada, biriciksiniz” gibi bir balon dünya var. Bu çok sinir bozucu bir şey ve sürdürülebilir değil.

- Çünkü her şey gelmiyor zaten öyle bir dünya yok bence…

Gelse de istediğin gibi gelmiyor. Dolayısıyla tam oldu sanıyorsun aslında bir bakıyorsun olmamış, dolayısıyla o işin çöp kısmı… Bunu kitapta da uzun uzun anlatıyorum. Bu kişisel gelişim falan da değil, yaşadığım şeylere meşruiyet kazandırma yolu. Şart mı kısmı da şu; insanların başına sonsuz senaryoda sonsuz olay geliyor ve gelmeye devam edecek. Bir yerlerde hepimizin yılmazlığı öğrenip, ayağa kalkmasını gerektirecek olaylar olacak. Ölümün olduğu bir yerden bahsediyoruz. Hayatın içindeki ikilem ve gerginlik mutluluğu öğrenmeyi gerekli kılıyor. İnsan bir şekilde hayata tutunmak zorunda… Bu anlamda bilinç düzeyinde büyümek bence şart… Çünkü hayat bunun için kurgulu. Bunu anlamadığımız sürece mesajları okuyamadığımız ve kendimizi değiştiremediğimiz sürece aynı mesaj tekrar tekrar, aynı senaryolarla, farklı isimlerle alırız. Önce fizik bedende sağlık olarak, sonra duygu durumunda tekrar eden negatif duygular olarak, sonra zihinsel vesveseler, kuruntular, endişeler ve bizi yiyip bitiren paranoyak fikirler olarak, en sonunda artık dayanılmaz bir şekilde mutsuzluk olarak dönüşür. Bir yerlerde bir şeyler yapıp, ayılmak lazım… Mutluluk ayılmakla ilgili bir şey…

Haberin Devamı

- Ayıldıktan sonra bana mutsuzluk gelirmiş gibi geliyor.

“Öğrendim, fark ettim eee? Hay Allah’ım çocukluğum ne kötü geçmiş ee ne olacak?” Bu ilk adım. Buradan sonra da adımlar var. Evi temizledim, onu dekore etmek lazım. Ne istiyorsam onu yaratmayı öğrenmem lazım. Hayatıma çekmek falan demiyorum. Çünkü o frekans işi, onu da yanlış anlatıyorlar. Bir şeyi istediğinizde o hayatınıza gelmez, o frekansa çıktığınızda o hayatınıza gelir. Herkes diyor ki “Koçlukta ne yapıyorsun?” Çok fazla seçeneğin olduğunu, çaresiz olmadığını, bir sürü farklı yolun, duygunun da mümkün olabileceğini anlatıyorum.

- Büyük resmi görün diyorsunuz kitaplarınızda da. Büyük resim nedir?

Bu kısmı işin maneviyat kısmı… Fark ettik, sonra bir değişime niyet ettik. Ama o değişim öyle kendiliğinden olmaz. Bayağı popoyu kaldırdım, terledim, spor yaptım her neyse bedelini ödedim. Bir daha geri dönmemek üzere yapmaya niyet ettim. Gereksiz insanları attım, kendimle kaldım, yüzleştim, sadeleştim. Bu sigara bağımlılığı olabilir, ilişki olabilir, kilo olabilir, bolluk bereketle ilgili bir bilinç de olabilir her neyse orada takılı kaldığım şey… Yeni bir şeye niyet edince arkasına mutlaka irade koymam lazım. O iradeyi koyabilmek için de o işin sonucunun iyi olabileceğine dair umut barındırmam lazım. Öfkeleniyorum sigara içiyorum, yalnız hissediyorum içki içiyorum. Aslında canım bir ziyafet istiyor ama o an bir ziyafetle uğraşacak gücüm olmadığı için ilişki anlamında fastfooda razı oluyorum. Çağımız insanı emeksiz yemek istiyor ama emeksiz hiçbir şey yok. Emeksiz yenen her şey aslında çok değersiz hissettiriyor. bütün ilişkiler için böyle bu, sadece özel ilişkiler değil.

- Siz de bir kişisel gelişimci olarak neden diğer kişisel gelişimcileri bu kadar eleştiriyorsunuz kitabınızda da sıklıkla eleştirmişsiniz?

İhtiyaçları değiştirmeden, neyi neden yaptığımı bulmadan sonucu değiştirmek mümkün değil. Piyasadaki kişisel gelişim hikayelerinin hep sonucu değiştirmeye çalıştığını görüyorum, insanı baskılıyor. O kurtulamadığımız her neyse, hangi ilişkiyse pek çok insan şikâyet ederek işe gidiyor, kocasından nefret ediyor evliliğini sürdürüyor, herkes herkesi aldatıyor ama evlilikler devam ediyor. İnanılmaz bir uzlaşma var herkes her şey, biliyor ama “mış gibi” yapıyor.

- Neden “mış gibi” yapıyoruz?

Çünkü arkada başka bir ihtiyaç çalışıyor, yalnız bir kadın olmaktansa eşin soyadını taşımanın güvenliği o ilişkideki doyma ihtiyacından öne çıkıyor. Sosyal ihtiyaçlar bireysel ihtiyaçların önüne çıkıyor. Bunu fark ettiğinde dönüşüyor aslında insan…

“YAŞAM SEVİNCİ BABADAN GEÇER”

- Parayı harcama şeklimiz babamızla kurduğumuz ilişkiyle ilgili diyorsunuz bu ne demek?

Para ile ilgili inançlar, parayı harcama şeklimiz, paraya yüklediğimiz anlam hepsi babamızla kurduğumuz ilişki ile ilgili. Sürekli birikim yapmak mesela, derin bir güvenlik ihtiyacının göstergesi. Bu da çocuğun babadan alamadığı bir güç… Babamızdan sevgiyi nasıl aldıysak, para da bize öyle gelir. Babasının takdirini, beğenisini kazanmak için çok zorlanan çocuk zor para kazanır. Babaya öfke duyan kişinin hayatına para akmaz. Babası ile dengeli ilişkisi olan kişinin hayatına para adil bir şekilde gelir. Babasını sürekli suçlayan kişi, ne yaparsa yapsın hak ettiği kazancı elde edemez. Otoriteyle, güçle ilişkimizi babadan alıyoruz. Yaşam sevinci dediğimiz şey babadan geçer.

- Anneyle ilişki neyi belirler hayatta?

Yaşamı ne kadar bolluk bereketle yaşadığınız ve algıladığınız kısmı anneden geçen bir şey. Dişil enerji tolerans, hoşgörü ve affetmeyle ilgili olduğu için, çoğaltmak ve barınmayla ilgili olduğu için anneyle ilişki bunların tezahürleriyle ortaya çıkıyor.

“BEDENİNİ DİNLEMEZSEN HASTA OLURSUN”

- “Her şeyin her şeyle ilişkisi var” diyorsunuz bu durumda hastalıkların sebebi de psikolojik diyebilir miyiz?

Psikolojik dersem psikiyatristler psikologlar kızar ama evet zihinsel ve psikolojik. Bir olayı hangi duyguyla anarsan, gerçeğin o olur. Bedenini duymaz, dinlemezsen hasta olursun... Hayatta başımıza pek çok sürpriz gelir ama duygu, düşünce, davranış ve ilişkilerimizin sonuçlarında sürpriz yoktur. Acıtırsanız, acırsınız. Sevindirirseniz, sevinirsiniz. Kötülük isterseniz, önce sizi bulur. Ah alırsanız, çıkar. Her şey başlar ve biter. Bir şeyi bitirmezseniz, diğeri başlamaz... Kuralları anlamak gerek sadece... Aklımdan geçen düşüncenin bile sonucu var. Niyetim, sonucu belirliyor ama ben bunun farkında değilim. Oysa hayatın kendi örgüsü var...

Öfkelenip, bir iş yapıyoruz diyelim, mutfaktaysak ya bir yerimizi kesiyoruz ya yakıyoruz. Ailede, genetik şeker hastalığı oluyor, 5 kardeşten en gizli öfkelisinde çıkıyor. Sürekli fedakarlık yaptığımızı düşünüyoruz, sonra da, “Kimse kıymetimi bilmiyor!” diyoruz. Aslında kendi kendimizin kıymetini bilmiyoruz, evren de bunu bize kanıtlıyor! “Değersiz olduğuna inanıyorsan, seni haklı çıkartayım!” diyor…

- Şeker hastalığından verdiğiniz örnekle gidersek, nasıl oluyor bu?

Şeker öfkeyle alakalı, karaciğer hastalığı çünkü… Karaciğer öfkenin merkezi, dolayısıyla dillenmemiş öfke var orada demek ki. Böyle merkezler var. Karaciğer öfke, böbrek korku, akciğer yaşamı almak ve babayla ilgili, boğaz ifadeyle ilgili, anlaşılamamakla ilgili…

- Mide hastalıkları mesela?

Mide sindirmekle ilgili, hazımsızlık yani. Ben bunu hak etmemiştim duygusu, daha iyisini hak ediyorum ama alamıyorum duygusu…

- Astım?

Yine akciğer ama alerjikse kime alerjik olduğuna, kime gıcık kaptığına bakman lazım… Birine veremediğin, gösteremediğin bir reaksiyon alerji olarak döner.

- Affetmek de zor bir süreç değil mi? Affettim sanıyorsun ama aslında affetmemiş oluyorsun aslında.

Affetmenin bir davranışsal yönü var, bir de hücresel yönü var, hücrende bilgisi var. Gerçekten affetmek için anlamam lazım, çünkü anlamanın olduğu yerde öfke yok. Bir de o duyguyu dillendirmek gerek, o duyguyu bedendeki haliyle tanımlamak gerek. Çünkü her şeyi hissetmeye hakkımız var. Ama bu duyguyla ne yapacağımızın sınırları olmalı. O duyguyu kontrollü bir ortamda boşaltmak lazım. Çünkü kendi kendine geçmez. Zamanla geçer palavrasına inanmıyorum. Zamanla geçen bir öfke görmedim. Kartopu gibi büyür ve ilk baştakinden daha da şiddetli hale gelir. İyi olma bilimi pozitif psikoloji diyor ki iyi oluşun 3 tane boyutu var. Bir tanesi fiziksel olarak iyi olacaksın, ikincisi duygusal olarak iyi olacaksın, hayatı pozitif bir zeminde yaşayacaksın, üçüncüsü de sosyal olarak iyi olacaksın diyor. Bir sürü insan var mutlu geçiniyor ama bakıyorsun herkesle küs. Bu mümkün mü, mümkün değil.

- Mutlu olmak için neler yapmalı?

Mutluluk kriteri kendin iyi olduğun kadar başkalarıyla da iyi olma hali... Bu adım adım büyüdüğü gibi, adım adım da küçülen bir şey. İlişkiler de adım adım büyürler. Biri sana iyi bir şey yaptığında, sen de ona bir tık üstünde iyi bir şey yaparsın ya da onla dengelenirsin ki ona bir fırsat daha çıksın. Ya da biri canını acıtan bir şey yaptığında ondan daha beterini yapmazsın. 1 tık aşağıda bir bedel ödetirsin. Bu bazen bir özür olur, çiçek olur, “Kalbimi kırdın” diye fırça atmak olur. İnsan anlamaya mecbur bir varlık. Kendi kendine var olan varlıklar değiliz. İki tane çok temel ihtiyacımız var. Bunlardan bir tanesi otonomi yani özgürlük diğeri bağlanmak… Ve bunlar aynı anda giderilemiyor. Sağlıklı olarak hem kendimizde hem de bir başkasında gitmeli gelmeliyiz. Hiçbir ilişki hep ben diyerek sağlıklı gidemez! Mümkün değil.

“MUTLULUK SEVİYEMİZİN YÜZDE 50’Sİ GENETİK”

- Mutluluk aileden gelen bir şey olabilir mi?

Mutluluk yetişkin işi bir şey, çünkü bir seçim, bilimin de kanıtladığı bir şey. Yaşamdaki mutluluk seviyemizin yüzde 50’si genetik… Nerede doğduğumuz, hangi anne babadan doğduğumuz ve kültürün bize dayattığı şeyler… Yüzde 10’u başımıza gelenlerle ilgili… Erken kayıplar, travmalar… Çok az değil mi? Ama biz o yüzde 10’a o kadar büyük anlamlar yüklüyoruz ki, kalan yüzde 90’ı kapsıyor. Yüzde 40 ise kişinin kendini ne kadar geliştirdiği, nereden nereye getirdiği, hayatı görme şeklini ne kadar kuşbakışı yükseğe çekebildiği. Bu bir süreç… yüzde 40’ı becerdiğimize, aradaki yolculuğu doygun yaşadığımızda “Geçen yılki ben değilim, eskiden olsa kahrolurdum şimdi daha iyiyim” diyorsak o yolda yürüyoruz demektir. Yüzde 40 değiştiğinde ben inanıyorum ki yüzde 50’yi bile değiştirebiliyor.

‘Her acının içinde bizi büyütecek bir fırsat var’

MUTLULUĞU CİDDİYE ALAN BİR İSİM: MÜGE ÇEVİK

“Mutluluk Kulübü mutlu insanlardan çok, mutluluğa cesaret ile niyet edenlerin kulübüdür” diyerek yola çıkan Müge Çevik kurumsal hayatı bırakıp, “Mutluluk Kulübü”nü kurdu ve “Mutluluk Kulübü”, “İlişkisi Var”, “Mutluluk Kulübü Gelişim” kitaplarını yazdı. Kendisi mutluluk mevzusunu ciddiye alan nadir isimlerden biri…