Pazar “Kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum”

“Kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum”

28.07.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Yazıp oynadığı “Muse - Bir Esin Perisi Davası” adlı tek kişilik oyunla Edinburgh Fringe Festivali’ne giden Fadik Sevin Atasoy, kadınları kendi esin perileri olmaya çağırıyor

“Kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum”

Los Angeles’a yerleştiğinden beri çok fazla haber almamıştım kendisinden. Orada bir oyun yazdığını ve oynadığını biliyordum elbette ama bir gün ani bir kararla kırmızı bavulunu alıp yollara düşen bu genç kadın hangi duraklardan geçti de bugüne geldi, takip edememiştim. “Bugüne gelmek” derken az buz bir şeyden söz etmiyorum; ilk kez bir Türk yazarın oyunu Edinburgh Fringe Festivali’nde sahneleniyor olacak. Fadik Sevin Atasoy, Erdal Beşikçioğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Muse - Bir Esin Perisi Davası” adlı tek kişilik müzikali Tatbikat Sahnesi - Zoo Venues yapımı olarak 2-10 Ağustos arasında dokuz kez oynayacak ve üç dalda ödül için yarışacak. Tam ABD dönüşü, İskoçya yolculuğu öncesi Kemer Country Club’da buluştuk Atasoy’la.

Haberin Devamı

Şu anda hayat nerede geçiyor, kaç ülke arasında?

Sanat odaklı gezgin oldum ben. Zaten çocukluğumda da ömrüm turnelerde geçti. Kaderim buymuş diyorum. Los Angeles’taydım, New York’a taşınıyorum oradan. Türkiye’de de bu oyunu çıkarmak için dört ay Ankara’daydım. Ankara’dan da İstanbul’a taşıyorum eşyaları. Bundan sonra New York - İstanbul arasında olacağım.

Bavulu alıp gitme meselesi 8 - 10 sene önceye dayanıyor. “Fadik ve Kırmızı Bavul” diye kitabınız var.

Kariyerimin en yüksek, en istikrarlı giden bir zamanında dedim ki “Ben bunun için mi oyuncu oldum?” Çok kendimi tekrara girmiştim. Biraz daha derine inmem gerekiyordu, hem yaşamsal olarak hem de üretim olarak. İşte o yolculuğun ardından bu kitap çıktı.

Haberin Devamı

“Kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum”

O yolculuk dediğimiz nedir? Nereye gittiniz?

Bütün eşyalarımı Çocuk Esirgeme Yurdu’na bağışladım, bir bavula düştüm ve ilk yaptığım iş Berlin’de göçmen kadınlarla drama çalışmak oldu, gönüllü olarak. O da bir meydan okuyuştu. Rahata, maddi kazanca. Aslında kendini sıfırlayıp bir bakmaktı geçmişe, değerlendirmekti.  O yolculuk beraberinde “Fadik ve Kırmızı Bavul”u getirdi. O tamamen bir sihirli gerçek roman.  O romandan sonra bu tiyatro oyunu doğdu bu yolculuktan, bir de yazdığım ve şimdi yönetmenliğini yapacağım bir kısa film.

Sonra neler yaptınız?

Babamla New York’ta ilk Türk tiyatrosunu kurduk. İkinci oyunumuz “Keşanlı Ali Destanı”nı oynadıktan sonra Los Angeles’ta drama çözümleme, metin çözümleme dersleri aldım. O sırada New York’tan ödül aldım. Dönemin Kültür Bakanı aradı, tebrik etti. “Bizim rapor çıkaracak bir elçiye ihtiyacımız var, böyle bir görev versek kabul eder misin?” dedi. “Seve seve,” dedim ve sinema elçisi olarak Los Angeles’a gittim. Görevim bitince de orada kaldım.

Los Angeles’ta bir süre kendi oyununuzu oynadınız, onun dışında neler yaptınız?

Bir filmde oynadım, “The 6th Degree” diye. Los Angeles’ta oyuncu olarak yapmam gereken ne varsa hepsinin yanına tik attım açıkçası. Şimdi bambaşka bir yolculuk var. Biraz kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum. Onun da en hızlı yolu buradaki ekibimle, Türkiye’de yaptığım işleri oraya götürmek.

Haberin Devamı

“Muse”a gelelim.

10 senelik falan bir şey o. Ben o sırada burs almıştım Edgemar Center for the Arts’tan. Oraya girmem de ayrı bir macera, biz babamla “Kanlı Nigar”ı oynadık Broadway’de, Los Angeles’a gezmeye gittik. Bir Türk arkadaşımız “Bir kadın var; Michelle Danner, oyuncu doktoru, herkes çıldırıyor kendisini ona göstermek için, sen de bir göstersene,” dedi. Anna Magnani’nin oynadığı Tennessee Williams’ın bir oyunu vardır, “The Rose Tattoo”, onu çalışayım dedim, İtalyan bir dul, daha kolay olur bana aksan olarak. Beni izledi, dedi ki “Seni bursla özel sınıfıma alıyorum, senin başarının altına ben imzamı atmak istiyorum”. Ben o sırada tatile gitmişim, dizi yapacağım Türkiye’de diye har vurup harman savurmuşum. Param yok, kalacak yerim yok, arabam yok. O sırada Kenan Doğulu aradı, yakın arkadaşımdır, New York’ta sanıyor beni. Ona durumu anlattım.Kenan’ın konuk evinde kalmaya başladım. Annemin akrabası Hatice Teyze, Urfa’dan, o da Los Angeles’ta yaşıyormuş, “Beni sen bırak işe, al arabayı okuluna git” dedi. Fakat çok kısıtlı param var ve Türkiye’den teklifler geliyor, “Bölüm başı şu kadar” diye, ben 5 dolarlık Subway sandviç yiyorum. O da bir sınavdı benim için. Dedim ki, “Hayır dönmeyeceğim”.

Haberin Devamı

Müthiş bir üretim içinde

“Muse” bu sınavın neresine denk geldi?

Michelle’in okulunda metinlere bakıyorum ama hiçbir şey beni tatmin etmiyor. “Anna Karenina”yı aldım, yapısını bozdum, bir monolog yazdım. Çıktım oynadım, “Bu çok güzel, nereden buldun?” dedi Michelle, “Ben yazdım” deyince “Bunu uzatıyorsun, iyi çıkarsa seni bu tiyatroda oynatacağım” dedi. Ben bunu pişirmeye başladım. O kadar güzel ki, Kenan yukarıda beste yapıyor. Psikolog bir arkadaşımızla  irdeleme yapıyorum karakterleri yazarken, müthiş bir üretim içindeyiz. Patchwork gibi “Muse”un karakterleri doğdu ve ilk ham şekli ortaya çıktı. Michelle “Hadi oyna,” dedi ama benim öğrenci vizem bitti, çalışma vizesi almam lazım. Vize almak için 10 bin dolar gibi bir şey vermem lazım. O sırada Türkiye’den bir film teklifi geldi, dedim ki “Önce bana şu kadar parayı yollasınlar”. O parayı hemen avukata verdim, tiyatroda da anons yaptım, “Buraya oyunumla geleceğim” diye. Ve o 2015’te gerçekleşti.

Haberin Devamı

Eğlenceli bir hikâyesi var.

Sanat gezegeninden dünyaya gönderilmiş bir ilham perisi Muse, 90401 de sicil numarası. Bütün ilham perilerinin sicil numarası var, memuriyet gibi. Dokuz ilham perisi evlene evlene torun çocuk sahibi olmuşlar, 90401’incisi bu. İşleri Shakespeare’e Kleopatra’yı, Tolstoy’a Anna Karenina’yı yazdırmak, Da Vinci’ye Mona Lisa’yı çizdirmek. Kızımız bu ustaların işlerine taş koyuyor. Çünkü “Anna Karenina” aslında güçsüzleştirilmiş bir finale sahiptir bir kadın olarak, Kleopatra da doğru şekilde yansıtılmamış bir karakterdir. Shakespeare’in gözünden baktığınız zaman seksist bir yaklaşım vardır; egzotiktir, baştan çıkarıcıdır. Halbuki diplomatik özellikleri yüksek, dokuz dil bilen ve matematikte dahiyane bir zekâya sahip bir kadınmış Kleopatra. Mona Lisa da yarım bir gülümsemesi olduğu için, o da büyük bir kahkahayı hak ediyor diye kız bunların finallerini değiştirmek istemiş. Ustalar da bundan çok rahatsız olmuş, sanat gezegeninin mahkemesine şikayet etmişler Muse’u. Canlı bir piyanoyla, müzikal bir oyun. Beş ayrı karaktere geçiyorum.

Kadınlara biçilen rollerle ilgili derdiniz var belli ki.

Bir kadın olarak derdim var tabii ki. Bu oyunu bir sosyal sorumluluk kampanyasıyla da birleştirmeye çalışıyorum; “Be Your Own Muse” diye. İskoçya’da o kampanyayı harekete geçireceğim, burada da “Esin Perim, Benim” başlığını kullanacağız. Kadınların artık kendilerine esin vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kendimde de yola çıkışla ilgili. İç sesimle, kendimle nasıl konuştuğumdan başlamam lazım. Edebiyat aracılığıyla kadını güçsüzleştirmek de bir seksisizm. Üzerime düşen, buradaki yaraları tamir edecek bir çözüm bulmaktı. Feminizm çığlığı atmadan, edebi anlamda bir irdeleme yaparak bir soru işareti koydum ortaya. Cevabı da insanlara bırakıyorum.

“100 tiyatroya mail yazdım”

Şimdi “Muse” ile Edinburgh Fringe’e gidiyorsunuz. Ama tabii önce siz bu oyunu Türkiye’ye getirdiniz.

Benim menajerim Zeynep Berkiş, Erdal’ın (Beşikçioğlu) da menajeri. Biz Erdal’la bir oturduk, mesleğe bakış açımız aynı, hemen örtüştük. Ben pılımı pırtımı topladım Ankara’ya gittim. Hemen oyunu çevirdim, şarkıların sözleri de bana ait, onları da çevirdim. Bir buçuk aylık provadan sonra perde diyebildik. Oyunu İskoçya’ya götürelim fikri yine benden çıktı. Edinburgh Fringe Festivali’ne iki türlü gidebiliyorsunuz. Bir, parasını verip sahneyi kiralayabiliyorsunuz; iki, ortak yapımcı bulabiliyorsunuz. Ben oyunun tanıtım dosyasını hazırladım, herhalde 100 tiyatroya falan e-mail yazdım ve Zoo Venues ortak yapımcı olarak çalışmak istediğini söyleyince de havalara uçtuk.

“Kendi kalemimin efendisi olmak istiyorum”

 

Yazarlar