Pazar “Sait Faik’le vapura binmek isterdim”

“Sait Faik’le vapura binmek isterdim”

05.07.2020 - 03:04 | Son Güncellenme:

Yarı Türkçe yarı İngilizce tweetleriyle sosyal medyanın en sevilen simalarından birine dönüşen Amerikalı gazeteci Paul Benjamin Osterlund ile sevdalısı olduğu İstanbul’u turladık

“Sait Faik’le vapura binmek isterdim”

Paul Benjamin Osterlund, Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney Kampüsü’nün önünde taksiden indiğinde henüz 19 yaşındaymış. “Aşağı inerken o manzarayı gördüğümde aşık oldum. O anda bu şehirde yaşayabileceğimi düşündüm. O an hep aklımda kaldı” diye anlatmaya başlıyor artık bir İstanbullu olarak bu şehirle göz göze geldiği ilk anı. Amerikalı gazeteci ve çevirmen Osterlund, on yıldır İstanbul’da yaşıyor. Pek çok İstanbullu onun sosyal medyada işaret ettiği yerlerde yemek yiyor, mezeleri merak edip deneyimliyor ya da sokaklarında kayboluyor... İlginç sokak adlarının, Arapça kökenli eski kelimelerin ve İstanbul modernizminin tutkunu Osterlund ile onun İstanbul’unu gezmek için buluştuk Kurtuluş’ta.

Haberin Devamı

Bizi elindeki listeyle karşılayan Paul Benjamin Osterlund, “Benim içimdeki gezme ve keşfetme yönüyle tarih ve mimariye olan ilgim İstanbul’a geldikten sonra ortaya çıktı. Gazeteci olmam ve gazetecilik yapmam İstanbul kaynaklı. Bu şehir bana çok şey verdi bu yüzden buranın hikayelerini anlatmaya çalışıyorum. Bostanların yıkılması, tarihi yapıların kondisyonu, bazı semtlerin değişmesi üzerine haberler yapıyorum. Bir sürü konu hakkında çalışıp yazıyorum ama en çok ilgimi çeken şey şehrin değişimi. Şehir nasıl değişiyor, insanları nasıl etkiliyor ve bakış açılarını nasıl şekillendiriyor. İstanbul sürekli değişen bir şehir, bu yüzden bir gazeteci olarak müthiş bir zenginlik sunuyor” diyor.

Onu en çok kızdıran şeylerden biri sosyal medyadaki paylaşımlarına istinaden yapılan “Hayat sana güzel” yorumları. “İnsanlar sürekli dolar ve euro kazandığımızı düşünüyor oysa düzenli gelir kaynağım lira. Seyahatlerimi ve yiyip içtiklerimi finanse etmem gerekiyor” diyor ve “Sonuçta kirada oturuyorum” diye de ekliyor. Listenin başında Bozdoğan Kemeri var, soluğu kemer dibinde alıyoruz. “İstanbul’a ilk geldiğimde Bozdoğan Kemeri’ni görmüştüm. İnanılmaz bir yapı. 4. yüzyılda yapılmış ve şehrin dibinde. Bu kemerin altından yoğun ve aktif bir cadde geçiyor. Bu kemeri her gördüğümde mutlu oluyorum. Hâlâ ayakta kalması çok etkileyici” diye anlatıyor. Ardından İMÇ Blokları’ndaki Plakçılar Çarşısı’na geçiyoruz. Kendi de müzik yapan Osterlund için İMÇ hem mimarisi hem de plakçılarla çok özel bir yer: “İMÇ’nin plakçılar bölümüne girdiğinde sanki 70’ler ya da 80’lere gitmiş gibi oluyorsun. Konuştuğumuz plakçılar gibi adamlar yıllardır orada ve bir şekilde ayakta kalabilmişler.” Osterlund ile beş yıl önce röportaj yaptığı plakçıyı da ziyaret ediyoruz.

Haberin Devamı

Ahmet Kaya’nın ilk albümlerinde onunla çalışmış olan plakçının anılarını dinlemek keyifli olsa da Paul B. Osterlund’un listesi oldukça uzun...

“Benim için korkunç olan sakin bir köyde yaşamak”

Yol alırken müzik üzerine sohbetimize devam ediyoruz: “Türkiye’ye gelmeden evvel Selda Bağcan dinlemeye başlamıştım. 2009’da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde binlerce öğrenciyle beraber Erkin Koray dinlemiştim o da efsaneydi. Ayrıca kendi gruplarım var, kendi müziğimi de yapıyorum” diye anlatıyor. İMÇ’nin adeta zamanda yolculuğa çıkartan atmosferiyle İstanbul’da hangi dönemleri görmek isterdiniz diye soruyorum, “Bir İstanbul sevdalısı olarak çeşitli dönemleri görmek isterdim. ‘90’ların başlarında İstiklal’in hâlâ trafiğe açık olduğu zamanları mesela ya da Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yılları…” diye yanıtlıyor. “Sait Faik’i çok severim. Onunla zamanında Beyoğlu’nda bir şeyler içmek ya da beraber vapura binmek isterdim” diye sürdürüyor zamanda yolculuk hayalini. Tüm bu eski İstanbul hayalinin ötesinde 16 milyonluk bir şehirde yaşamanın çıldırtıcı olup olmadığını sorduğumda “Benim için daha korkunç olan sakin bir köyde yaşamak. Öyle olunca kendi içine dönüyorsun çünkü… Bu kalabalık, kaos benim ruh sağlığım için güzel bir şey. Ben şehir insanıyım. Hep büyük şehirleri sevdim” diyor. İstanbul dışında en sevdiği şehirler Adana ve Ankara.

Haberin Devamı

“Sait Faik’le vapura binmek isterdim”

Haberin Devamı

“İstanbul’a yerleşmeden önce vejetaryendim”

Yedikule Bostanları’nda dolaşırken yavaş yavaş acıkıyoruz. Oradan Güngören’de Küçük Antep diye anılan Köyiçi Mahallesi’ne gidiyoruz. Hamo’nun Yerinde nohut dürüm yiyeceğiz ama Paul B. Osterlund’un henüz maydanoz sevmediğimden haberi yok. Yemeklerden bahsederken “Buranın sakinlerinin büyük bir kısmı Antepli. Bir sürü güzel Antep usulü lokanta var. Bağdat Ocakbaşı var çok güzel kebap yapıyorlar, nohut dürümcü var nohut dürümü pek bulamazsın İstanbul’da. Denemeyenlere kesinlikle tavsiye ederim” diyor.Osterlund’un etle ilişkisi tamamen değişmiş. Amerikalı bunu şöyle anlatıyor: “İstanbul’a yerleşmeden önce yedi yıllık vejetaryendim aslında. Etik sebeplerden dolayı et yemiyordum. Hâlâ etik bir şey olduğunu savunmuyorum ama yiyorum. Karaköy sahilindeydim. Balık ekmek kokusu geliyordu burnuma. Bir balık ekmek aldım, yedim sonra bir tane daha yedim ve ondan sonra köfte, kebap, kokoreç her şeyi yemeye başladım...” Paul B. Osterlund iddialı değilim dese de mücverden fellah köftesine pek çok şeyi de pişiriyor. Osterlund diğer favori mekanlarını şu şekilde sıralıyor: “Meze konuşacaksak Cibalıkapı çok güzel, Haliç’te ve Moda’da da şubesi var. Kurtuluş’ta Astek diye güzel bir mekan var, Müşterek’i çok seviyorum onların yeni mekanları Meclis Meyhanesi oraları çok severim.”

Haberin Devamı

“Arkadaşlarımdan çok İstanbul’un sokaklarını özledim”

Sayısız mekândan bahsederken İstanbul’un hareket noktası Beyoğlu’ndan söz açmamak olmaz. “Beyoğlu’nu çok seviyorum, birçok kişi diyor ki Beyoğlu bitti millet Kadıköy’e ya da Beşiktaş’a gidiyor kesinlikle öyle bir şey yok Beyoğlu bitmez… Bana nereye gidiyorsun diye sorarsan mutlaka Beyoğlu derim, Beyoğlucuyum yani… Kadıköy ve Beşiktaş’ı severim ama benim için Beyoğlu” diyor Osterlund. Kendi İstanbul’u için bazı planları da var Osterlund’un: “İstanbul ile ilgili bir kitap yazmayı düşünüyorum. İstanbul’a hep tarihi açıdan bakılmış. Hazırlamak istediğim kitap İstanbul’a modern bir perspektiften bakacak. Benim gezdiğim, benim gördüğüm İstanbul’u yazacağım. 1950 yılından sonra inşa edilen İstanbul’u... İstanbul’u turlarken konu karantinadan açılıyor “Arkadaşlarımdan daha çok İstanbul’un güzel sokaklarını özledim” diyor Osterlund.