Pazar "Herkesin kafasında değişik bir Atatürk olması kaçınılmaz"

"Herkesin kafasında değişik bir Atatürk olması kaçınılmaz"

29.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Milliyet yazarı, CNN TÜRK Genel Müdürü Taha Akyol'un yeni kitabı "Ama Hangi Atatürk" Doğan Kitap'tan çıktı... Dört farklı Atatürk portresi çizen Akyol: "Benim karşı çıktığım, 'Atatürk dediyse mutlaka doğrudur ve hepiniz buna uymak zorundasınız' anlayışıdır. Bu, onu putlaştırmaktır ve yanlıştır"

Herkesin kafasında değişik bir Atatürk olması kaçınılmaz

Yılın hayli iddialı kitaplarından biri olacağı şimdiden belli, 578 sayfalık, büyük emek verilmiş bir çalışma "Ama Hangi Atatürk". Sayfa sayısı gözünüzü korkutmasın; zira kitabına kattığı tarihi serüven tadı, dönemi hikaye edişindeki ustalığı, seçtiği alıntıların yalın dili, okuru alıp götürüyor.Bu Atatürk portreleri galerisinde hem çok şaşıracak hem çok şey öğrenecek hem de böylesine müthiş bir siyasi deha karşısında hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz. Taha Akyol yeni kitabı "Ama Hangi Atatürk"te (Doğan Kitap), politik şartlar ve konjonktürün gerekleri doğrultusunda, hayatının çeşitli dönemlerinde fikirlerini ve doğal olarak terminolojisini değiştiren dört farklı Atatürk portresi çiziyor. İlki "Sol Kemalistlerin kurguladığı kalpaklı Mustafa Kemal; Milli Mücadele döneminde sol terimleri kullanan". İkincisi "Attila İlhan'ın solcu Gazisi, Müslüman kimliği ve Asyalı vasfı belirgin". Üçüncüsü Necmettin Erbakan'ın "Yaşasaydı Refah Partili olurdu" dediği, "Milli Mücadele'de Kuran'dan ayetler okuyan" Mustafa Kemal. Ve son olarak yine adını Attila İlhan'dan alan "Alafranga Atatürkçüler"in kendilerine uygun buldukları, Kemalist ve Atatürkçü şeklinde iki kanadı olan Atatürk. Bu kitabı yazmayı düşünmem rahmetli Attila İlhan ile yaptığım bir telefon görüşmesiyle oldu. "Tamam yazacağım artık" diye karar vermem de tam bir yıl öncedir. Attila İlhan ölmeden önce, İş Bankası Yayınları'ndan "Hangi Atatürk" kitabı çıktı. Ben Milliyet gazetesinde, Attila İlhan'a saygımı, hayranlığımı, ulusal kültür üzerindeki duyarlılığının çok doğru olduğunu belirten ama kitabının bir seçmece olduğunu, Atatürk'ü tamamen anlatmadığını, İlhan'ın, Sultan Galiyevci bir Gazi portresi için Atatürk'ün belli dönemlerdeki sözlerini seçip bir tablo çizdiğini ifade eden bir yazı yazdım. Kendisi beni telefonla aradı teşekkür etti, "Dediğin doğru" dedi: "Ben Atatürk'ün belli bir dönemindeki kaynaklara dayanıyorum çünkü bugün bize lazım olan odur. Ben senin gibi Avrupa Birliği yanlısı olsaydım Atatürk'ü başka türlü yazardım ki o da doğrudur" anlamında sözler söyledi. Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Ben muhafazakar bir aileden, Cumhuriyet Halk Partisi'ne karşı bir gelenekten geliyorum. Daha lise yıllarında yakın tarih okurken Atatürk'ün Halk Partisi'ne değil Kazım Karabekir'in Terakkiperver Parti'sine sempati duyardım. Adnan Menderes'ti bizim evdeki idol; İsmet Paşa değildi. 1930'lara baktığımda kendimi Serbest Fırkalı hissederdim. Hâlâ bu duygulara sahibim. Bütün bunlar beni tarihi araştırmaya yöneltti. Asıl amacınız Atatürk'ün farklı dönemlerindeki farklı politikalarının ideolojik şablonlara oturtulmak için nasıl çarpıtıldığını dört farklı Atatürk resmi üzerinden anlatmak. Bu resimler tam olarak ne zaman netleşti kafanızda? Büyük amcam, babamın amcası yani Yozgat Müftüsü Mehmet Hulusi Efendi Kuvayı Milliyecidir. Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin Yozgat'taki kurucusudur. Mustafa Kemal'i desteklemiş Çapanoğulları'yla mücadele etmiştir. Birinci Büyük Millet Meclisi'ne mebus olarak Atatürk'ün isteği üzerine seçilmiştir. Amcanız Atatürk'ün kurduğu ilk mecliste yer alıyor... Amcam Milli Mücadele'yi destekliyor. Ama inkılapçı değil. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde komünistler var, Bolşevikler var, sosyalistler var, İslamcılar var, muhafazakarlar var, liberaller var. Hepsi "vatanın kurtuluşu" konusunda birleşmiş. Benim amcam onların arasında muhafazakarlar olarak adlandırılanlardandır. Dediğim gibi böyle bir aileden geliyorum. Ve muhafazakar duygulara sahipseniz, tarihi okuduğunuz zaman buna göre hisleriniz oluyor. Anlıyorsunuz ki Atatürk farklı dönemlerde yaşamış. Bu sezgi, beni araştırmaya yöneltti ve bilgiye dönüştü. Gördüm ki Osmanlı paşası bir Mustafa Kemal var, Milli Mücadele'de bir Mustafa Kemal var. Zaferden itibaren, bunun içine Lozan da dahil, 1926'ya kadar bir Mustafa Kemal var. Ondan sonra tam gaz Batı'ya yönelmiş bir Mustafa Kemal var. Tam dört dönem. Osmanlı paşası Mustafa Kemal Osmanlıcı. Ulus devlet için değil Osmanlı devleti için savaşıyor, Libya'da, Suriye'de... Ve bu Mustafa Kemal bütün büyük liderlerdeki hırslı bir enerjiye sahip. Yükselmek istiyor; çünkü yetkiler kendi elinde toplandığı zaman memleketi için daha iyi şeyler yapacağına iman derecesinde inanıyor. Önünde bir örnek var: Enver Paşa. Padişah'ın kızıyla evlenince albaylıktan orgeneralliğe yükselip başkumandan olmuş. Mustafa Kemal de Mondros Mütarekesi döneminde padişahın kızıyla evlenmek ve Harbiye Nazırı olmak istiyor. Teklifte bulunuyor ama olmuyor bu evlilik. Amcanızın hiç etkisi olmadı mı üzerinizde? Padişahın kızıyla evlenip "padişahın damadı" olmak istemesi tamamen politiktir. İstanbul'da siyasi güç sahibi olmak ve Osmanlı devletini siyasi yolla kurtarmak için. Çünkü I. Dünya Savaşı'na Almanlarla birlikte girmişsiniz, yenilmişsiniz. Savaşla kurtaramazsınız, o zaman siyasetle kurtaralım; bu fikir çok yaygın. O aşamada bütün Türk generalleri, aydınları böyle düşünüyor. Milli Mücadele düşüncesi dört-beş yıl sonra doğmuştur. Aşk filan yok tabii... "Aşk duygusunu yaşadığı tek kadın Fikriye Hanım'dır" Mustafa Kemal'in aşk duygusunu yaşadığı tek kadının Fikriye Hanım olduğu kanaatindeyim. Latife Hanım ile evliliğinin de daha çok politik olduğunu seziyorum, tıpkı padişahın kızıyla evlenmek istemesi gibi. Latife Hanım'ın Batılı bir tarzı var. Kendisi genç muzaffer bir komutan; devletin başı... Ülkeyi Batılılaştırmak istiyor; yanında o günün ölçülerine göre modern bir kadın olmalı; o da Latife. Ama benim kanaatime göre kalbindeki kadın Fikriye Hanım'dır. Kadınlardan açılmışken, Latife Hanım ile evlilik kararının da politik olduğunu düşünüyor musunuz? Herkesin kafasında değişik Atatürkler olması son derece normaldir ve kaçınılmazdır. Şimdiki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, kara kuvvetleri komutanıyken Harp Akademileri'nde "Avrupa Birliği Atatürk'ün muasır medeniyet projesidir" dedi. Ama Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş, Avrupa Birliği'ni Atatürk Türkiye'sinin yıkılması olarak görür. İkisi de duygularına ve siyasi görüşlerine göre seçme yapıyorlar. Bu son derece normaldir.Karşı çıktığım, "Atatürk dediyse mutlaka doğrudur ve hepiniz buna uymak zorundasınız" anlayışıdır. Bu, onu putlaştırmaktır ve yanlıştır. Müslümanız, hepimizin nazarında Hz. Muhammed en yücedir. Ama "Hz. Muhammed şöyle bir politika izlemiş; öyleyse biz de öyle bir politika izleyelim" demek de yanlış. Çünkü hem Hz. Muhammed'in hem Atatürk'ün yaşadığı dönem ve karşılaştığı problem başkadır; bizimkiler başka. Onların enflasyonla mücadele gibi bir problemi olmadı ama biz 30 yıl enflasyonla süründük. Kitabınızdaki Atatürk resimlerine dönersek... Herkesin, Atatürk'ü kendi kafasındaki resme göre yorumlama çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? "Döneminin en zenginlerinden biri" Daha netleşti. Kafamda Atatürkler portresi vardı ama kitabı yazmadan önce bu kadar net değildi. Mesela ben Birinci Büyük Millet Meclisi'nin büyük bir İslami gösteriyle açıldığını biliyordum ama Atatürk'ün her tarafta "Buhari-i Şerif" okunacak, dualar edilecek diye genelge yayımladığını bilmiyordum. Zaferi kazandıktan sonra bu alışkanlıkla dua etmek isteyen bir imamı meclisten kovduğunu da bilmiyordum. Zaferden sonra İslami ve Bolşevik kavramları geri plana atmış, Batı'ya yönelmişti; bunu biliyordum, genel olarak. Atatürk'ü tabulaştırmak yanlış. Atatürk'ü bir komutan, diplomat ve politikacı olarak görmeliyiz. Kitabı yazmadan önce ve bitirdikten sonraki Atatürk düşünceleriniz arasında bir fark oldu mu? Kendi döneminin en zenginlerinden biridir. Atatürk döneminden sonraki solcu Atatürkçülerin anlattıklarından farklı olarak milli bir burjuvazi yaratma isteği var. Menderes'in söylediği "Her mahalle başına bir milyoner yaratacağız" sözü aslında Atatürk'ündür aynı zamanda. Bu milyonerlerden biri de kendisidir. Vehbi Koçlar, Sabancılar, Eczacıbaşılar oluşturmak; Atatürk bunun için çalıştı. Ekonomi politikası buydu, İttihatçılarınki de buydu. Sonra İsmet Paşa, Adnan Menderes ve Turgut Özal'ınki de bu oldu. Dolayısıyla Atatürk'ü piyasa ekonomisine, burjuvaziye, Batı ekonomisine karşı göstermek onun hem karakterine aykırıdır hem de tarihsel gerçeklere. Doğan Avcıoğlu Atatürk'ün "örnek müteşebbis" yani işadamı olduğunu söyler. İşadamı iyi bir şeydir. Kitapta aynı zamanda iyi bir iş adamı olduğu vurgusu da dikkat çekiyor... Ben, kaba bir genelleme ile, rasyonalizme değil, ampirizme inanıyorum; yani bilgi tecrübelerle öğrenilir. Mustafa Kemal de birçok şeyi öngörememiş, tecrübelerle bulmuştur. Birçok şeyi de öngörmüştür. İsmet Paşa'nın çok güzel bir sözü var: "En büyük tehlike en yakınındakidir." Küresel ısınmayla denizlerin bir metre yükselip insanların boğulması uzaktaki bir tehlike, kaloriferin yanmaması yakınımızdaki tehlike. Mustafa Kemal de içinde yaşadığı problemleri çözme önceliğiyle düşünmüştür. Farklı Atatürk kurgulamalarının ana nedeni Atatürk'ün dönemine göre değişen terminolojisi... Onun gibi bir deha, bunun ileride sorun olabileceğini düşünmemiş midir? Yoksa, bir şekilde anlaşılacağına mı inanmıştır? "Samimiyetsiz olması mümkün değil" "Nutuk" tarihin akışını 1927'nin politikasına uygun anlatan bir kitaptır. "Nutuk"ta Atatürk'ün bir tavsiyesi vardır. Diyor ki "Tarih, kudreti zelzeleye uğramaz, sarsılmaz liderler tarafından yapılır, bundan sonra tarihler bu açıdan yazılmalıdır". Atatürk "Nutuk"ta resmi tarihin nasıl yazılacağına dair bir model ortaya koymakla kalmamış, böyle yazılmasını istemiştir. Bizde Milli Mücadele tarihi ve inkılap tarihi Atatürk'ün şahsına odaklanmıştır. Liseden, hatta üniversiteden inkılap tarihi okumuş bir öğrenciyi çağırın, "Biz Bolşeviklerden, İslam dünyasından yardım aldık mı, Atatürk yabancı ülkelerden borç aldı mı?" diye sorun. "Hayır" diyecektir. Oysa almıştır. 1919'dakilerle "Nutuk"ta yer alan sözleri arasındaki farkları örneklerle gösteriyorsunuz. Kesinlikle gerekiyor. Ancak bu şekilde çocuklar analitik düşünceye yaklaşır, şartları gözeterek çözüm üretme, alternatif düşünme alışkanlığı kazanır. Çocuklar Milli Mücadele'de ne yapalım diye Atatürk'ün Kazım Karabekir'den fikir aldığını bilmeli. Halbuki biz her şeyin mutlak doğrusunu bilen ve kendi fikri, şartlara göre hiç değişmemiş adeta gökten inmiş bir Atatürk portresi çiziyoruz. Bu çok yanlış. Eğitim sistemimizde sizin kitabınızda yer alan dört farklı Atatürk de anlatılmalı mı? Yüreğiyle inanıp inanmadığını bilemeyiz. Ama bunların gerekliliğine inandığı muhakkak. Bu konudaki sözlerinde samimi mi değil mi diye bir şüphe yok. Öyle bir enerjiyle sarılıyor ki böyle bir insanın samimiyetsiz olması mümkün değil. Uyguladığı bütün stratejilere samimiyetle inanmıştır ama felsefi olarak inanıyor muydu? Ona bir şey diyemem, sübjektif bir konu. Milli Mücadele'yi örgütlerken İslami terimleri ve sol anlayışı kullanıyor Atatürk. Kullandıklarına dönemsel olarak kendisi de inanıyor mu sizce? Bana göre Atatürk sosyal demokrasi ve Marksizm anlamında hiçbir zaman solcu olmamıştır. Ama kurulu düzeni değiştirmek anlamında bakarsanız solcu diyebilirsiniz. Fakat kurmak istediği düzen de burjuva düzenidir. Avrupalı bir düzendir. Kapitalizm dışında, Batı düzeni dışında bir düzen amaçladığını sanmıyorum. 30 Ağustos ile Lozan arasında iki ayda Anadolu solculuğunu bitiriyor diyorsunuz. Kendi içindeki olası solculuğu da bitirebiliyor mu? Kesin olan bir şey var; Atatürk olmasaydı hilafet kalkmazdı. Atatürk olmasaydı hilafet siyasi yetkilerinden arındırılmış ruhani bir makam olarak devam ederdi muhtemelen. Hilafeti kaldırmak gerçekten çok zordu ve ancak Mustafa Kemal yapabilirdi çünkü hilafeti kaldıracak kadar güçlüydü, bütün güçleri kendisinde toplamıştı. Öncelikle, 300 yıldır yenilen bir milletin Milli Mücadele gibi büyük bir destanına önderlik etmiş. Karizmasını, gücünü, millette yarattığı hayranlığı düşünün. Sadece bizde değil, Hint camilerinde "Yaşasın Mustafa Kemal" yazıyor. Ordu tamamen Mustafa Kemal'e sadık; o da ordunun kendisine duyduğu sadakate önem veriyor. Subay maaşları konusundaki titizliğini biliyoruz. Kitapta var ama yine de hilafeti kaldırmak gibi zorlu bir işin üstesinden nasıl geldiğini anlamakta hâlâ güçlük çekiyor insanlar... "Eşim niye kitaplarla evlenmedin diye kızıyor bana" "Tarihten Geleceğe" diye bir kitabım çıktı. 1982 yılında yayımlanmıştı. 12 Eylül öncesinde yazdığım yazılar. Çeyrek asır geçti aradan, yeniden yayımladım. Tek kelimesini değiştirmedim; sadece dilini biraz sadeleştirdim. 25 yıl önce yazdıklarıma bakarak fikirlerim ne kadar devam ediyor, ne kadar değişmişim bunun hesabını veriyorum o kitapta. Öte yandan insan hayatında değişik dönemler oluyor. Bu yaşı, tecrübeleri, okumaları, yaşadığı toplumdaki değişimler sonucu gerçekleşiyor. Bunlar insanda da değişimler meydana getiriyor. "Ama Hangi Taha Akyol?" sorusunu sorabileceğim farklı farklı dönemleriniz oldu mu ? Eskisine göre daha az dogmatiğim. Hiç dogmatik değilim diyemem; kimsenin de diyebileceğini zannetmiyorum. Çünkü üzerine basıldığında bizi fırlatacak nasırlarımız hepimizde var. Kimisi dini duygularında dogmatik kimisi Atatürk hakkındaki duygularında kimisi sosyalizm veya liberalizm hakkında... Ama önemli olan bunu asgari düzeye indirebilmektir. Eskisinden daha liberalim, eskisinden daha hoşgörülüyüm farklılıklara karşı. Eskisinden daha duygusalım. Gençliğimde duygusaldım, orta yaşlarda duygusallığım azalmıştı, şimdi arttı.. Bir-iki örnek verseniz... "Eğlence kültürüm zayıftır" Bazen ağlarım. Ağlar mısınız? Bilhassa çocuk ıstırapları ağlatır beni. Albert Camus'nün "Hiçbir ideoloji bir çocuğun gözyaşlarına değmez" sözü hiç kalbimden çıkmaz. Ne ağlatır sizi? İnsanlarla sıcak ilişkilerde bulunmayı seven bir insanım. Uzaktan biraz sert duruyorum. Bizim hanımın en çok rahatsız olduğu ve beni eleştirdiği konu o. "Asık suratlı duruyorsun; insanların selamlarına karşılık vermiyorsun, kibirli sanacaklar seni" diyor. Halbuki ben yolda giderken falanca kitabın dipnotunda ne yazdığını ya da Atatürk'ün Sivas Kongresi sırasında manda konusunda ne yaptığını düşündüğüm için verilen selamı fark etmiyorum. Bazen hanıma da yapıyorum aynı şeyleri. "Niye kitaplarla evlenmedin?" diye kızıyor o zaman bana. Hep bu kadar sert değilsiniz o zaman? Bozkır kültüründen geliyorum. Bozkır gaddar bir coğrafyadır. Bozkır kültüründe eğlence gelişmemiştir. İç Anadolu türkülerini dinleyin, ıstıraplıdır, Balkan türkülerine bakın, daha neşeli, daha hayat doludur. Onun için eğlence kültürüm zayıftır benim. Kalkıp halay çekmek, dans etmek; bu tür şeyleri yapamıyorum. Tiyatroya gitmek, bir komedi filminde kahkaha atmak, sohbet etmek hoşuma gider. Şarkı söyler misiniz keyiflendiğinizde? Neredeyse 40 yıla varan bir evlilik ama çok güzel ve romantik bir evlilik. Kaç yıldır evlisiniz? Evet. Şiir de yazarım. Eşime onun adının aruz veznindeki karşılığıyla şiir yazdım. Romantik misinizdir? Nişanlılık yıllarında. Ne zaman? Hapishanede olduğum zamanlar dahil, evlilik yıldönümlerimizi ve eşimin doğum günlerini hiç atlamadım. Hâlâ öyle. O sayılmaz. Çok eskide kalmış. En son ne yaptınız onun hoşuna gidecek? "Nesline göre okuyan biri olduğu kesin ama abartı yanlış" Atatürk'ün mizacı, huyu, otorite ve yönetim anlayışı, muhaliflerini etkisizleştirerek bütün gücü elinde toplaması, fikirlerinin nereden geldiği, nasıl bir değişim süreci izlediği... Hilafeti kaldırmayı İsmet Paşa bile hiç düşünmüyor da niye Atatürk düşünüyor? Bundan sonraki kitabınızda Atatürk'ün kişisel özelliklerini anlatacağınızı söylüyorsunuz. Neler olacak o kitapta? Atatürk bir entelektüeldir. Ama Falih Rıfkı'ya görü kültürü "vasat"tır, büyük olan dehasıdır. Bir insanın dahi olması onun her konuyu en iyi bilen olmasını gerektirmez. Sözgelimi Jean Jacques Rousseau'ya "mecnun" diyor. Fakat neden öyle diyor biliyor musunuz; Rousseau'nun kuvvetler ayrılığını savunduğunu zannediyor. Halbuki Rousseau da Atatürk gibi kuvvetler birliğini savunuyor. Entelektüel tarafından bu kitabınızda da söz ediyorsunuz. Öyle rakamlar söyleniyor ki Atatürk'ün günde bin sayfa okuması gerek. Cephedeyken ancak dinlenmek için kitap okuyabilir. "Çalıkuşu"nu okuması öyle bir şeydir. O gördüğünüz listelerdeki kitapların bir kısmını okumuş, bir kısmına ancak şöyle bir göz atmış, karıştırmış olabilir. Nesline göre okuyan biri olduğu kesin ama abartı yanlış. İnternet sitelerinde Atatürk'ün okuduğu inanılmaz çoklukta ve çeşitlilikte kitap listeleri vardır... Yani biz aslında çok okumuş, çok kültürlü biliriz Atatürk'ü...