The Others Boşluk dolmazsa, sistem çöker

Boşluk dolmazsa, sistem çöker

24.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Boşluk dolmazsa, sistem çöker

Boşluk dolmazsa, sistem çöker

Ünlü finansçı George Soros'a göre, global toplumun gelişmesi global ekonominin arkasında kaldı

Toplumların siyasi özgürlük ve sosyal adalete hizmet edecek kurumlara ihtiyacı var. Tek tek ülkelerde bu kurumlar varsa da, global toplumda mevcut değil. Bugünkü global kapitalist sistem ayakta kalmak için ihtiyaç ve özlemleri karşılayabilmeli.

Filozof finansçı George Soros, servetini borsada yapan bir dolar milyarderi. Soros'un kurduğu Quantum yatırım fonu, dünyanın en başarılı fonu. 1969'da Quantum fonuna 100 bin dolar yatıran bir kimsenin varlığının 1994'te 130 milyon dolara yükseldiği hesaplanıyor.
1930 yılında Macaristan'da doğan Soros, 1947'de ailesiyle birlikte İngiltere'ye göçtü. London School of Economics'ten mezun oldu. 1956'da ABD'ye yerleşti. 1980'de Oxford Üniversitesi'nden doktora derecesi aldı. 1990'da Prag'da Orta Avrupa Üniversitesi'ni kuran Soros, son on yılda Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği'ndeki hayır işlerine 500 milyon dolar bağışta bulundu.
"Finansın Simyası", "Sovyet Sistemi'nin Açılması", "Demokrasiyi Güven Altına Almak" ve son olarak "Soros Üzerine" adlı kitapları yayımlayan Soros, ABD'nin entellektüel dergisi "Atlantic Monthly"nin yeni sayısında çıkacak olan makalesinin Türkçe yayım hakkını Milliyet'in "Entellektüel Bakış" sayfasına verdi. Soros'un "Toward A Global Society" adlı felsefi makalesini, bugün ve yarın yayımlanacak iki bölüm halinde dikkatinize getiriyoruz.

Önce, malum olan ile başlayayım. Global bir ekonomide yaşıyoruz. Ancak bununla ne kastettiğimiz konusunda açıklık olmalı. Global ekonomi sadece malların ve hizmetlerin değil, daha önemlisi, fikirlerin ve sermayenin serbestçe dolaştığı bir ekonomidir. Serbest dolaşım doğrudan yatırımlar ve finansal işlemler için de geçerlidir. Finans piyasalarının globalleşmesi son yıllarda öylesine hızlandı ki, çeşitli ülkelerde döviz kurları, faiz oranları ve hisse senedi fiyatları birbirine yakından bağımlı hale geldi. Dolayısıyla global ekonomiyi, global kapitalist sistem olarak düşünmeliyiz.
Globalleşme şu çok büyük faydaları sağladı: Uluslararası işbölümünün mukayeseli üstünlükler teorisinin açıkça kanıtladığı faydalar; ölçek ekonomileri ve yeniliklerin bir ülkeden diğerine hızla yayılması gibi dinamik faydalar; malların, sermayenin ve insanların uluslararası hareketiyle ilişkili seçme özgürlüğü ve fikirlerin uluslararası dolaşımıyla ilişkili düşünce özgürlüğü gibi önemli ekonomi - dışı faydalar.
Ne var ki global kapitalizm sorunsuz değil, ve eğer sistemin ayakta kalmasını istiyorsak bu sorunları daha iyi anlamamız gerekiyor. Global kapitalist sistemin faydaları ancak, sistemin yetersizliklerini düzeltmek ve sınırlandırmak için harcanacak ısrarlı çabalar ile sürdürülebilir. Hükümetler karışmadığı takdirde serbest piyasaların yetersizliklerini kendi kendilerine düzelttiklerini savunan laissez - faire ideolojisiyle bu noktada çatışıyorum.
Global kapitalist sistemin yetersizlikleri beş başlık altında toplanabilir: Faydaların eşitsiz dağılımı; finansal sistemin istikrarsızlığı, global monopol ve oligopollerin oluşma tehlikesi, devletin muğlak rolü ve değerler ve sosyal dayanışma sorunu. Bu ayrım elbette biraz keyfi ve her bir alan birbirine bağımlı.
1) Global kapitalizmin faydaları eşitsiz bir şekilde dağılmıştır. Genel olarak sermaye, emekten çok daha iyi durumdadır, çünkü sermaye çok daha hareketlidir. Global sistemde finans sermayesi sanayi sermayesinden daha iyi durumdadır; çünkü fabrikaları taşımak çok zordur. Çokuluslu şirketler transfer fiyatlandırmasında esnekliğe sahiptir ve yeni yatırım kararları aldıklarında baskı yapabilirler, ancak esneklikleri uluslararası portföy yatırımcılarının seçme özgürlüğüyle mukayese edilemez. Global ekonominin periferisinde olmaktansa merkezinde olmak dahaavantajlıdır. Bütün bu etkenler, sermayenin finans merkezinde toplanmasına yol açmakta ve finans piyasalarının gittikçe artan hacmi ve önemini açıklamakta.
2) Finans piyasaları kendiliğinden istikrarsızdır ve uluslararası finans piyasaları özellikle istikrarsızdır. Uluslararası sermaye hareketlerinin genişleme - patlama (boom - bust) örüntüsü bilinen bir gerçektir. Genişleme döneminde sermaye merkezden periferiye doğru akar, ama güven sarsıldığında kaynağa geri dönme eğilimindedir. Birçok iniş ve çıkışa tanık oldum. Uluslararası sermaye piyasalarının eskiye göre çok daha kurumsallaşmış olduğunu ve çok daha büyük bir direnç gösterdiğini kabul ediyorsam da, bugünkü genişlemenin (boom) yerini bir çöküşe (bust) bırakmayacağına, tarih aksini kanıtlayana kadar inanmam mümkün değil.
Finans piyasalarının nasıl işlediğine dair anlayışımızın yetersizliği, çöküntü riskini büyük ölçüde arttırmaktadır. Ekonomi teorisinin dayandığı denge kavramı yanıltıcıdır. Ekonomi teorisinin denge - dışı durumların anlaşılması yönünde hayli ilerlediği söyleniyor. Yine de, piyasaların kendi hallerine bırakılmaları gerektiğine dair "laissez - faire" fikri hala çok etkili. Bunu tehlikeli bir fikir olarak görüyorum. Finansal piyasaların istikrarsızlığı ciddi ekonomik ve sosyal bozulmalara yol açabilir.
Finans sisteminin istikrarını sağlamak için ne yapmalı. Bu soru soyut olarak yanıtlanamaz, çünkü her durum farklıdır. Finans piyasaları en iyi tarihi birer süreç olarak anlaşılabilir ve tarih hiç bir zaman tekerrür etmez. Asya piyasalarında yaşanan son karışıklıkların da gösterdiği gibi, piyasaların kendi kendilerini düzeltmeleri beklenemez, çünkü piyasalar aşırı tepki gösterme ve ayrım yapmama eğilimindedir.
3) Ne var ki istikrarsızlık finansal sistemle sınırlı değildir. Rakiplerin amacı, piyasada remakebi korumak değil hakimiyet kurmaktır. Monopol ve oligopollerin oluşması eğiliminin düzenlemelerle önlenmesi gerekir. Globalleşme sürecinin görece yeni bir olay olması yüzünden, bu henüz dünya çapında ciddi bir sorun haline gelmedi, ama tarihsel bir süreç söz konusu olduğu için sorun zamanla ortaya çıkacak.

4) Ama aşırı güç temerküzünü önlemek ve finans piyasalarında istikrarı korumak kimin görevidir? Bu soru, bizi devletin rolü konusuna getiriyor. İkinci dünya Savaşı'nın sonundan itibaren devlet ekonomik istikrarın korunması, fırsat eşitliğinin sağlanması ve bir sosyal güvenlik ağı oluşturulması alanlarında, özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika'nın gelişmiş ülkelerinde artan bir rol oynadı. Ancak devletin yurttaşların refahını kollama yeteneği, kapitalist sistemin sermayenin emekten çok daha kolay bir şekilde vergilenmekte kaçmasını mümkün kılan globalleşmesi sonucu hayli kısıtlandı. Sermaye, istihdamın ağır bir şekilde vergilendirildiği ya da sıkı bir şekilde korunduğu ülkelerden kaçma eğilimi, işsizlik doğurur. Kıta avrupası'nda olan budur. Avrupa'nın reformdan geçirilmesi gereken fena halde eskimiş sosyal güvnelik sistemlerini savunuyor değilim, ama Avrupa ve Amerika'da sosyal yardımların kısıtlanmış olmasından kaygılıyım.
Bu görece yeni bir olgu ve henüz tam etkisini göstermedi. Yakın zamana kadar sanayileşmiş ülkelerde devletin GSMH'daki payı artıyordu; İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana neredeyse iki katına çıkmıştı. Bu pay 1980'lerde zirveye çıktıysa da, gözle görülür bir şekilde azalmadı. Thatcher ve Reagan yönetimleri devletin ekonomideki rolünü azaltacak bir programla yola çıktılar. Bu gerçekleşmedi, ancak yerine sermayenin ödediği vergiler gözle görülür bir şekilde azalırken, emek üzerindeki vergiler artmaya devam etti. Uluslararası iktisatçı Dani Rodrik'in belirttiği üzere, globalleşme sosyal güvenliği sağlaması talebini arttırırken devletin bu talebi karşılama yeteneğini sınırlandırmıştır. Bu durum, sosyal çatışmanın tohumlarını taşır. Eğer sosyal hizmetler istikrarsızlığın arttığı bir dönemde aşırı ölçüde kısıtlanırsa, buna duyulan tepki, özellikle bugünkü büyüme dönemini bir bunalım döneminin izlemesi durumunda, hem ABD'de hem de Avrupa'da korumacılık dalgasına yol açabilir. Bu global kapitalist sistemi 1930'larda yaşanan cinsten bir çöküntüye götürebilir. Devletin etkisi azaldığı için, uluslararası işbirliğine duyulan ihtiyaç artıyor. Ancak bu işbirliği bir yandan bugün egemen olan laissez - faire fikirleriyle, öte yandan milliyetçilik ve fundamentalizmle çelişiyor.
Devlet ekonomik gelişmede başka bir rol oynadı: Yerel sermayenin yetersiz olduğu ülkelerde yerel işadamlarıyla işbirliği yaparak sermaye biriktirmelerine yardımcı oldu. Bu strateji Japonya, Kore ve şimdi yaralı Güneydoğu Asya kaplanlarında başarı sağladı. Model başarı sağladıysa da, kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişki konusunda önemli sorunlar ortaya çıkardı. Otokratik bir rejimin demokratik bir rejime nazaran sermaye birikimine daha elverişli; zengin bir ülkenin yoksul bir ülkeye nazaran demokratik kurumların gelişmesine daha yatkın olduğu açık. Dolayısıyla otokratik bir rejim ve sermaye birikiminden refaha ve demokrasiye doğru giden bir gelişme eğilimini düşünmek mümkün. Ancak otokrasiden demokrasiye geçişin bir güvencesi yok: iktidarda olanlar iktidara sıkı sıkıya sarılmakta.
Otokratik rejimler ifade özgürlüğünü kısıtlayarak ve yozlaşmanın yayılmasına göz yumarak kendilerini zayıflatıyor. Zamanla kendi içlerinden devrilebilirler. Refahı sürdüremez duruma geldikleri an, zorda kalırlar. Ne yazık ki ekonomik istikrarsızlık ve çöküntü, demokratik kurumların gelişmesi için elverişli bir ortam sağlamaz. Dolayısıyla Asya'daki ekonomik mucizenin siyasi geleceği en iyi ihtimalle bulanık.
5) Buradan en karmaşık problem alanına, değerler ve sosyal dayanışma sorununa geliyoruz. Her toplumun onu birarada tutacak ortak değerlere ihtiyacı vardır. Tek başına piyasa değerleri bu amaca hizmet edemez, çünkü piyasalar insan (emek) ve doğa (toprak) dahil herşeyi alınıp satılır mal haline getirir. Bir piyasa ekonomisi olabilir, ama bir piyasa toplumu olamaz. Toplumların piyasalara ek olarak, siyasi özgürlük ve sosyal adalet gibi sosyal amaçlara hizmet edecek kurumlara gereksinimi vardır. Tek tek ülkelerde bu kurumlar varsa da global toplumda mevcut değil. Global toplumun gelişmesi, global ekonominin gerisinde kaldı. Aradaki boşluk doldurulamadığı takdirde, global kapitalist sistem ayakta kalamaz.
Global toplumdan söz ettiğimde, global devleti kastetmiyorum. Devletler ulusal düzeyde de yetersiz. Global bir kapitalist sistem ilk defa ortaya çıkıyor değilse de, yeni duruma yeni çözümler bulmak zorundayız. Benzer bir durum geçen yüzyılın başında yaşandı. O sıra global kapitalist sistem imparatorluklar tarafından ayakta tutuldu. Zamanla bunlar arasında çıkan çatışma sonunda yıkıldı. İmparatorluklar dönemi kapandı. Bugünkü kapitalist sistemin ayakta kalabilmesi için, bu sistemi oluşturanların ihtiyaç ve özlemlerini karşılayabilmesi gerekir.

Yarın: "Global Açık Toplum"