31.10.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:
DERYA SAZAK okur@milliyet.com.tr dsazak@milliyet.com.tr
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tarihçi Taner Akçam’ın, AGOS gazetesindeki bir yazısından dolayı hakkında Türklüğe hakaret iddiasıyla suç duyuruları ve ölüm tehditleri yapılması üzerine AİHM’ye açtığı davayı karara bağladı. AİHM, Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin demokrasiyle bağdaşmadığına karar verdi. Mahkeme, kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine de atıfta bulundu. Bu maddeye göre, “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir.”
Mahkeme bu kararıyla ‘Ermeni sorunu’ gibi konularda devletin makbul görmediği tarzda görüşler ifade edenler için kayda değer bir kovuşturma riski üzerinde dururken, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) benzer bir çalışmayı raporlaştırarak kamuoyunun gündemine getirdi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın raporu, gazetecileri şiddet ve baskıdan korumak üzerine... AGİT’in Medya Özgürlüğü Sorumlusu Dunja Mijatovic’in hazırladığı rapor, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg’in ofisi tarafından yayımlandı.
Raporda, gazetecilerin işlerini yaparken karşılaştıkları önemli sorunlara ve güvenlik içinde çalışabilmeleri için yapılması gerekenlere dikkat çekiliyor. Gazetecilerin şiddet ve baskıdan korunması için hükümet, uluslararası kurumlar, sivil toplum, medya sektörü ve gazetecilerin kendi örgütlerinin işbirliği yapması ve güçlü bir kararlılık gerektiği ifade ediliyor ve medya özgürlüğünün garanti altına alınması için hükümetlere düşen üç görev şöyle sıralanıyor:
1) Yetkililer uluslararası insan hakları standartlarına aykırı davranarak bu özgürlüğe müdahale etmemelidir.
2) Bu mesleği icra eden profesyonelleri başkalarının taciz ve şiddetinden korumak gerekir.
3) En zor ve karmaşık yükümlülük olarak, hükümetler özgür basın ve ifade özgürlüğünün gelişmesi için gereken ortamı sağlayacak koşulları geliştirmelidir. Bunu gerçekleştirmek için yapılacak en temel şey, gazetecilerin ve gazetecilerin güvenliğinin demokrasinin vazgeçilmez önkoşulu olduğunu benimsemeleridir.
Şiddet ve baskı uyarısı
Raporda gazetecilere yönelik şiddet, “ifade özgürlüğü ve bilgilenme hakkı gibi temel demokratik değerlere karşı işlenen bir suç” olarak değerlendirilmekte. Hükümetlerin gazetecilere neden özel önem vermesi gerektiğinin de belirtildiği raporda, gazetecilerin karşılaştığı fiziksel, psikolojik ve yargısal saldırıların demokrasi ve toplumun tamamına yönelik olduğu ve bu nedenle özel bir suç kategorisi olarak değerlendirildiği dile getiriliyor.
Son beş yılda AGİT üyesi ülkelerde yaklaşık 30 gazetecinin öldürüldüğü bilgisine de yer verilen rapora göre en fazla gazeteci cinayeti Rusya’da işlenmiş. Bu cinayetlerin yalnızca 10’da birinde zanlıların yakalandığı ve etkin bir yargılama yapıldığı belirtilmekte. Bunun yanı sıra yüzlerce gazeteci taciz edildi, dövüldü. Failler ise genellikle yakalanmadı ya da cezalandırılmadı. Belgede bunun kabul edilemez olduğuna ve kabullenmeye yol açacağına dikkat çekiliyor.
“Cinayetler sansürün en uç noktasıdır ve sorumluların yargılanmaması özgür basına ket vurmaktadır” denilen belgede özellikle Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Azerbaycan’ın bu konuda yetersiz kaldığı belirtiliyor.
AGİT ülkelerinde ifade özgürlüğünü engellemek için en yaygın yol gazetecilerin hapsedilmesi. Genellikle yolsuzluk ya da yolsuzluğa karışmış görevliler hakkında yazan gazetecilerin sonu parmaklıkların arkası oluyor.
Belge, sadece Türkiye’de 60’ın üzerinde gazetecinin hapishanede olduğunu, ancak yetkililerin bu kişilerin çoğunun mesleki nedenlerle hapiste olmadığında ısrar ettiğini ifade ediyor:
“Hiç kimse gerçekleri ortaya çıkardığı için hapsedilme korkusuyla yaşamamalıdır. Gazeteciler işlerini yaptıkları için kendilerinin ve ailelerinin güvenliğinden endişe ettiği sürece özgür bir toplumda yaşamamız mümkün değildir.”
Fiziksel saldırı ve hapsetme dışında taciz ve sindirme yolları da kullanılıyor. Son on yıldır güvenlik gerekçesiyle polis ve savcılar haber odalarına, gazetecilerin evlerine baskın yapıyor ve “ulusal güvenliği tehdit edebilecek” gizli belgeler bulmak için malzemelerine el koyuyor.
Raporda, gazetecilerin hapsedilmesinde “hakaret davalarının” da önemine vurgu yapılıyor. “Hakaret”in suç sayılmaktan çıkarılması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi standartlarına uygun davranılarak reform yapılması gerektiği söyleniyor. Halen 56 üyeli AGİT’te yalnızca 13 ülke hakareti suç olmaktan çıkarmış durumda.
‘NEFRET SUÇU’ RAPORU
Uluslararası Hrant Dink Vakfı, son dört ayda medyada etnik ve dini grupları hedef alan nefret söylemlerini raporlaştırdı. Mayıs-Ağustos 2011 arasında yayımlanan günlük gazetelerin incelendiği raporda, etnik ve dini grupları hedef alan köşe yazısı ve haber içeriği tespit edildi. Raporda, nefret söylemi içeren haber ve köşe yazılarının büyük çoğunluğu etnik kimlik olarak Ermeni ve Kürtleri hedef alırken, dini kimliğe yönelik nefret söyleminde ise ilk sırayı Hıristiyan ve Yahudi topluluklar alıyor.
Raporda, bazı gazetelerin “PKK örgütünün Ermeni kökenli olduğu”, “Kürtlerin halihazırda kriminal bir topluluk olduğu” gibi yorumlara yer verdiği, bazılarının “Ermeni dölü, işbirlikçisi, Ermeni kafası, hain” gibi ifadeler kullandığı belirtiliyor. Bu durumun sadece PKK ile TSK arasında çatışmaların yoğunlaştığı son dönemde olmadığı, seçim dönemi de dahil olmak üzere dört ay boyunca sıklıkla gündeme getirildiği hatırlatılmakta. Kürtlere yönelik nefret söylemi “terör” başlığı altında gündeme getirilirken, “kadın cinayetleri” gibi suçların bile Kürtlere mal edildiği yargısına işaret edilmekte. İncelenen dönemde dini kimliğe yönelik nefret söyleminde ise Hıristiyan ve Yahudiler başı çekiyor. Hıristiyanlara yönelik nefret söylemi genellikle “misyonerlik” konusu üzerinden gündeme taşınırken, Yahudilere yönelik nefret söylemi belli bir durumu hedef almadan ama olumsuz çağrışım yaratmak amacıyla alakasız, farklı konu ve gündem maddeleri etrafında kullanılıyor.
DEPREM FOTOĞRAFI ÜZERİNDEN UZMANLIK
Kemal Dursun adlı okurumuz, Van depremiyle ilgili olarak yapılan haberciliği överken, “Milliyet gazetesi deprem haberleri konusunda kanımca her zaman en iyi haberciliği yaptı” diyor. Ancak eleştiriyor da. Eleştirisi, Prof. Alper İlki’yle konuşularak yapılan manşete:
“Depreme dayanıklı bina konusunda en önemli uzmanlardan Prof. Alper İlki ifadesini kullanmışsınız. Önemli uzmanlardan diye bir cümle olmaz. Önemli işler yapmış, alanında uzman diyebilirsiniz. Daha da önemlisi haberciliğiniz. İstanbul Teknik Üniversitesi Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı Başkanı, Erçiş’te bina enkazından çıkan beton manzaralarını Milliyet’e değerlendiriyor. ‘...İşte o kurumun başında bulunan, depreme dayanıklı bina konusunda yetkin isimlerden Prof. Dr. Alper İlki’nin kolon olduğunu tahmin ettiği yapı kesitiyle ilgili değerlendirmeleri’ diyorsunuz. Deprem üzerine bir değerlendirme, tahmin üzerine yapılılır mı? Fotoğraf üzerinden böyle bir haber yapılır mı? Bunu Milliyet teklif etse de hocamızın kabul etmemesi gerekirdi. Gidersiniz bölgeye, birlikte binaları gözünüzle görür bir analiz yaparsınız. Ama fotoğraflara bakıp buna karar vermek olmaz.”