Pazar "Önemli olan, sinema macerasına atılmaktı"

"Önemli olan, sinema macerasına atılmaktı"

11.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yıllarca sinemada yan rollerde izlediğimiz tiyatro oyuncusu Ülkü Duru, Berkun Oya'nın "İyi Seneler Londra" filminde ilk kez başrol oynuyor. Duru: "Filmi çok beğenenler var, hiç beğenmeyenler var. Kaç kişinin izlediğini bilmiyorum. Mühim olan, birlikte sinema macerasına adım atmak ve hayallerimizi gerçekleştirmekti. Kamera arkasında hiç bulunmamış birinin yaptığı ilk film olduğunu düşünürsek ben memnunum"

Önemli olan, sinema macerasına atılmaktı

axpaz021.jpg Sinemada ise "Gölge Oyunu", "Eşkıya", "Yazı Tura" gibi önemli filmlerde küçük ama akılda kalıcı rolleri oldu... Bu yıla kadar..."Aliye" dizisiyle beyaz camın büyüsünden nasibini alan, bir süre sokakta yürüyemez hale gelen Ülkü Duru, şimdi de "İyi Seneler Londra" filminin başrolünde. Yıllardır birlikte tiyatro yaptığı Berkun Oya'nın ilk filminde Yaşar Nur adlı dünyaca ünlü bir "diva"yı oynuyor Duru. İlk kez görücüye çıktığı İstanbul Film Festivali'nden itibaren sert eleştirilere maruz kalan, yönetmeni tarafından 25 dakikası kesilerek yeniden kurgulanan "İyi Seneler Londra"nın akıbeti ne olursa olsun, Ülkü Duru bu maceraya atılmış olmaktan çok memnun... Sırada üçlemenin diğer iki halkası olan "İyi Seneler Bolvadin" ve "İyi Seneler İstanbul" var. Tiyatronun gizli yıldızlarından Ülkü Duru... Yıllarca İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda ses getiren oyunlarda oynadı, takipçileri oldu. Ama tiyatro izleyicisi olmayanlar için, tek kişilik oyunu "Miss Margarida Yöntemi"nde bir seyirciden tokat yiyen oyuncuydu. Bir de tabii "Aliye"nin Nusret'i... Doğrusu genelinde ilk film olmanın verdiği birtakım aksaklıklar olduğunu düşünüyorum. Ama sonuçta bana cazip geliyor çünkü çok cesur bir film. Hiçbir sinema eğitimi olmayan, kamera arkasında bulunmamış birinin yaptığı ilk film olarak evet, ben memnunum. Benim için önemli olan, Berkun, Ali (Atay) ve benim bu sinema macerasına adım atışımız ve o süreç. Berkun'un bana senaryoyu anlattığı geceden itibaren bütün aşamalar, hayallerimizin gerçekleşmesi, Paris'e gidip Dennis Lavant ile tanışmamız, Londra'daki çekim aşaması... Bu birliktelik, o sıkıntılar, o eğlenceler çok önemli benim için. Memnun musunuz "İyi Seneler Londra"dan? Evet ama ben bu yolculuğu seviyorum. Yeni bir sinema diliyle bir şey yapacağına çok inanıyordum. Bu bir risk diyebilirsiniz ama yıllardır sinema yapan biri için de yeni yapılan iş bir risktir. Şu anda film gösterimde, kaç kişi izledi bilmiyorum. Çok beğenenler var, hiç beğenmeyenler var. Ama bunlar beni hiç ilgilendirmiyor, ben çok memnunum. Hiç sinema tecrübesi olmayan bir yönetmenle yola çıkmak risk değil mi? "Görüşmeye kaykayla geldi" Hani hayalinizde biri vardır, onunla oynamayı çok istersiniz ama bu olacak bir şey değildir, o çok ünlü bir oyuncudur, Dennis Lavant benim için öyle. İlk "Köprü Üstü Aşıkları"nda seyrettiğim zaman Juliette Binoche'u çok kıskanmıştım. Bu hayalim gerçekleşti yıllar sonra, çok heyecan vericiydi. Hem de hiç para almadan kabul etti oynamayı. Biz çekimden önce onunla tanışmaya gittik Paris'e. Bastille'de bir kafede buluştuk, çok sempatikti, kaykayla geldi. Dennis Lavant ile oynamak nasıldı? Evet, Türk insanının kimlik sorunu bence özellikle şu dönemde çok önemli bir konu. Berkun'un böyle bir konuya değinmiş olması bile büyük bir cesaret. Türk insanının sadece yurtdışında değil, Türkiye'de de kendini çok yabancı hissettiğini düşünüyorum. Özellikle bizim kesimin, sanatçı çevresinin... Çok zor bir dönem geçiriyoruz. Filmin müziğinin Fazıl Say'a ait olması da ilginç bir tesadüf olmuş bu dönemde ve Türklerin kimlik meselesini ele alan bir filmde... Sanat özgürlük isteyen bir şey. Elimizden geldiğince özgürlüğümüzü koruyabilmek için dimdik ayakta olmamız gerektiğini düşünüyorum. Sanatçı zaten hayata eleştirel bakarak varolur. Ülkesine, insanlığa daha iyi bir hayat sunabilmek adına sanat yapıyordur. Bu da kendi insanını ve ülkesini ne kadar sevdiğini gösterir. Yoksa zaten böyle bir derdi olmaz. Ülkesini ve insanını bu kadar sevdiği için eleştiren sanatçılara tavır alınması son derece hüzün verici bence. Siz nasıl hissediyorsunuz bu konuda? "Şarkı söyleyemeyen bir diva korkunç olurdu herhalde" Evet, yıllar önce "Batı Yakasının Hikayesi" müzikalinde oynamıştım, ondan sonra hiç şarkı söylememiştim. Burada çok sevdiğim rahmetli arkadaşım Nükhet Ruacan'la ses çalışmaları yaptık. Ve yine müzisyen arkadaşım Selim Atakan'la çalıştık. Çok iddialı bir şey, Avrupa'da tanınan bir diva diye ortaya çıkıyorsunuz, şarkıyı söyleyememek korkunç olurdu herhalde. Şarkı da söylüyorsunuz filmde... Hiç otobüse binmemiş aslında Yaşar. Doğru bir otobüsmüş Enver belki onun için ama hiç binmemiş. Kariyeri tercih etmiş ve hep yalnız kalmış. Bu yaşamda da çok olası bir şey. Yaşar Nur kariyer ve üne sahip olduğu halde bir zamanlar kaybettiği aşkından ötürü mutsuz bir kadın. "Yanlış otobüse binmiş" diyebilir miyiz, filmde Zuhal Olcay'ın oynadığı karakterin söylediği gibi... İnsan kaderine aslında kendi karar veriyor. Bazen yanlış, bazen doğru karar oluyor ama sonuçta karakterine en uygun tarafı seçiyor. O yüzden seçimlerimiz kaderlerimiz oluyor. Nasıl bakıyorsunuz Yaşar'ın seçimine? Muhakkak vardır ama öbür seçimin ne olduğunu şu anda bilmemize imkan yok. İnsan o anda verdiği kararın doğru olduğunu düşünüyor. Ondan sonra yaşamın size getirdikleri, tecrübeleriniz, ondan ders alıp başka türlü kararlar almanıza sebep oluyor. Bir daha o tür hatalar yapmamaya çalışıyorsunuz. Ama yaşam, neyin hata neyin doğru olduğunu çok da fazla bilebileceğimiz bir durum değil. Sonuçta herkes layık olduğu hayatı yaşıyor diye düşünüyorum. Sizin de var mıdır hayatta "Bunu değil şunu seçseydim her şey bambaşka olurdu" dediğiniz anlar? Türkiye'de oyunculuk çok zor bir meslek. Yurtdışında bir dizide başrol oynadığınız zaman bütün hayatınız kurtulabiliyor. Ama ben kendimi özellikle son dokuz-on yıldır çok şanslı görüyorum. Çünkü gerçekten istemediğim hiçbir işte çalışmadım. Meslek hayatınızda attığınız adımlardan genel olarak memnun musunuz? Evet, kafe işlettim yıllarca, şimdi altı kadın arkadaşımla birlikte kadınlara özel spor salonları açtık. Kendi mesleğimde sadece istediğim şeyleri yapabilmek için maddi olanaklarımın daha iyi olması gerekiyordu. Gerçi kafe işi de sevdiğim bir iş, kendim de kafelerde sohbet etmeyi, yaşamayı severim. Spor salonları meselesine gelince, kendimi bildim bileli spor yapan biriyim. Onun için o bana sosyal bir faaliyet gibi geliyor. Aslında ticarete kafam çalışıyor benim. Bu seçme özgürlüğü biraz da oyunculuk dışında para kazandıracak başka işler de yapmanızdan kaynaklanıyor değil mi? "Çok iyi bir dansçıydım" Dansı seviyordum. Methetmek gibi olmasın ama çok iyi bir dansçıydım. Ama herhalde sezgilerimle, dansçı olursam mutsuz olacağımı düşündüm. Tiyatroya da çok büyük bir tutkum vardı zaten, oyuncu olmaya karar verdim. Çok da iyi bir karar vermişim. Siz aslında tiyatrodan önce bale mezunusunuz konservatuvardan. Çocukken hayaliniz dansçı olmak mıydı, oyuncu mu? Öyle. Çünkü dansı hakikaten çok seviyordum. Hâlâ da öyle, yılbaşı gecesini mesela, 5,5'a kadar Roxy'de dans ederek geçirdim. Dans beni çok rahatlatan bir şey ama keyfi olarak, meslek olarak değil. Ben hayatın zevklerini de sonuna kadar tadını çıkara çıkara yaşamayı seven bir insanım. Bu yüzden de doğru karar bu. İşte Yaşar'ınki gibi bir seçim bu da... "Miss Margarida Yöntemi" çok sevdiğim bir oyundu. Talihsizliği o tuhaf tokat olayıdır. Seyircinin oyuncuya tokat atmasının alt metnini hâlâ bulabilmiş değilim. O zaman da söylemiştim, bence bir erkeğin rol icabı bile bir kadının kendisine hükmetmesine tahammül edememesiydi herhalde. Aslında seyirci çok sahiplendi, o çok güzeldi. Bir basın ikiye ayrıldı. O da komik, millet oyunu görmeden yorum yapmaya başladı. Bazı meslektaşlarım bile "E seyirciye tokat atarsa o da yer tokadı" diye açıklamalar yaptı... Halbuki ben kimseye tokat atmıyordum tabii ki. Tamamen zırvalıktı diyebiliriz. Sizi tiyatrodan tanımayanlar bir "Aliye"yi bilir, bir de meşhur "Miss Margarida Yöntemi"ni... Çok. Beni televizyonda "Kaygısızlar" dizisinde tanıyanlar vardı ama o da unutulmuştu artık. Televizyon dizisinde oynadığınız an sokakta yürüyemez oluyorsunuz. Çok sevilen de bir karakterdi benim oynadığım, o yüzden tiyatroya da seyirci getirmiştir diye düşünüyorum. "Aliye" popülerlik anlamında çok değiştirdi mi hayatınızı? "Orhan Duru'nun kardeşi olmaktan gurur duyuyorum" O benim için o kadar değerli bir insan ki, ağabeyim olmasından öte, hayatımda gördüğüm en medeni, gerçekten aydın diyebileceğim insandır Orhan Duru. Onunla ilişkimiz çok enteresan. Zaman zaman baba-kız gibi oluyoruz, zaman zaman ağabey-kardeş gibi oluyoruz, zaman zaman da edebiyat, sinema tartışan iki arkadaş gibi oluyoruz. Bu yüzden Orhan Duru'nun kız kardeşi olmaktan gerçekten gurur duyuyorum. Benim çok örnek aldığım biri ağabeyim. Yazar Orhan Duru ağabeyiniz. Onunla ilişkiniz nasıldır? "Eşimle Antalya'da rakiptik" 15 yıllık evliyim, 17 yıldır da beraberiz. Eşim İştar Gökseven de oyuncu, Devlet Tiyatrosu'nda. En son bu yıl Handan İpekçi'nin "Saklı Yüzler" filminde oynadı. Onun da ilk başrolüydü sinemada tesadüfen ve Antalya'da birbirimize rakiptik. Bu bizi çok eğlendirdi. Bu yıl ikimizin de iki oyunu, birer filmi var ve ikimizin de bu ay dizisi başlıyor. İnşallah aynı güne karşılıklı konmaz, o zaman yandık işte. Kaç yıllık evlisiniz? Öğretmenim. Ama "Miss Margarida"daki gibi değilim. O deli manyak bir şeydi. Burada öğrencilerin sevip saydığı bir müdür yardımcısıyım. Çok gerçekçi bir senaryo. Şu andaki devlet liselerini, oradaki şiddeti, terörü anlatıyor. Yeni başlayacak dizinizin adı "Sınıf". Öğretmen misiniz yine?