12.12.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
Cuma günü Nişantaşında Raffi Portakalın galerisinde önemli bir sergi açılışı vardı. Raffi Portakal antika ve sanat eserleri koleksiyonculuğuyla uğraşan bir ailenin üçüncü kuşağı ve gelişim sürüyor. 50 yılda büyük servet birikimleri yapan Türkiye girişimci sınıfı bir yanda sıradan eserleri bilinçsizce toplar, diğer yanda büyük şehirler ve taşralarda ecdaddan kalma dokuma, mobilya, halı, tombak ne varsa eskiciye kakalarken, evvela daha gerçek eserlere karşı ilgi duymaya başladı ve eğitimini gördü. Derken, ilgi Osmanlı ve Türk sanat eserlerine yöneldi. Yazılı evrak, hat sanatı eserleri giyim eşyaları saklanmaya hatta derlenip toplanmaya başladı. Aynı ilgi petrol zengini eski Osmanlı ülkelerini, Körfez şeyhliklerini de sardı. Bahreynde, Dubaide, Katarda eski Kuran nüshalarına ilgi uyandı ve müzeler kuruldu. 30-40 sene evvel süründüğünü bildiğimiz hatta evlerindeki hazineleri, kendileri de değerlendiremeyen hattat ve müzehhip ailelerinin ellerindeki parçalar bir bir piyasaya çıkmaya ve inanılmaz meblağlar karşılığında İstanbul, Dubai, Kuveyt üçgeninde dolaşmaya başladı. Her dolaşımın içinde incelik, ilgi ve bilgilenme gibi olumlu gelişmeler kadar spekülasyon ve para hırsı da vardır; bu kaçınılmaz. Derken çini pano koleksiyonları Yeni Cami deposundan, vakıfların elinden çıkıp hatta camilerden aşırılıp dediğimiz bölgelerde dolaşmaya başladı. Rahmetli Sevgi Gönül bu alanda önemli parçalar toplamaya başladığı zaman karşısında alıcı rakip olarak Körfez şeyhlerini buldu. Şeyhin hakkı şeyhe; müzelerinin çini kataloğunu çıkardıklarında bu kıymetli eseri İznik çinilerini toplayan ve değerlendiren koleksiyoncuların başında gelen Sevgi Gönüle ithaf ettiler.Raffi Portakal adı İstanbul piyasasında Avrupa eserlerini sunan yeni bir girişim oldu. Türkiye yönetimi sadece bu ülkenin eserlerini sergilemeye çalışan ama dünyanın zenginliklerini Türk halkına göstermek gibi bir endişe taşımayan garip bir kültür politikasızlığı içindedir. İslam Eserleri Müzesi müdürlüğü zamanında Nazan Ölçer, kendi kişisel otoritesini kullanarak Avrupa eserlerini burada sergiletmenin birkaç örneğini vermiştir. Şimdi Portakal Galerisi trilyonlarca lira sigorta bedeli ödeyerek ve yurtdışında edindiği müsbet intiba sayesinde Picasso, Bonnard, Utrillo, Monet, Rodin, Toulouse-Lautrec, Renoir gibi ünlülerin tablolarını getiriyor. Sergi 12 Ocaka kadar açık. Nişantaşında nasıl bir izdiham olur merak ediyorum. Eminim ki bu eserler satın alınacak ve bu memleketin özel müzelerinde teşhir edilecektir. Herkes bizim müzelerdeki eserlerimize hayran olacak değil ya, bizim de bu dünyadakilere bayılma zamanımız çoktan geldi. Tophane-i Amirede Paşabahçe Mağazaları cam üzerine hat eserlerinden oluşan nefis bir koleksiyonu sergiliyor. Bir asrı aşan tatbiki güzel sanatlar eğitimi dünyada örneği az görülen böyle bir sanayi dalını ortaya çıkardı. Bu incelik teşhir edilen eserlerde görülüyor. Bazı şom ağızlılar vardır. "Harf devrimi hat sanatını öldürdü" derler. Hiç böyle değil. Gencecik insanlar bu sanatı dedeleri kadar ustalıkla sürdürebiliyor. Görülecek bir koleksiyon. Muazzam bir meblağın dünya sanat tarihinin ünlü eserlerine akıtıldığı gelişmiş sanat ortamlarının yanında, dünya başkentinin merkezinde elan vurdumduymazlık ve pespayelik devam ediyor. Zaman gazetesinin 6 Aralık nüshası; sözde koruma altındaki Süleymaniyenin nasıl çöküntüye terk edildiğini ve Osmanlı İmparatorluk kültürünün bu merkezi bölgesinin önemli bir kesiminin nasıl karanlık işlemler sonucu yakılarak otopark haline getirildiğini haritasıyla sergiliyor. Milyonlarca dolar sigorta parasıyla dünya sanat şaheserlerinin sergilendiği ve alınabildiği bir ortamda bu tavrı anlamak mümkün değil. Zenginliğin getirdiği incelikler ile zenginleşme eğilimlerinin yarattığı yağmacılık nasıl oluyor da üç kilometrelik mesafenin iki ucunda bu kadar göze batan bir tezat halinde yaşayabiliyor? Nişantaşı-Süleymaniye birbirinden ayrı iki dünya değil, ama bütünleşen bir zemin oluşturmadıkça; Türkiyedeki kaostan, kültür anarşisinden, şizofren toplum yapısından arınmak mümkün olmayacaktır. Raffi Portakal bizim ülkemizde dedesinin işini devam ettiren nadir torunlardandır. Meslekler henüz, toplumsal hareketliliğin rayına oturmadığından olacak, billurlaşamamıştır. Bir sülalede üç nesil hukukçuluk, sanayicilik, üniversite hocalığı hatta muhasebecilik pek rastlanan olgulardan değildir. Kırsal alanlar ve taşra hızla boşaldığından üçüncü nesil nalbant, dededen toruna demircilik, semercilik de görülmez. Türkiye 50 yıldır zenginleşiyor, eğitim görenlerin sayısı artıyor ama muhteva değişmiyor. Bazı çarpıcı, ümit verici gelişmeler var ama vurdumduymazlık, tarihi ve çevreyi kavrayamama da paralel gidiyor. Perşembe günü Türkiye hayırlı bir evladını kaybetti; genç değildi. Zaten idrakı olan kuşaklara yeterince iş, tecrübe ve bilgi de bırakmıştır gençliğinde. STFAyı herkes gibi duydum, dev inşaat şirketiydi. Başındaki iki dahi; "Mühendis lüks harcama yapmaz, giyimle kuşamla vakit ve para kaybetmez" diyen girişimcilerdi. Sessiz sedasız binlerce çocuk okuttuklarını, gelen herkese akıl verdiklerini, oturdukları yazlık köyü şenlendirdiklerini de duyardık. Derken Feyzi beyin müthiş mühendislik icatları yanında teknisyenlerini ve personelini yetiştirmeye yönelik kitapçıklar yazdığı görüldü. En çetin konuları ve sorunları herkesin kafasına kakacak kadar berrak ama sert bir üslupla kaleme almıştı. Sertlik müthiş bir mizahı da içeriyordu. Mesela, "Çelik olmayan metreyle ölçüm yapmayın, böyle bir ölçüm yüzünden falanca köprünün ayakları iki metre içeride kalmıştır. Karşındakine güvenme, çünkü o herif sıfırlamayı unutur" gibi öneriler de vardı. Bizim işimiz olmayan bu kitapları, sırf üslubundan dolayı okumuştuk.Bizim kuşak Türkiye için çok karamsar düşünürdü. Toz pembe ufuklar henüz politikacıların nutuklarından başka yerde yoktu. "Çivi dahi yapamayız" sözleriyle büyümüştük. 1980lerin başında bir kongre için Libyadaydık. Kaddafi ilginç nutuklarıyla bilinir, milleti toplamış gene söylev veriyordu; "Şimdi, eski efendimiz Osmanlıyı size hizmetçi yaptım" diyordu. Gurbetteki Türk işçileri ama asıl limandaki STFA inşaatının göğe yükselen dev vinç makaralarını kastederek gülüyordu. Liman inşaatı! 50 sene evvel bu aletler burda olsa, İtalyanlar Trablusgarpa zor yanaşırdı. 150 senelik mühendislik eğitimi Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya üstatlarla bereketli ürünlerini vermişti. Ama asıl yükselen girişimci sınıfı püriten ahlak ve tüketim rehberliğini de bu ikisi yapıyordu. "Biz toplu iğne yapamayız" mızmızıyla yetişen ezik kuşağın başı böyle dikleşti ve geleceğimize umutla bakar olduk. Feyzi Akkayayı kaybettik