Editörün Seçtikleri Yok olan kültür

Yok olan kültür

22.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yok olan kültür

Yok olan kültür

Maraş olayları sonrası, Aleviler'in büyük bölümü güney illerine göç etmiş. Saklanarak, kimliklerini gizleyerek bir yaşama dalmışlar.. Sonuç; yok olmanın eşiğinde bir kültür, Dede'siz, Cem'siz geçen günler..

"SIRMA başlı Ece gelin, atına kurulmuş süzüle süzüle ömür boyu aynı yastığa baş koyacağı Hüseyin'in evine doğru yol alır. Gelin alayı peşinde..
Töre bu ya, birden karşısına yörenin çobanı çıkar. Bir koç koyar gelin atının önüne. Atından iner Ece gelin, sol eliyle koçu kavrar, atın üzerinden aşırarak, yere koyar. Atına atlar, eğerinde koç, yoluna devam eder. Koçun sahibidir artık. Bileğinin gücüyle kazanmıştır.."
Toroslar'da, Türkmen Aleviler'le birlikteyim. Namı diğer 'Tahtacılar'. İsviçre'nin dağ köylerini andıran 60 haneli Belenoluk Köyü. Balkonlarda, teneke kutularda da olsa rengarenk çiçekler var. Yaşlı dedelerin dışında erkek pek çarpmıyor göze. Kadınlar çoğunlukta. Asırlık sundurmada yudumladıkları çaya ortak ediyorlar bizi. Kadının bilgesine burada rastlamakmış kısmet. 60 yaşındaki Fatma Kıvılcım, Aleviliği ve Alevi olmanın derinliğini bir tek cümlecikle gözümüzün önüne seriyor:
"Ne sorarsın Alevilik nedir diye? Anlatılır mı? Kıldan ince, kılıçtan keskindir bizim yolumuz. O da gidebilene?"
Ve devam ediyor: "Biz herkese kucak açarız, ama yolumuz gizlidir bizim."
"Ece gelin," diyorum, "ya aşıramasaydı koçu; ne olacaktı?"
Gülüyor, "Bizim kadınlarımız güçlüdür, ama aşıramasaydı çobana yüklü bir bahşiş verecekti."
Giderek zenginleşen Mersin'in lüks yaylası olmuş Belenoluk'un dört bir yanı. Bahçe içlerinde dağ evleri, şale'ler inşa edilmiş. "Giderek azalıyoruz. Çok para veriyorlar arazilerimize. Ne yaparsın, satıyor çoğunluğumuz."
"Neden 'Tahtacılar' diye anılıyorsunuz?" diyorum ki, gözleri çakmak çakmak cevap veriyor: "Küçümsenecek birşey değildir tahtacı olmak."
"Küçümsemiyorum, sadece öğrenmek istedim."
"Biz dağların insanıyız. İşimiz orman bizim. Ağacı işler, tahta yapar, tahtayı işler şekil veririz. Bu yüzden tahtacı derler bize."
Durmuş Tirik giriyor söze:
"Bizim sanatımız bu, ağacı mamul keresteye, keresteyi de eşyaya çeviririz."
Aydın'dan başlayın, Mersin, Antalya'ya uzanın, Toros Dağları'nın tüm eteklerini dolaşın, tahtacı köyleriyle karşılaşacaksınız. Ben 'tahtacılara', 'Akdeniz Alevileri' diyorum.
Bizimle konuşuyorlar, ama yine de kuşkulular. Genlerine işlemiş ürkeklik. Atamamışlar üzerlerinden. Hem 'Tanrı misafiridir' diye ağırlamak istiyorlar bizi hem de 'Alevilik konuşuluyor bizi mimlerlerse?' diye çekiniyorlar.
İlgililere duyurulur, bırakın kıyı kentleri, Alevilik inanç ve kültürü Toroslar'da bile hızla yok oluyor. Fatma Kadın yakınıyor: "Baş gitmezse, ayak gitmez. Üç yıl oldu ki Dedemiz yok. Cem yapamayız. Dede postunu dolduran olmazsa tarikat yürür mü?"
Belenoluk hiç olmazsa dedesizlikten yakınıyor, biraz aşağıda Dalakdere köyü hepten vazgeçmiş Alevilik'ten; Alevi kültür ve inançtan. 10 yılı aşmış postu dolduran dede olmadan. "Artık sazımız bile yok" diyorlar.
Ulusal kültür göz göre göre eriyip gidiyor.
YARIN: Atatürk ve Aleviler

70'li yılların ardından yaşanan acı olaylar, Aleviler'i hem göçe hem de birbirlerine kenetlenmeye itmiş. Horlanmışlığın sonucu birbirlerine sarılmışlar. "Zorunlu göçtü bu. Kendi kendime sordum hep, 'Ben niye Mersindeyim?' Dua ettim, 'İnşallah Mersin'den de göçmek zorunda kalmam' diye." 68 kuşağından İTÜ mezunu Yüksek Mimar Mühendis Hüseyin Bilen'in en son durağıymış Mersin. Yola çıkışı da Kahramanmaraş. 19 Aralık 1978'te iki öğretmenin öldürülmesiyle başlayan o acı olayın ardından. Önce Antep'i denemiş. Oradan İstanbul'a geçmiş ve sonra ver elini Mersin.
"Beni en çok yaralayan, Maraş olaylarını yaşadığımızda iktidarda dedelerimizden, babalarımızdan bize miras CHP'nin olmasıydı. Ecevit Başbakandı. Buna rağmen saldırıya uğrayan Alevi kesim oldu. Tam 117 alevi vatandaş olaylarda yaşamını yitirdi. Sağ - sol çatışması olarak lanse edildi, ama hepsi Aleviydi" diyor.
Burada Sayın Ecevit'le yaptığımız söyleşiden Maraş Olayları ile ilgili bir pasajı aktarmadan geçemiyoruz:
"Kahramanmaraş, ardından 12 Eylül öncesi yaşananlar Aleviler'i yola dökmüş ve 'Kıyı kentidir, daha hoşgörülü ve bağnazlıktan uzaktır' diye Mersin'i merkez edinmişler. Bugün Mersin nüfusunun yüzde 50 oranında Aleviler'i barındırdığı öne sürülüyor. Ekonomik açıdan da, giderek zengileşen ve büyüyen bir kent olarak Aleviler'i çekmiş Mersin."
Mersin Cem Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Altun, Mersin'in Türkiye'nin küçük bir modeli olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"Bugün, özellikle de merkezde Alevi nüfus yüzde 60'lara yükselmiş durumda. Türkiye'nin dört bir yanından göç nedeniyle burada toplanmış gibiler. Türkiye genelinde oy dağılımı neyse, Mersin'de de aynI. ANAP'tan DYP'ye, Refah'tan MHP'ye siyasi mozaiği izlemek mümkün."
Bağımsız milletvekili Bülent Tanla'nın kent bazında araştırdığı oy dağılımını içeren 'Türkiye'nin Siyasi Haritası' isimli kitaba baktığımızda, Abdullah Altun'a hak veriyoruz. 1995 seçimlerinde Alevi nüfus etkisini göstermiş tabii.
Sol kesim, yüzde 14.4 CHP, yüzde 13.3 DSP oylarıyla toplam yüzde 27.7'ye ulaşmış. Yüzde 18.6 ile ANAP önde gidiyor. ANAP'ı yüzde 17.7 ile DYP, yüzde 15.9 ile MHP izliyor. Alevi nüfusun ağırlığı Mersin'de Refah'a tokat atmış atmasına da yüzde, 10.7 ile barajın üstüne çıkmasını engelleyememiş.

YAVUZ Sultan Selim'in Şah İsmail'e karşı kazandığı Çaldıran Zaferi, Aleviler'in yaşamında acı bir dönemin ve 500 yıl süren saklambaç oyununun başlangıç noktasıydı.
Tarihçiler, Türk'ün Türk'ü kırdığı savaş olarak tanımlıyorlar Çaldıran'ı ve kıyasıya dövüşen her iki tarafın birbirlerine Türkçe ve "Allah Allah" diye haykırdığını yazıyorlar. Safevi Devleti, yine tarihçilere göre birçok Türk devletinden daha çok Türk'dü.
"Safevi Devleti, onaltı Türk devleti arasında yer alan Gazne ve Hindistan Babür İmparatorlukları'ndan, hatta İran Büyük Selçuklu Devleti'nden daha çok Türk devletidir" diyordu Doğan Avcıoğlu, "Türkler'in Tarihi" isimli kitabında. Avcıoğlu'na parelel yaklaşım, Alevi kültüre yakın ilgisi olan sanatçı Zülfü Livanelli'den geliyordu:
"Türk dilini yaşatanlar Alevi ozanlar. 14 - 15. yüzyılda yazdıkları şiiri bugünün Türçesi'yle okuyorsunuz. Yavuz Sultan Selim Osmanlı Padişahı, Şah İsmail, Safeviler'in Şahı. İkisi de şiir yazıyor. Yavuz Sultan Selim şöyle diyor: 'Şiirler pençe - i kahrımda olurken lerzan, felek beni bir gözleri ahuya zebnel eyledi.' Şah İsmail ise bugün radyolarda çalınan şarkıların sahibidir: 'Ezel bahar olmayınca, kırmızı gül açmaz imiş, kırmızı gül açmayınca, sefil bülbül ötmez imiş.' Bunun gibi 100 eseri vardır. Şah İsmail Türkçe şiir yazıyor, Osmanlı Padişahı ise Farsça yazıyor. Ve bu ikisi çarpışıyor Çaldıran'da."
Yavuz Sultan Selim'i özü Türk bir orduya karşı yürüten neden de burada yatıyordu aslında. Türk diline ve Türk kültürüne sahip, bunu bir yaşam biçimi haline getirmiş Aleviler de Şah İsmail'e kendilerini daha yakın hissediyorlardı. "Açılın kapılar Şaha gidelim" diye şarkılar yazılmaya başlanmıştı. Daha da ötesi, Pirleri Hacı Bektaş Veli olan yeniçeriler, tümüyle Alevi - Bektaşi inancı içindeydiler. Bu rüzgar öylesine güçlüydü ki, Babası II. Beyazıd'ın bile etki altında kalıp Bektaşi olduğu söylentileri vardı. Ve, Yavuz Sultan Selim bundan korktu. Anadolu'nun Safevi Devleti'nin bir parçası olması ihtimalini ortadan kaldırmalıydı.
Bu nedenle ilk olarak Safeviler'in Anadolu'da uzantısı olarak gördüğü Aleviler'in üzerine gittiği iddiaları yaygın. Alevi kaynaklar, bu eylemin onbinlerce Alevi'nin yok olmasına yol açtığını, Alevi yerleşim birimlerinde taş üstüne taş kalmadığını, kaçanların izinin aylarca dağlarda sürüldüğünü yazıyor. Osmanlı tarihinin yanıtı ise Celali İsyanları. 1519'ta Yavuz Sultan Selim devrinde devlete isyan eden Bozoklu Derviş Celal ve taraftarlarınca başlatılan büyük dini isyan olarak tanımlanıyor Celali İsyanları.
Öyle ya da böyle, sonuç olarak Aleviler yine bir iktidar kavgasına kurban gitmişler. Asırlar süren saklambaç oyunu işte o tarihlerde başlamış. Ve bugüne dek yaşamlarını en ücra köy ve mezralarda, yüksek karlı dağların arkasında saklanarak, var oldukları halde 'yok gibi' geçirmek zorunda kalmışlar. Taa ki Atatürk'e, laik Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar.

Yazarlar