Pazar “Stadyumlar da ülkeler gibi”

“Stadyumlar da ülkeler gibi”

15.09.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

“12 Numaralı Adam” adlı gösterisiyle Türkiye’yi dolaşan Erkan Kolçak Köstendil, “Bence stadyumlar biraz ülkeler gibi... Taraftar olanlar, top koşturanlar, yönetenler ve her şeyi dışarıdan gözlemleme şansına sahip olan kaleciler var” diyor

“Stadyumlar da ülkeler gibi”

Dizi, tiyatro ve sinema filmlerindeki performanslarının yanı sıra kısa filmleriyle de adından söz ettiren Erkan Kolçak Köstendil, yazıp oynadığı “12 Numaralı Adam” ile kendi deyimiyle “kapı kapı tiyatro” yapıyor. 30 yıllık kariyeri boyunca 29 farklı takımda oynamış Budgie lakaplı bir kalecinin hikayesinden esinlendiği oyun için Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasında 11 ülke ve 32 şehre giden Köstendil,  Türkiye turnesine başladı. Bursaspor’un alt yapısında kalecilik yaptıktan sonra bugün lisansı Vefaspor’da olan ve hazırlık maçlarında sahaya çıkan oyuncuyla, “Kendi hikayem değil ama en iyi bildiğim yer” dediği kalecilikten, oyundan hayata dair konuştuk. D izi, tiyatro ve sinema filmlerindeki performanslarının yanı sıra kısa filmleriyle de adından söz ettiren Erkan Kolçak Köstendil, yazıp oynadığı “12 Numaralı Adam” ile kendi deyimiyle “kapı kapı tiyatro” yapıyor. 30 yıllık kariyeri boyunca 29 farklı takımda oynamış Budgie lakaplı bir kalecinin hikayesinden esinlendiği oyun için Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasında 11 ülke ve 32 şehre giden Köstendil,  Türkiye turnesine başladı. Bursaspor’un alt yapısında kalecilik yaptıktan sonra bugün lisansı Vefaspor’da olan ve hazırlık maçlarında sahaya çıkan oyuncuyla, “Kendi hikayem değil ama en iyi bildiğim yer” dediği kalecilikten, oyundan hayata dair konuştuk. 

Haberin Devamı

“12 Numaralı Adam” perdesini yurt dışında açtıktan sonra şimdi Türkiye turnesinde... Neden öncelik yurt dışı oldu?

Yaptığımız şeyin kapı kapı tiyatro olduğunu söyleyebiliriz. Ama aslında bir kalecinin hikayesinden etkilenerek yola çıktık. Budgie lakaplı gezgin bir kaleciden. 30 yıllık kariyeri boyunca 29 farklı takımda oynamış. Oyun, kalmak ve gitmek gibi kavramlar üzerine de bir şeyler anlattığı için direkt giderek başlamayı uygun bulduk. Sabit kalmasın istedik, kaleci Budgie gibi gezsin diye bir sene içerisinde 4 kıtada 11 ülke ve 32 şehri gezdik.

4 kıta 11 ülke 32 şehir... Bu ilgi size neler hissettirdi?

18 binin üzerinde izleyicimiz oldu. Yurtdışında yaşayan insanların büyük bir hasretle karşıladıklarını söyleyebilirim. Bu sadece benim bazımda değil, benzeri şekilde gidip oynayanların da gördüğü başka bir hal var orada. Daha fazla tutkuyla geliyorlar. Tereddütlüler bir de...

Haberin Devamı

Nasıl tereddütlüler? 

Şöyle; özellikle İstanbul’da tiyatro izleyicisi biraz daha oturmuş bir kitle. Neyle karşılaşacağıyla ilgili fikir sahibi oluyorlar ama yurtdışında yaşayanlar, “Acaba neyle karşılaşacağım?” diyerek geliyor. Bizim yaptığımız iyi mi kötü mü, bunu anlayabileceğimiz yer seyircidir. Onlar size ışık yapar. Oyun, 4 şehirden sonra bitmediyse, başka şehirlerden de davet geldiyse beğenilmiştir diye düşünüyoruz. Demek ki iyi bir şey çıkarmış, paylaşmışız ki talep devam ediyor ve gezmeye devam ediyoruz diye düşünüyorum.

İlk etapta sadece futbolseverlerin seveceği, anlayacağı bir oyun mu bu diye geliyor akla...

Bu en çok karşılaştığımız durum. Futbolla ilgilenmeniz gerekmiyor ama taraftar olanların nasıl bu kadar tutku duyduğu, hayatın içinde ne gibi eksikliklerimizi giderdiğiyle ilgili bir gözlem yapma şansına sahip oluyorsunuz. “Bu adamlar bu yüzden bu kadar tutkuyla bağlanıyorlar” diyebileceğin bir yer olabilir oyunda. Köln’deki oyuna Haldun Dormen geldi. Haldun Hoca’nın da futbolla zerre alakası olmaz; oyun bittikten sonra inanılmaz keyifliydi ve “Ya ben bile ofsaytı anladım” demişti...

“Stadyumlar da ülkeler gibi”

“Kadın izleyiciler erkeklerden daha fazla”

Haberin Devamı

Hikayesine gelirsek, finale giden bir maç ve bir yedek kalecinin son şansı... Siz bize nasıl anlatırsınız?

Aslında bence stadyumlar biraz ülkeler gibi... Kendisine çizilmiş sınırların dışında taraftar olanlar, top koşturanlar, yönetenler ve bir de her şeyi dışarıdan gözlemleme şansına sahip olan kaleciler var. O yüzden stadyumu bir ülke gibi düşündüğün zaman esasında en fazla gözlemleme şansına sahip konumdaki kişinin dilinden maçın hikayesini yani bir memleketin hikayesini dinleme şansınız oluyor. “Futbol fena halde hayata benzer” diye bir söz vardır ya onun gibi.

İzleyicilerdeki kadınların oranını da merak ediyoruz. Futbola çok fazla ilgi duymadıkları düşünülür ya...

Yurtdışındaki izleyicilerimize baktığımızda kadınlar, erkeklerden daha ağırlıklıydı. Kaleci, oyunun başında şunu soruyor: “Futbolu hiç sevmeyen var mı?”. El kaldıranlar olduğunda da diyor ki, “Ben de sevmiyorum, sadece kaleciliği seviyorum.” Oyuna zaten sevmeyenlerle ortak duyguyla başlanıyor. Sonra o sevmeyenlerin taraftara dönüştüğünü görüyoruz. Bir de afişte yazan ve oynayanın adı var yani benim adım.Ama yöneten ismi yok. Çünkü oyunun bir yönetmeni yok. Çünkü aynı futbol maçlarındaki gibi taraftar maçın seyrine nasıl yön veriyorsa, burada da seyirci oyunun gidişatına karar veriyor.

Haberin Devamı

Çizgilerin dışına çıkmak, yalnız kalmak, aile olmak, risk almak ve hayata tutunmak da anlatılıyor...

Ben eski kaleci olduğum için bildiğim yerden yazdığım bir karakter öncelikle. Bu bahsettiğimiz duyguları konum olarak anlatabileceğimiz en doğru bölge kaleci. Yalnız ama takımın parçası... Kaleyi koruyan olduğu için bir yerde ailenin de koruyanı, kollayanı... Sorumluluklar yüklenmiş insanların biraz da nelerle karşılaştıklarını, karar alırken hangi duygulara sahip olması gerektiğiyle ilgili bence iyi bir figür kaleci. Öte yandan çok güleceksiniz. Bugüne kadar bütün oyunlar çok eğlenceli geçti. Ama güldürürken düşündürelim gibi bir mesaj vereyim kaygısı yok. Sadece kalecinin hem özel hayatında, hem toplumun içinde, hem de maçta yaşadığı sorunlar hepimizi kendi hayatımızla ilgili bazı şeyleri sorgulamaya itiyor.

Haberin Devamı

“Durup bakmayı unutuyoruz”

Siz Bursaspor’un alt yapısında kalecilik yapmıştınız. Hatta çocukluk hayaliniz kalecilikmiş...

Burada bildiklerim, yaşadıklarım var ama kendi hikayem değil. Bir kurgu karakterimiz var; Halim. Onun başına gelenler üzerinden yola çıktığımız bir şey. Neler yaşayabileceğini, hissedebileceğini ben biliyorum çünkü benzer duyguları kendim de yaşadım. Ki oynamaya devam ediyorum. Geçen seneden beri lisansım Vefaspor’da.Boş bir günüm olduğunda antrenman kaçırmıyorum. Teknik direktörümüz, “Lisansın kalacak, ben seni kaleci olarak burada görmek istiyorum” dedi.

Sizi bu oyunu yazmaya yönlendiren neydi? 

Bilmiyorum ki, belki de bizler bütün toplumsal gelişmelere taraftar olarak bakıyoruz gibi geldiğindendir. Kendimizi taraftar olarak görüyoruz. Ya o topu koşturuyoruz, ya aldığımız bazı sorumluluklar, görevler neticesinde yönetiyoruz. Hiçbirimiz kaleci gibi bakmıyoruz olan bitene.  Olanları takip ederken bakma duygumuzu unutuyoruz, ya tribüne geçiyoruz o taraftarlardan biri oluyoruz ya o topun peşinde hırsla koşturuyoruz. Aslında belki de iyi bildiğim bir yer üzerinden bir sıkıntıyı anlatmak istedim; durup bakmayı unuttuğumuzu...

Üretmeyi kendine borç bilir bir haliniz var, tiyatro, sinema, televizyon ve hatta müzik... Yakın zamanda bunlara yeni eklemeler de gelir mi?

 Dört kısa filmden oluşan bir sinema filmi çekiyorum. “Su” ve “Suma”yı” bitirdik, geriye 2 kısa film kaldı. Bir de yalnızca 9 bölüm sürecek ve dünyanın çeşitli ülkelerinde çekimleri olacak bir internet dizisi yazıyorum.

Oynamak ve yönetmenin yanı sıra yazmak var bir de...

Yazmak bence işin en keyiflisi.  Ben bu sezon bir şey yazan bir adam olarak en büyük hazzımı “Tezgah” oyununda yaşadım. Bir düşünsenize yazmışsınız, teslim etmişsiniz ve gidiyorsunuz oyuna... İnanılmaz bir heyecan.