Editörün Seçtikleri PAZAR SOHBETİ: "Gazetecilikte yeni kültüre ihtiyaç var"

PAZAR SOHBETİ: "Gazetecilikte yeni kültüre ihtiyaç var"

26.07.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

PAZAR SOHBETİ: "Gazetecilikte yeni kültüre ihtiyaç var"

PAZAR SOHBETİ: Gazetecilikte yeni kültüre ihtiyaç var

       "Sansürün kaldırılmasının 90. yılı adına", Dolmabahçe Sarayı'nda verilen görkemli bir davetle, bir "gazeteciler bayramı" daha kutladık. Bu "özel bayram" adına bu hafta bu sayfayı, haziran ayında hapse giren "Liberation" muhabiri Ragıp Duran ve Apo ile yaptığı bir röportaj nedeniyle üçüncü kez DGM'lik olan Oral Çalışlar arasında paylaştırmak istemiştim.
       Adalet Bakanı Oltan Sungurlu, "sansürün kaldırılmasının 90. yılı" gibi çok özel bir vesileyle de olsa, Duran görüşmesine izin vermedi.
       "Cumhuriyet" gazetesi yazarı Oral Çalışlar ile yaptığımız röportaj aşağıda. Olayın tarihçesi şu:
       Çalışlar, 1993 yılında Abdullah Öcalan ve Kemal Burkay'la iki röportaj yapar. Söyleşiler onar gün süreyle gazetesinde yayınlanır. Gazete yazıları hakkında soruşturma açılmaz. Aynı söyleşiler kitap olarak yayınlanınca toplatılır.
       Çalışlar, 2 yıl hapse ve para cezasına çarptırılır. Dosya Yargıtay'dayken, "terörle mücadele" yasasında olumlu yönde değişiklik yapılır. Bunun üzerine Çalışlar yeniden yargılanır. DGM röportajda "bölücülük" suçu bulmaz. Oral Çalışlar "terör örgütü açıklaması" yayınlamak gerekçesiyle sonuçta beş milyon TL para cezasına çarptırılır.
       Dosya, fakat yeniden Yargıtay'a gider. Yargıtay, dosyayı esastan bozar ve Çalışlar'ın, "bölücülük" suçundan bir kez daha yargılanmasını ister.
       21 Temmuz'da, DGM 1 No'lu mahkemesinde izlediğimiz Oral Çalışlar davasının öyküsü bu. "Sansürün kaldırılmasının 90. yılında" içinde bulunduğumuz durumun tablosu aynı zamanda.
       Artık biraz düşünmeliyiz belki de. Böyle bir bayramı kutlayacak durumdamıyız biz? İlla kutlayacaksak, "sansürün 90 yıl önce kaldırılması" adına mı olmalı bu?

       - "Basın özgürlüğü" gazetecinin kişisel ayrıcalığı değil. Okurun haber alma ve tartışma özgürlüğü. Yargılanan her Oral Çalışlar, hapse giren her Ragıp Duran'ın, hepimizin özgürlüğüne inen darbe olduğunu niye anlatamadık?
       - Gazeteciler, özgürlüklerin tehdit altına girdiği dönemlerde, maalesef iyi bir demokrasi sınavı vermediler. İki darbe döneminde, basın askeri darbeyle kendisini bütünleştiren bir havaya girdi. Batı basının en dikkat ettiği konu, devlet - basın arasındaki mesafe. Bu mesafe yok Türkiye'de. Basın ne ölçüde devletten bağımsız? Devlet eleştirebiliyor mu? Haber almayı ya da vermeyi ne ölçüde yapıyor? Bu noktada ciddi zaaflar var.
       - Ama okur da, başı derde giren gazeteciye, "kişisel sorunu" diye bakıyor.
       - Güneydoğu'da bir savaş yaşanıyor. Bu toplumdaki gerilimi artırdığı gibi, basın içindeki gerilimi de artırıyor. Saflaşmalar oluyor. Gazetecilerin bir kısmında: "söylediği laf yenilir yutulur değil, memleketin, milletin aleyhine" şeklinde görüşlerin egemen olmasına yol açıyor bu. Ve "diğerine" karşı demokratik tavır alınmasını engelliyor.
       - Sorun "diğerine" hoşgörü göstermemek mi?
       - Yalnız basında değil, toplumda çözmemiz gereken temel sorunlardan biri bu. "Diğerine" tavrımız ne olacak? Örneğin siyasi İslam ve medyası. Refahyol iktidardayken, İslamcılar demokrasi ile ilgisi olmayan bir çizgi izliyorlardı. Refahyol iktidardan düşüp, siyasi İslamcılar da mahkemeler ve devletin konusu olmaya başlayınca, demokrasiye sarıldılar. Kim özgürlüğünü tehdit altında hissederse, özgürlük mücadelesine o zaman sarılıyor? Mesele bunu her zaman, herkes için yapmak.
       - "Sınır Tanımayan Gazeteciler" (STG) temsilcisi Robert Menard, şöyle demişti: "Türkiye'de basın özgürlüğü, yalnız dost fikirlere var. Basın özgürlüğü bunun tersi: Marifet karşı olduğunuz kesimin fikir özgürlüğüne sahip çıkmak. Öbürünü herkes yapar..."
       - Türkiye'de aydınların ve demokrasinin genel sorunu bu. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli: "Irkçılık ve şiddet dışında, tüm fikirler kendisini ifade edebilmelidir". Ölçü bu olmalı. Biz bu ölçüyü kullanmıyoruz. Şunun fikri bölücü, onunki şu, berininki bu. O zaman falancaya getirilen yasak, bizi ilgilendirmiyor gibi hissediyoruz.

       - Değişim buradan mı başlamalı?
       - En karşı fikir bile olsa, onu özgürce savunabildiğimiz zaman, bu mücadelede ciddi adım atacağız. Bir de devletle gazeteci arasındaki mesafe sorunu önemli. Yönetenler statükonun temsilcisi. Biz ise, verdiğimiz haber ve yaptığımız yorumlarla, toplumun değişmesine hizmet ederiz. "Statüko" ile "değişim" arasındaki çelişki bu sonuçta. Devletle mesafe bu açıdan önemli. Gazeteci, işin doğası gereği, "muhalif"tir. Bizde böyle bir gelenek yok. Bizde devlete yakın olmak tercih ediliyor gazetecilikte. Bunun değişmesi lazım. Gazetecilikte yeni bir kültüre ihtiyaç var.
       - Bu kültür değişmedikçe çok dava izleyeceğiz. Öyle mi?
       - Bu işin özeleştiri kısmı. Ama basının içinden gelen büyük bir gayret de var. Benim davada görüldüğü gibi, hangi görüşten olurlarsa olsunlar, basınımızın önde gelen isimleri, "basın özgürlükleri" konusunda tavır ifade etmek için duruşmaya geldiler. En büyük sıkıntı devlet baskısı ve yönetenlerin bakışı. "Vatan haini", "vatansever" lafı en çok gazeteci için kullanılıyor. Yönetenler istiyor ki, basın hep kendilerine destek olsun.
       - Dünyanın hiçbir yerinde iktidar eleştiriden hoşlanmaz.
       - Doğru da iktidar eleştiriden hoşlanmadığında bizde ne olur? Fransa'da ne olur? Bizde "kaybolan" saflarına katılabilirsiniz. Mahkemeye, hapse düşebilirsiniz. İşten atılabilirsiniz. Yaptırımlar anında sıraya girer. Fransa'da ne olur? DGM'ye çıkarılır mısınız?
       - Batıda DGM yok zaten...
       - "Sansürün kaldırılışının 90. yılı" diyoruz. Aynı anda gazeteciler, arkadaşları mahkum olmasın diye mahkeme kapılarında toplanıyor. DGM uluslararası alanda, mahkeme kabul edilmeyen bir mahkeme. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, "DGM içindeki, askeri üyeler, emir - komuta zinciri içinde görev yapar. Bu normal bir mahkeme olamaz." diyor. Böyle bir mahkemede yargılanan yazar varsa, sansürün kaldırılmasından 90 yıl sonra en ağır sansür devam ediyor demektir. Bir af tartışması var. Af dışında kalması düşünülen maddeler, düşünceye yönelik. Anayasayı bir açıyorsunuz, 14. madde diyor ki: "düşünce suçuna af yok!" "Devletin bölünmez bütünlüğü konusunda hüküm giyenlere af çıkartılmaz..." diyor.

       - Demek en ağır suç düşünce. Katil olmak, hafif kalıyor yanında...
       - Anayasa'ya hüküm koymuş 12 Eylül'de. Üzerinden 16 yıl geçtiği halde değiştirilmiyor. Ayıp olan bu. '82 Anayasası Türkiye'nin temel problemi. 12 Eylül, özgürlükleri yok etmek için inşaa edilmiş sistemin adı. Bugün Türkiye'yi 12 Eylül'den önceki dönemin siyasetçileri, yani darbeye muhatap olanlar yönetiyor. Kendilerini darbeyle düşüren sistemin yarattığı anayasayı değiştirmek istemiyorlar. Kültürlerine uymuş, öyle görünüyor.
       - "Uluslararası Basın Enstitüsü" (IPI) üyesiyim. IPI'nın Moskova'daki son toplantısında bizi bir harita karşıladı. Basın özgürlüklerinde Türkiye, Çin ve Küba gibi en baskıcı ülkelerle birlikte anılıyor. Hapiste en çok gazeteci bulunduran ülkeler arasında geliyor. Bu gerileme neden?
       - 12 Eylül öncesinde basın özgürlükleri bugünkünden iyiydi. CHP'nin güçlü olduğu 70'ler Türkiye'sinde demokratik bir rüzgar esiyordu çünkü. 12 Eylül'ün ardından, gazetecileri tehdit eden korkunç yasalar çıkarıldı. Gazetecilerin örgütlenmesinin ortadan kaldırılması bu sonuçta etkili oldu. Ortamı Güneydoğu'daki savaş da geriyor. Bunlar Türkiye'yi bu karanlık tabloya itiyor.
       - 8. maddeden yargılanıyorsun: "Terörle mücadele". Gazetecilik terör olabilir mi?
       - DGM'nin gündelik dava çizelgesine bakarsanız, teröre ve şiddete karşı devleti korumak amacıyla kurulduğu söylenen bu mahkemelerin, daha çok "yazı" ile meşgul olduğunu görürsünüz. Kitap, yayıncı, dergici, yazar, muhabir, en çok bu yargılanıyor DGM'de. DGM o zaman, düşünce özgürlüğünü engellemek amacıyla kurulmuş bir faaliyete dönüşmüş durumda.
       - Sansür kurulu gibi mi çalışıyor?
       - Ben, Abdullah Öcalan'la röportaj yaptım. Gazetem, "git, yap" dedi; ben de yaptım. Röportajda söylediğim hiçbir şeyle suçlanmıyorum ben. Öcalan ve Burkay'ın söylediklerinden suçlanıyorum. Cemalettin Kaplan'la da bir röportaj yapmıştım. O zaman da Atatürk düşmanlığı ile yargılandım. Cemalettin Hoca, Atatürk düşmanıydı. Beraat ettim ama mahkum da edebilirlerdi. Kiminle röportaj yapacağız? Bunu DGM'ye mi soracağız? Röportajın amacı, toplumu bilgilendirmek. Abdullah Öcalan kim? Bunu tanıması gerek Türkiye'nin. Bilmeden olmaz.
       - Niye düşünce suçu var Türkiye'de?
       - Çünkü Türkiye demokratik değil. İnsanların neyi söyleyip, neyi söylemeyeceğine yasa karar veriyor. Bunun değişmesi lazım. Neyi söyleyip, söylemeyeceğime ber karar vermeliyim. Gazete ve meslek ilkeleri karar vermeli.
       - Okumayan bir ülkede iktidar niye yazıdan korkuyor?
       - Zayıf iktidarlar ve oturmamış bir toplum. Göçebe bir milletin kültür ve etik değerleri de yerine oturmuyor. Belirlenmiş kurallar. Demokratik gelenek, alışkanlıklar yok. O zaman gücü gücüne yetene kuralı hakim oluyor.

       - Her ülkenin basını, rejiminin aynası. Türkiye demokratikleşmeden, basın özgürleşebilir mi?
       - Demokratikleşme bu işte. Gazeteci kendi mesleğini savunacak, hukukçu hukukçuluğunu... Benim davada gördük. Ben bu davadan geçmişte yargılandım ve bölücülük suçlamasından aklandım. Mahkeme, bölücülük yapmamıştır diye 6 sayfalık gerekçe yazdı. Dosya, Yargıtay'a gitti. Yargıtay, bozdu. Hakimlerin yapması gereken, verdikleri kararın arkasında durmalarıydı. Durmadılar. Neden? Yargının bağımsız olmadığını, yargıçlar söylüyor.
       - Yargı bağımsızlığı ile basın özgürlüğü iç içe. Biri olmadan, diğeri olmuyor.
       - Tabii, çünkü toplum kurumları bütün. Sırf Meclis'e yüklenmekle bu iş olmuyor.
       - Öyle de, basına baskı kalkmadan "sansürün kaldırılması" adına bayram kutlamak anlamlı mı?
       - Gazeteciler Cemiyeti bu törenleri yaparken, "basın özgür değildir" diye açıklamalar yapıyor. Beni en çok rahatsız eden, devlet erkanının orda gelip, "basın özgürlüğü" adına nutuk irad etmesi. Sanki özgürlüğümüzü elimizden alanlar uzaylı. Bu olmaz.
       - Basın davalarını izleyen STG'li Menard "Türkiye'ye 4 yıldır geliyorum. Özgürlükler açısından değişen yok. Ama basına yönelik baskılar, eskiye göre, basında çok daha fazla yer alıyor. Mesele öyle bir noktaya geldi ki, üzerinde konuşmamak mümkün değil..." diyor.
       - Baskıyla birlikte tepki de gelişiyor. Ragıp Duran hapse atılıyor ama 500 gazeteci de, arabalarına binip "Saray"a gidiyor. On yıl önce bu düşünülemezdi. Gazeteciler Meclisi doğuyor. Gazeteciler Cemiyeti daha faal çalışıyor. Süreç olumlu yöne işliyor. Ama basın özgürlükleri için Anayasa ve ceza yasalarının değişmesi ve bu değişimi yapacak yeni bir siyasi sınıf lazım. O zamana dek bu böyle, ite kaka gidecek...


Yazarlar