Yeni mevsim, duyulması gereken yeni şarkıların ve onların dâhil olduğu birtakım albümlerin yolunu açtı bizlere. Tıpkı geçen yıl bu zamanlardaki gibi yine bir sonbahar ortasında yaşama dair şarkılara emanet olmak tek çıkış yolu sanırım. İster hava durumuna uygun, ister az gerideki açık günlerin hissiyatında, fark etmez. Müzik bazen tek sığınaktır.

  • “Popular Problems” – Leonard Cohen

Geçtiğimiz günlerde 80. doğum gününü kutladı Cohen. Üstelik yeni bir albüm yayımlayarak yaptı bunu. Belki böyle bir amacı yok, belki sadece kalemini ve aklındakileri bir köşede bırakamadığından devam ediyor bu film, ama şurası bir gerçek: Leonard Cohen hala ayakta. Geçmişin tozu dumanı arasında ölümü beklemek ona göre değil. Kısacık bir albüm Popular Problems. Ayrık hikâyelerin toplamda bir anlamın peşinden koştuğu yok, onu bulmak sizin işiniz.

Bu şarkılar üstadın 30. stüdyo kaydının karşılığında yer alıyor. Açılıştaki Slow, hemen ardındaki Almost Like the Blues, Did I Ever Love You ve Nevermind gibi parçalar akıp giderken 1950’lerin, 1960’ların Cohen’iyle karşılaşıyoruz sanki. Tanık olun.

Haberin Devamı
  • “Crush Songs” – Karen O

Yeah Yeah Yeahs’in öncüsü Karen O’dan bir solo stüdyo albüm bu. Her ne kadar eylül ilk hafta tümüne ulaşmış olsak da haziran ayında Rapt adlı şarkıyı ilk single olarak duyurmuştu Karen. Yani az çok bizi neyin beklediğini biliyorduk, ancak geneliyle tahminlerin ötesinde içe dönük bir yapısı var albümün. Day Go By, Beast ve Other Side’ı dinlerken, bir anda Karen’la sohbete başlıyoruz sanki.

Julian Casablancas’a ait Cult Records etiketini taşıyan "Crush Songs"ta akustik yönü ağır ritimler, küçük not parçalarından koparılmış cümlelere karışıyor. Her yeni adımda country de var folk’un deneyselliği de. 1970’lerin boğuk bant tonuna hoş geldiniz.

  • “The Day’s War” – Lonely The Brave

Londra’dan Lonely The Brave. Rock’ın Alternatif güzergâhında konum alan, ama bir yanıyla da 20 yıl öncesinin Pop Rock’ını arka cebinde taşıyan şarkılara sahipler. En azından “The Day’s War” adını taşıyan debut stüdyo albümlerinden ulaştığımız yol bu. Aradaki mesafe çok yakın olmasa da Foo Fighters’ın Grammy ödülleriyle iyi ilişkiler geliştirmesini sağlayan son dönem çalışmalarını akla getiriyor Lonely The Brave.

Intro’dan başlayarak albüm ilk yüzünün sonuna kadar ritmi pek düşürmüyorlar. Esasen enstrüman geçişleri daha aktif burada ve vokale öncü kartını vermiyorlar. Bu anlamda İngiltere’den çok kıyının karşı tarafındaki ülkeye daha yakınlar. Özetle, yılın en iyileri arasında değil The Day’s War ve grup adına bir ikinci albüm için derin kırılma işareti vermiyor, ancak dinlemeye açık.

Haberin Devamı
  • “Lullaby and… The Ceaseless Roar” – Robert Plant

40 yıl öncesinden selam da olabilirdi bu albüm. Zira Robert Plant demek biraz da Led Zeppelin demektir. 1960 sonundan başlayıp 1980 girişinde fiilen sona eren, ama bıraktığı izlerin hala taze olduğu bir topluluktan, neredeyse kendi başına bir akımdan bahsediyoruz. Yine de derdi bir tekrar değil, bambaşka kapıları çalıyor “Lullaby and… The Ceaseless Roar”da Plant.

Bu 10 numaralı stüdyo çalışmasında 1948 doğumlu efsane vokaliste, The Sensational Space Shifters eşlik ediyor. Buradaki her bir saniyenin sakin, hayata dair güzel bir filmin geri planına yakışır ve karmaşadan uzak bir çizgide ilerlediğini söylemek zor değil. Kimi final anlarında Blues’a selam ileten modern folk’taki iyi şarkılar bunlar.

Haberin Devamı


Twitter / @BekirzgrAybar
bekirozguraybar@gmail.com