Hani o burnundan kıl aldırmayan, sadece kendi televizyonuna kendi dergisine konuşan, ona buna rötuş yapmaya kalkışan, nalıncı keseri gibi hep kendine yontan “üç büyükler” var ya... “Büyük” unvanları her daim nostaljik bir sıfat olarak kalacak ama (Bakınız; kırkına merdiven dayayan “Küçük” Emrah) süratle büyüyen Anadolu takımları karşısında eski hallerinden eser kalmayacak yakında.
Ateşe benzerlerdi, küle dönüyorlar.
Çünkü futbol denilen popüler kültür branşında, hiçbir birey/hiçbir takım var olduğu için popüler değil, popüler olduğu sürece var. (Bakınız siyasi tarihimizdeki vakalar. Uğruna ölmeyi göze alanlardan bir tanesi, pencere camını bile kırmadı bir başbakan sehpaya giderken)
Başarısız, güçsüz ve koltuktan düşmüş bireylerin veya takımların, eski anıların “yüzü suyu hürmetine” zaman zaman popüler olması mümkün, ama popüler kalması imkansız maalesef.
İdrak edip önlem almazlarsa ve popülariteyi başarıda değil de sansasyonel işlerde ararlarsa, bu sezon milat olacaktır.
Ve üç büyüklerden birer büyük futbolcu hakkındaki bu yazı, son örneklerden biri olacak kalacaktır.
Neyse... Sadede gelelim.
Beşiktaş’ın Aurelio’su Ernst
Trabzonspor da dahil hiç kimse Beşiktaş’tan böyle mücadele beklemiyordu pazar günü. Ben biliyorum ki, Ersun Yanal’ın kozu “zaten kopmaya hazır” Beşiktaş bloklarını birbirinden ayırmaktı. Ama ayrılmadı.
Sebep; Ernst... Eski Fenerbahçe’de Aurelio ne yapıyorsa, aynısını o yapıyor Beşiktaş’a. Hem hücumda , hem savunmada.
Bir an bile kopmuyor oyundan. Kendine değil takıma oynuyor. Hep doğru yere doğru zamanda pas veriyor. Forvetle savunma arasında boşluk kalmamasını sağlayan Alman malı bir dolgu maddesi sanki.
Peki, kanaat önderlerimiz neden kayıtsız kalıyor Ernst’e?.. Neden hakkını vermiyorlar?
Birincisi görmüyorlar. Ernst’in çıkardığı güzel top, bir hamle sonra hataya kurban gidince hareket sonuç yaratmıyor ve sonuçlardan karara varan zat-ı muhteremler hareketi değerlendirme dışı bırakıyor.
Asıl skor yazarlığı bu işte.
Ve çekiniyorlar. Haftaya kötü oynayıp üzerlerinde kalmasından korkuyorlar. Bir kamikaze çıkıp Ernst “şöyle” diyecek; üzerine konuşacaklar.
Buyursunlar...
Ernst, Beşiktaş’ın Aurelio’sudur.
G.Saray’da en zayıf halka Baros
Sarı-kırmızı ekip yıllar içinde yenilense de Fatih Terim devrinden beri genlerine işlemiş bir özelliği vardı:
Gerilim takımı kamçılardı. Parasızlık, haksızlık keza...
Nitekim “ağabeylerin” rahle-i tedrisinden geçmiş gençler, hâlâ taşıyorlar bu geni. Ama ithal futbolcular, “sarı-kırmızı kültürü” bilmiyorlar.
En başta Baros... Gerilimi çok ciddiye alıyor ve sağa sola saldırıyor. Stres onu motive etmiyor, dikkatini dağıtıp oyundan düşürüyor. Saldırgan yapıyor.
Galiba sezon sonuna kadar seyredemeyeceğiz Baros’u sahada. Ya ağır cezalar ya da sinir kaynaklı sakatlıklarla tribüne çıkacak.
Göz göre göre, kötü kadere gidiyor Baros... Yardım edecek kimsesi yok ne yazık ki.
F.Bahçe’de Alex yorgunluğu
Çelik köprüler bile zaman içinde malzeme yorgunluğu ile tükeniyor. Rüzgâr ısıramıyor, güneş yakamıyor, darbe falan da yok; ama dura dura içinden eskiyor çelik.
Alex de öyle... Canı isteyince geldiği günkü kadar güzel oynayabiliyor henüz... Ama bir futbolcu ömrünün yarısını Fenerbahçe’de geçiren ve üzerine üç yıl daha imza atan Alex, çelik gibi dursa da malzeme yorgunluğu denilen illet yakasında.
Çünkü “star” olarak alındı Alex... Star dediğin aydınlatır ve gider. Sürekli ışık verirse monotonlaşır. Arada sırada yanıp sönerse “Bu ne biçim star, deniz feneri gibi çakıyor” diye eleştiri alır.
Fenerbahçe böyle bir yer işte... Ya Kadıköy’ün ara sokaklarından yetişmiş, ikinci nesil bir Fenerbahçeli yıldız olacak; ki yaşam boyu bağırlara basılsın... Ya da uluslararası bir yıldız; gelsin bir iki yıl parlasın ve gittiğinde tadı damaklarda kalsın.