Pazar Yirmişer zeytin ağacı

Yirmişer zeytin ağacı

11.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yirmişer zeytin ağacı

Yirmişer zeytin ağacı







Bu Rumlarla bir aramız açıldı, savaştık, mübadele oldu. Rahmetli annem anlatırdı: 'Bizi gemiye yüklediler, buraya Ayvalık'a getirdiler, korkuyordu insanlar.' Ayvalık'a geldiler, bilmiyorlardı hiçbir yeri... Hatta bizim ev biraz üst taraflardaydı. Yani gene bir şey olur da, oradan kaçmamız gerekir diye düşünüyorlardı insanlar, korkuyorlardı. Rahmetli Atatürk, onlara burada 20'şer ağaç zeytin verdi. 20'şer ağaç, çok az bir miktar, çok az. Çok zor geçindiler." Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra düzenlenen Lozan Konferansı sırasında Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus değişimi (ahali mübadelesi) gündeme gelir.
30 Ocak 1923 günü imzalanan 19 maddelik sözleşme 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak iki ülke arasında nüfus değişiminin yapılması öngörülür. Türkiye'de yaşan Rumlar Yunanistan'a, orada yaşan Türkler de Anadolu'ya göç etmek zorunda kalır. 1925'e kadar süren göç, her iki ülke topraklarında ve insanlarının anılarında derin izler bırakır: "Annem babam buraya geldiler. Dedemde çok mal varmış, fakat buraya gelirken, oradan tapu getirmek lazımmış, bunların akılları erememiş. Türkiye'ye geldiler, iyi geçinemediler, fakirlik çektiler, orada da fakirlik vardı ama bolluk da vardı yani her şey vardı. İşte babam, rahmetli çok çalışkan bir adamdı. Bu zeytin işlerinden çok iyi anlardı, o işle uğraşmaya başladı... Babam zeytin işinden anladığı için, işverenler babamı kahya olarak yanlarına aldılar. Onların zeytinlerini işledi, toplattı, fabrikaya getirdi." Remzi İksir, büyük mübadeleden üç yıl sonra ailenin sekizinci ve en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. İlk eğitimini mahallelerindeki Cumhuriyet İlkokulu'nda tamamlar. "Okula Ayvalık'ta gittik, takunyalarla. Fakirlik var, rahmetli babam ayakkabı alamıyordu bize, adam ancak bizi doyurabiliyordu. Okuldan beşinci sınıftayken çıktım."

Ayvalık 30 bin hane
"Eskiden benim çocukluğumda Ayvalık, Rumlardan kalma bir yerdi. Rumlardan kalma tabakhaneler vardı. Deri tabak ederlermiş, dünyanın her tarafına ihraç ederlermiş, sanayi çok büyükmüş. 30 bin haneymiş
o zamanlar. Çok kalabalık Rum varmış tabii, hiç yokmuş Türk. Çok güzel bağ, bağlıkmış, çok zengin bağ, şarap elde ediyolarmış. Bu karşıdaki o çıplak dağlar, yerler, hep şeymiş, bağlık. Ama biz evel Allah Türk milleti, hepsini temizledik.. Ayvalık'ta o zaman balık da çok boldu. Biz elimizde kargılarla gidiyoruz, deniz kenarında yiyeceğimiz balığı tutuyorduk. Şimdi maalesef, hiç kalmadı balık." Eski belediye başkanlarından İzzet Bey'in düğününde aynı masada oturdukları bir arkadaşının önerisiyle Sabuncugillerin fabrikasında çalışmaya başlar Remzi Bey: "Mesleğim de ustam da yoktu... Arkadaşlarım sayesinde bir içki masasında, hiç unutmuyorum düğün akşamı, arkadaşlarla içiyorduk. Bir arkadaş dedi ki, 'Seni şoför yapalım.' Ben de 'Ya ben ne anlarım arabadan' dedim.
O zamanlar, 25 filan yaşlarındayım. O zamanlar Ayvalık'ta çok inşaatlar oluyordu, kum taşıyorlardı Altınoluk'tan Ayvalık'a, arkadaşım kum taşıyordu. Beni aldı koydu direksiyona, onunla öğrendim araba kullanmayı. Sonra gittim Balıkesir'e imtihan oldum, ağır vasıta ehliyeti aldım. O zamandan beri, hep şoförlükle ekmek kazandık." Babası gibi o da Sabuncugiller'in yanında çalışmaya başlar. "Ben Sabuncugil'de çalışırken, saat beşten sonra paydos ediyorduk, gidiyorduk tekneye, Patriçia denilen bir yer var, oraya gidiyorduk önüne, hemen sepetimizi doldurup mercan balığı yiyorduk ama şimdi nerede efendim, yok, canlı mahluk kalmadı denizde. Dinamitler, trollar, gırgırlar, mahvettiler. Yok efendim bizim Türk milletinde, milliyetçilik yok. Bu denizleri nasıl zeytinlerin arasında çift sürüyorlar traktörlerlen, öyle sürdüler denizin dibini, kimse ilgilenmedi. Şimdi balık mı kaldı artık, bütün balık yuvalarını mahvettiler...O zamanlar İstanbul'la, Ayvalık'ın hiçbir farkı yoktu. Herkes plaja giderdi yani. İstanbul'la çok alakamız vardı. Yani bütün burada zenginlerin işyerleri hep orada şeyleri vardı. Haftada iki vapur gelirdi."

Eşim piyangodan çıktı
Gençlik yıllarında fabrikada kazandığı ile evin geçimine katkıda bulunan Remzi İksir 35-40 yaşına kadar evlenmeyi düşünmez. "Ben kendimi övecek değilim veya şöyle, benim eş, arkadaşım, dostum çoktur. Onun için de ben Sabuncugiller'de çalıştım,
20-21 sene çalıştım. Şoförlük yaptım. Efendim her akşam kahveye geldim mi, benim masam büyük olur kahvede. Eş, dost, arkadaş toplanırdı. İyiydi, bir yabancı yanımıza düştü, Burhaniye'nin Şahinler köyünden. Burda Ertemlerin fabrikasında ateşçilik yapıyormuş, geldi, tabii gelen beni soruyor, Remzi geldi mi, gelmedi. Bu adam da demiş, yahu, bu ne biçim adam, kim bu Remzi diye. Neyse, geldiler, toplandık, başladık muhabbete. Benim masam çok zevkli olur, içki masam da iyi olur. Hoştan beşten sonra, ben dedim 'Nerelisiniz?' 'Şahinler Köyü'ndenim ben' dedi. Ondan sonra bu adam, her akşam başladı gelmeye bizim yanımıza, işler bitti, fabrikalar kapandı, gitti köyüne. Yazın ortasında geldi, bana dedi ki 'Ben senin için söz verdim.' 'Ne sözü verdin?' 'E, benim akrabam var, işte şöyle böyle.' 'Yahu' dedim, 'ben kendime hanım mı istedim, neden yaptın bunu.' Ama çok da kızdım yani, sonra tabii hani insanlar öyle derler, 'züğürt adam bonkör olur, bekar adam hanımı çabuk boşar'... Tabii ben de öyle, 'Yahu' dedim, 'bakarım beğenmedim, çakarım bir tekme, gider.' Neyse ben dedim, 'Bakmadan almam'. Geldiler buraya, Ayvalık'a köyden, tabii köylü kıyafeti, dedim 'Hadi bakalım, olsun bakalım.' Evlendik. İşte aşağı yukarı 35 senedir geçiniyoruz. Eşim 34 yaşında, evlendim, şimdi 64 yaşındadır. Allah rahmet eylesin, dedemin durumu iyiydi, bize bir ev aldı, Sakarya Mahallesi'nden... Valla eşim bana milli piyangodan çıktı."

"Yaşıma göre çok iyiyim"
Doğup büyüdüğü, yıllarını geçirdiği Ayvalık'ta yaşıyor halen Remzi İksir. "Şimdi yalnız çok kalabalık Ayvalık. Bana sorarsanız 77-78 yaşındayım, Ayvalık'ın huzuru bozuldu bu yabancılarla. Yok, bir defa Ayvalık'ın fakir insanına hayat yok, her şey pahalı, Ayvalık dünyanın, hadi dünyayı bırak da, Türkiye'nin en pahalı şehri. Tabi, işsizlik var Ayvalık'ta, büyük işsizlik var." Yaşamını büyük keyifle anlatan Remzi İksir sözlü tarih görüşmesini gerçekleştiren Aynur İlyasoğlu'nun "Anladım ki, sizin yaşam felsefenizde hırsa çok yer yok. Peki nelere yer var?" sorusuna büyük bir içtenlikle yanıt veriyor: "Yaşamaya, keyfe ve sağlığa yer var. Valla Allah'a şükür, çok iyiyim. Yaşıma göre çok iyiyim. Çalışkan insandım, sonra her şeyden anlardım, elektrik işinden, su tesisatından, motordan, denizcilikten anlarım."n

Sabuncugiller
"Şimdi Sabuncugiller, hep babaları rahmetli oldu, Sabuncugiller Midilli'den Ayvalık'a geldikleri zaman, zeytinyağı ve sabun işi yaparlardı. Sabun kalıpları var ya, sabun kalıpları, o zaman, benim babam rahmetli anlatırdı, şu fincanlar var ya, kahve fincanları, sabunu onun içine dökerlermiş. Ama sonra tabii işleri gelişti, efendime söyleyeyim, büyük sergiler oldu. Sabunu dökerler evvela, kurur, üstündeki kaymağını tıraş ederler, düzeltirler, ondan sonra bıçakçı denilen adam, o da büyük bir marifettir yani, aşağı yukarı
10 metre, 15 metre, 20 metre, böyle geri geri gidiyor, bıçağın arkasından basıyor, o çizginin üstünden bir yere kaçmadan kesiyordu sabunları. Kolay bir iş değil. Ha, ondan sonra tabii, bir de damga vuruyorlardı o zaman tokmaklarla, 8-10 kişi, her o karenin ortasına Sabuncugil veya Cömertler gibi sabun işi yapanların markasını vuruyorlardı. Sabunculukta otomatik oldu her şey şimdi. Benim babam da Sabuncugiller'de çalıştı. Ben de burada çalıştım yıllarca."

"Zeytin ağacı"
"Benim babam bu işten çok iyi anlayan bir adamdı. Devam etti, 'Zeytin ağacına sen bakarsan, o da sana bakar" derdi. Bakmazsan, ne kendisine bakabilir, ama yani iyi bir laf, "ne kendisine bakar, ne de sana bakar'. Şimdi zeytin ağacı, burada Rumlardan kalma... 200, 250, 300, senelik ağaçlar vardır. 300 kiloya kadar zeytin indirilirdi o ağaçlardan, tabii büyük ve yıllanmış ağaçlardı. Sonra zeytin ağacının bir özelliği vardır, yaşlanmış dallarını çıkarıp kestin mi, o yeniden patlar, yeniden gençleşir. Zeytin ağacı kendini yeniler... Şimdi zeytin ağacı 24 ayda bir mahsul veren bir ağaç." Kasım ayında hasat edilen zeytinlikler, yıllardır mevsimlik işçilere toplatılır: "Zeytin ağacı mahsul zamanı geldi mi, Balıkesir'den tayfa getiriyoruz, topluyoruz, silkiyoruz, topluyoruz, arabalarlan fabrikaya götürüyoruz. Önce diplere, altına düşenler toplanıyor. Sonra sırıkla indiriyoruz onu ki bu iyi bir şey değil, iyi bir şey değil. Ağaçlar kırılıyor tabii yöntemle. Ama bizimkiler tabii böyle gördüler Midilli Adası'ndan, öyle gidiyorlar. Şimdi mesela makineler çıktı, çok güzel bir şey yani, ağaç hiçbir yaprağını dökmeden zeytini alıyolar." Mevsimlik işçilerle toplanan zeytinler daha sonra fabrikaya teslim edilir. "Şimdi tabii zeytinyağı fabrikasına gitti mi, zeytinyağını çıkarıyor fabrikatör, senin evinde yerin varsa, çıkan yağı evine alıyorsun, tahliyesini ödüyorsun. Ama yoksa yerin, fabrika sahibinin deposu var, koyuyorsun deposuna, orada muhafaza ediyor, satacağın zaman gidiyor satıyorsun, paranı alıyosun." Üretilen yağ "Lanca"larda saklanır: "Lancalar vardır, birer tonluk, 500'er kiloluk lancalar var. Saçtan yapılıyordu eskiden. Fakat onları şimdi yeniden yapıyorlar, o paslanmaz çelik metallerden. Bir de plastikten yapılanlar vardır. Çocukluğumuzda, küçük küpler vardı, Rumlardan kalma küpler vardı, onlara koyuyorduk yağı." Fabrikaya gelen zeytinler önceleri buharlı, daha sonra elektrikle çalışan makinelerde ezilir ve yağı çıkarılır. Zeytinlerin preslenmesinden ve sıcak su verilerek tekrar ve tekrar sıkılmasından elde edilen ilk ürün zeytinyağıdır. Daha sonra geride kalan hamurumsu atık da yeni ürünlere dönüşür: "Pirina tabir ettiğimiz, zeytinin kabuğu, içi ve çekirdeği vardır. Presten çıktıktan sonra kuru bir hal alıyor yani, yağı sıkıldıktan sonra. Pirinayı alıyorlar, kazanlara dolduruyorlardı. Onunla da sabun yapılıyordu. O eski fabrikalar iş yapamıyor artık. Bugün yeni sistemler çok güzel efendim."



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr