Sultan Ahmed türbesinde tarihSultan I. Ahmed 28, oğulları Sultan IV. Murad 29 ve II. Osman 19 yaşında öldü. Aynı türbede yatıyorlar. Burası az bilinen bir tarihin tanığı...Sultan Ahmed Camii külliyesinin en anlamlı bir bölümünde, Sultan I. Ahmed’in türbesindeyiz. Genç ölen padişahın kendi gibi padişah iki oğlu II. Osman (Genç) ve Sultan IV. Murad da aynı türbede. I. Ahmed 28 yaşında, Sultan IV. Murad 29 yaşında öldü; Sultan II. Osman ise 19 yaşında rezilane biçimde katledildi. Galiba bir kan diyetiydi; kendinden sonra katledilen padişahlar oldu ama böyle hayasız muamele bir daha hiçbir hanedan mensubuna gösterilmedi. Türbede üç padişahın her yaşta çocukları gömülü. I. Ahmed kardeş katlinden kaçındı. IV. Murad iki kardeşini katletti, çocukları ise bir kızı (Kayahan Sultan) dışında yaşamadı. Sultan I. İbrahim’i de babasının yanına defnetmeleri gerekirdi. Ama galiba üstat Reşat Ekrem’in ifadesiyle; deli yaftasını yapıştırmak için gerçekten bir deli olan amcası Sultan I. Mustafa’nın Ayasofya’daki türbesine defnettiler. Kamuoyunu yanıltmak ve kara çalmanın yöntemlerinden biridir. Sultan Ahmed türbesi bir Kayzergruft (imparator mozolesi) gibi ürpertici değil. 17. yüzyılın zarif mimarisinin ustalıklarıyla ortaya çıkan bir çiçek bahçesi gibi. Padişahların huzuruna, bir divanhaneye girer gibisiniz. Gün ışığı 17. asrın mavi tonlu çinileriyle türbeyi cıvıl cıvıl bir sofaya çevirmiş. İstanbul’un mezarlıkları ve padişah türbeleri iç karartmaz; yaşanan hayatın parçası olan mekanlardır. Geceleri dahi mum ışığında oturup Kuran okuyan bir türbedar kendini sıcak bir ortamda hissetmiş olmalı.
17. asır bizim tarihimizin en üstünkörü yazılan dönemidir. Sözlü değerlendirmeler ise tam bir balaban sohbetidir. Bilinmezliği ölçüsünde, iflah olmaz önyargılarla kaleme alınır. Nesiller bunu Duraklama Devri diye öğrenir, ilmi tarih düşüncesini körleten bir tabirdir bu. Harem kadınlarının hakimiyet devridir denir oysa Kösem Sultan, I. Ahmed’in hasekisiyken
siyaset yapmıyordu. I. Mustafa’nın annesi dünyadan bihaberdi. Valide Kösem’in ise siyaset hevesini genç padişah oğlu IV. Murad biraz büyüyünce fena halde kursağında bıraktı.
Harem siyasetin kurbanı, aslında arkil yönleri de olan, estağfurullah deli ne kelime, nörotik yapılı Sultan İbrahim oldu. Siyasi muarızlarının attığı çamuru, biz "deli" unvanıyla halen mektep kitaplarından ezberliyoruz.
17. asır taassup devridir denir; doğru ama en aydınlık tarikatların da yeşerdiği, asıl önemlisi Katip Çelebi, Hüseyin Hezarfen gibi mütebahhirlerin yaşadığı bir devirdir. Sosyal kurumların Avrupa’ya göre geri kaldığı ezberletilir; oysa tartışılacak hükümdür. Henüz, Sanayi Devrimi’nin yeşermediği dönemde tezgah sanayii, tophane ve tersaneleriyle donanmış bir Osmanlı üretimi vardı; hele Osmanlı ordusunun çağdaş askeri teknolojinin gerisinde olduğunu iddia etmek güçtür. 1600’lerde toplumlar, her yerde hükümdarları tahttan indirip katlediyordu. Kardeş kavgası ve kardeş katli yaygındı.
Dünya (daha doğrusu Rusya ve Osmanlı’nın da içine girdiği Avrupa) bir garip ve izah etmeye üşendiğimiz doğum sancısı içinde olmalıydı. Büyük Petro’nun şuurundaki çatlama (kendisine Türklerin deli demesi onu küçültmez ama doğru tarafı da vardır) taht kavgası ve ölüm korkusunun neticesiydi. Asrın başında Rusya’yı Polonyalılar işgal etti ve 12 yıllık bir fetret devrine girildi. İngiltere’nin ihtilalleri malum, boynu vurulan kralları hatırlayalım; hele Fransa pek malum. Ayrıca bu iki ülkedeki saraylar eğlence ve muaşakada Osmanlı haremiyle mukayese kabul etmez. 17. asırda hangi reform ve dini hürriyetten söz ediyoruz? 1618-48 arasında süren Otuzyıl Savaşları Almanca konuşulan ülkeleri kasıp kavurdu. Bazı yerde Katoliklerin bağnazlığına Protestanların zulmü parmak ısırttı. 17. asır Türkiye’sinde celali eşkıyasının kuvvetli ordular tarafından tedibi, Aziz Mahmud Hüdayi gibi aydın tarikat şeyhleri karşısında Üstüvani Mehmet Efendi gibi yobazlarla renkli ve karmaşık bir dünya oluşturmuştu. Bu karmaşa bazı yönleriyle bizleri ürpertiyor ve bu çizgiler günümüze kadar uzanıyor. Ama 17. yüzyılda
Devlet-i Aliye, iskeleti henüz çağdaş Avrupa’ya göre sağlam bir imparatorluktu ve galiba Anadolu-Rumeli arasındaki refah farkı da kendini göstermeye başlamıştı.
17. asırda Venedik çöküyordu, Fransa yükselmeye başlayacaktı. İspanya ise tarihi uykusuna yatacaktı. Türkiye limanlarındaki ticaret kayıtlarında dahi bu değişimi gözlemek mümkündür.
Otuz yaşını bulamayan üç padişahın önündeyiz. Ulusun tarihine Mavi Cami’yi hediye eden zarif Padişah I. Ahmed’in; tarz-ı hayatımızı ve kültürümüzü nasıl yapacağını bilmese de daha 14’ünde değiştirmeye kalkan cevval zeki hükümdar II. Osman’ın; güçlü kuvvetli, gürzleri kaldıran ama adeta ince elden çıkan bir güzel yazıya (hüsn-ü hatta) sahip, Osmanlı tarihinin büyük mareşallerinden IV. Murad’ın önündeyiz. Turistlere tanıtmadan kendimizin tanıması gereken bir tarihin huzurundayız.
PAZAR