Ali Sami Yen’deki “derbiyesizler” yaptıklarının bedelini ödemeye başladılar ve ödeyecekler.
Kart görmedi diye Emre, Sabri, Volkan, De Sanctis, Selçuk cezasız kalmayacak elbet. Federasyon, Fenerbahçe, Galatasaray, birileri verecek cezalarını.
“Hocaları” değil ama; onların “ödül” vermeye bile mecali kalmadı.
Kulüplerin ruhu “yöneticiler” olduğuna göre, kulüpleri de geçin.
Federasyonu (Adnan Polat’ın cümlesiyle) boşverin. “Aman faturayı bize kesmesinler” diye başkanı maça gitmeyen federasyon ekstra ceza verir mi?
Geriye kalıyor siz, biz... Yani halk... Şu futbolu sevenler, para verenler, uzaktan bakan platonik taraftarlar kesecek hesabı.
Nasıl mı?..
Ne Mal olduklarını anlayarak!
Onları Milli Forma’nın ay-yıldızı da kurtaramayacak.
* * *
Ne yazık...
İnsan yazarken bile rahatsız oluyor. Boğaz boğaza ve ağır sinkaflarla birbirlerine girerken kendileri düşünmüyorlar ama, biz üzülüyoruz “milli” futbolcuların bu hale düşmesine ve “derbiyesizler” adını hak etmesine.
Ve fena halde merak ediyoruz:
Bu arkadaşlar reklamdan reklama mı arkadaşlar? Dostluk, yardımlaşma sadece bir imaj mıydı yoksa? Sevgi, pavyondaki sarışın, Vefa bir semt miydi?
“Hepsi gerçekti” demeyin sakın... O zaman daha fena.
Tüm insani hasletleri bir kıvılcımla yanabilen ilkel yaratıklar mı bunlar?
Tek dileğim var; “birbirlerini hiçbir zaman sevip saymamış olsunlar”!
Futbolu mahvettiler, bari dostluk, sevgi, vefayı bize bıraksınlar.
* * *
Şimdi bize düşen, zaten dibe vurmuş futbolcuları muhtemel cezalarıyla baş başa bırakmak...“Lugano başlattı”, “Gençlerin deli kanı” türünden saçmalıkların arkasına saklanmak değil.
Faydamız olsun istiyorsak, zor yolu seçip, bu genç adamların nasıl bu hale geldiğini bulmalıyız mesela...
Daha doğrusu “getirildiklerini”!
Evet... Onları bir tetikleyen var.
Yanlış anlamayın, kulüp sevgisi falan değil bu... Aralarında maç sonu forma değiştirir gibi kulüp değiştirenler var.
Hırs desen o da değil... Hırslı adam, toptan alır hırsını.
Lugano hiç değil... Emre’ye taammüden kafa atan Uruguaylı’nın değişik transfer hesapları olabilir. Sahada topluca birbirlerine girenlerin İçlerinde kini nefreti patlatan başka bir süreç var:
O sinsi provokatör, “yetki”!
Daha doğrusu, derbi öncesi kulüp yöneticilerinin ve teknik direktörlerinin “rollerini” futbolculara devredilmesi.
Resmen harcadılar futbolcuları.
* * *
Dikkat ettiyseniz, maçtan önce konuşanlar futbolculardı.
Aragones, “Başımızı soğuk, kalbimizi sıcak tutacağız” gibi saçma beyanatlarla geçiştiriyor, Bülent Korkmaz hiç ortada gözükmüyordu.
Adını “Dünya Derbisi” koyup Dünya’ya rezil olduğumuz derbiden önce iki dev kulübün teknik zekaları, bir iki hedef ve stratejisini kamuoyu ile paylaşmaz mı? Kim dolduracak boşluğu?..
Arda ve Emre... Ve diğerleri.
Edu bile ayağına takılmış protezle evinin koltuğundan beyanat veriyor, hem kendi hem de rakip takımın hocası “dut yemiş bülbülleri” oynuyordu.
Neden? Çünkü biri topun ağzındaydı, öteki topun yanında sezonun bitmesini bekliyordu!
Biri, küfür işittiği yıldız futbolcusunu oynatamayan taze hoca, diğeri beyinsel faaliyetleri tartışmaya açılmış bir usta. Selçuk’un kale direğine attığı tekme de ona.
Maçtan önce olmayan otoritelerini daha fazla riske sokacaklarına meydanı futbolcularına bıraktılar.
* * *
Peki yöneticiler... Her duruma “el koymaktan” zevk duyan yöneticiler niye bu derbiden önce kenarda beklediler. Üstelik teknik adamlarının yetersizlikleri konusunda endişeleri de vardı. “Hocaların sessizliği” ortadaydı. Niye liderliği ele alacaklarına futbolculara ihale ettiler?
Çünkü... El koyanın eli yanacağını bal gibi biliyorlardı. Olası bir mağlubiyette sadece takımları şampiyonluğu kaybetmez, kendileri de onunla birlikte emekli olabilirdi.
En iyisi, beklemekti!
Ne oldu peki?.
Koca derbinin iletişimi ve halkla ilişkileri futbolculara kaldı. Onlar konuştu. Konuştuklarıyla kendilerini angaje ettiler. Baktılar ki elde edemiyorlar, çıldırdılar.
Futbolcuları “beyanata” devam ederken, Ali Sami Yen’den sessizce uzaklaşan Fenerbahçe yöneticileri ile Adnan Polat’ın “İkimizin de hakkını yediler” dayanışmasına bakın, anlayın durumu.
* * *
Medyanın da hakkını yemeyelim. Bazılarının az emeği geçmedi “çıldırma” koşullarının sağlanabilmesi için.
Lakin... Dönüp dolaşıp gırtlak sıkanla yumruk atana, kafa çakanla kasık tutana geliyor iş. Hele maçtan sonra “Kurtlar Vadisi Derbi” bölümünün gönüllü aktörleri ve onların delikanlılık söylemleri...
Siz neymişsiniz be “Abi”!
Peki, kime yaradı bu derbi? Sivasspor’a mı, Beşiktaş’a mı?
Olaya “puan” bağlamında bakan cahil cühela takımına göre öyle... Ama Sivasspor da, Beşiktaş da bu futbolun aktörleri. Tiyatro salonu yanıyorsa, hangi aktör kârlı çıkar ki?
Bakınız, ben Beşiktaş’ın bu bilince sahip olduğunu biliyorum. Puan farkına sevinmek yerine futbolumuz adına endişelendiklerini, hatta başkan Demirören’in yurtdışı seyahatini bu yüzden iptal ettiğini de biliyorum.
Sivasspor’un aynı hisleri taşıdığından eminim.
Kimse kazanmadı.
Benim en çok üzüldüğüm, İsviçrelileri “milli hislerle” dövdüklerini söyleyen Millilerimiz’in, bu yüce duyguyu bile istismar ettikleri, derbide ortaya çıktı.
Her şey yalanmış demek.