The Others Çağın iki temel gücü: Demokrasi ve kapitalizm

Çağın iki temel gücü: Demokrasi ve kapitalizm

31.12.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Çağın iki temel gücü: Demokrasi ve kapitalizm

Çağın iki temel gücü: Demokrasi ve kapitalizm


Kapitalizm ve demokrasi insan yaratıcılığını ve enerjisini seferber ediyor. Ancak bunlar aynı zamanda yıkıcı güçler. Eski düzenleri, hiyerarşileri, gelenekleri, cemaatleri, kariyerleri, istikrarı ve huzuru bozuyorlar. Ünlü Amerikalı siyaset bilimci Fareed Zakaria'ya göre 21. yüzyılın eşiğinde dünya


       ABD'nin saygın dışpolitika dergisi Foreign Affairs'in editörü, Arap kökenli ünlü Amerikalı siyaset bilimci Fareed Zakaria, Newsweek dergisinin özel 21. yüzyıl sayısı için kaleme aldığı yazıda, yeni binyılın eşiğinde dünyayı tahlil ediyor. Bu ilginç analizi biraz kısaltarak dikkatinize getiriyoruz.
       Berlin Duvarı'nın yıkılmasından bu yana yalnızca 10 yıl oldu, ama yeni bir dönemin içindeyiz. İnsanlar 1986'da Reagan, Thatcher ve Gorbachev'in dünyasının 1976, hatta 1966, 1956 ya da 1946 dünyasıyla yakından ilgili olduğunu düşünürlerdi. Fakat bugün, 10 yıl öncesinin olayları puslu ve uzak anılar. Nikaragua'daki kontraları hatırlayan var mı? Büyük bir tarihi eşiği aştığımız için, eşiğin gerisinde kalan olaylar bize eski tarih gibi görünüyor.
       Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Batı kapitalizm ve demokrasiyi dünyaya yaymak için mücadele verdi. Şimdi istediğini - sınırsız piyasa ve halk iktidarını - elde etti. Ancak bunlarla başa çıkmak tahminlerin çok ötesinde güç olacak.
       Kapitalizm ve demokrasi modern tarihin iki egemen gücü. İnsan yaratıcılığını ve enerjisini başka hiç bir şey onlar kadar seferber edemiyor. Ancak bunlar aynı zamanda yıkıcı güçler. Eski düzenleri, hiyerarşileri, gelenekleri, cemaatleri, kariyerleri, istikrarı ve huzuru bozuyorlar.
       Mevcut haliyle dünyaya duygusal hiç bir bağlılık duymaksızın ilerliyor, karşılarına çıkan herşeyi deviriyorlar.
       Batı'nın gelecek yüzyıldaki en büyük meselesi, tarihten geriye kalan bu iki büyük fikrin bütün insan faaliyetini yeniden düzenleyen gücünü denetim altına alacak yolları bulmak. Aksi takdirde, dünyanın büyük bir bölümü için değişim hızı dayanılamayacak kadar aşırı olabilir.
       Şimdi herşey çok farklı gözüküyor, çünkü öyle. Üç kuşak boyunca dünya büyük siyasi mücadeleler tarafından tanımlandı: Büyük Bunalım, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve sömürgelerin tasfiyesi. Siyaset ve diplomasi sahneye egemen oldu.
       Bugün ise havada yepyeni bir enerji var: "Zengin olmak muhteşemdir" ünlü bir yeni slogan. Bu çağımızın en veciz ifadesi, çünkü Çin Komünist Partisi lideri tarafından söylendi. Geçmişin kahramanları askerler ve devlet adamları, sanatçılar ve yazarlar olabilir, ama bugünün kahramanları işadamları. Çin, Hindistan ve Brezilya gibi bir zamanlar Batı'nın ticariliğine küçümseyerek bakan ülkeler bile ihracat bölgeleri ve yüksek teknoloji merkezleri kurmak için büyük çübü harcıyor. Nepolyon bir zamanlar İngilizleri "dükkan sahiplerinden oluşan bir millet" olarak nitelemişti. Şimdi bütün dünya öyle.
       Entellektüeller bize küreselleşmenin o kadar yeni bir olay olmadığını hatırlatıyorlar. 20. yüzyılın başında da serbest ticaret, serbest pazarlar ve demokratik siyaset gelişiyordu. Bugün Avrupa ülkelerini gezmek için vize almaya gerekmeyebilir; o sıralar pasaporta bile gerek yoktu.
       Ancak bu mukayesenin anlamı nasıl sonuçlandığında. Ne yazık ki, o dönem iyi bir şekilde sonuçlanmadı. 20. yuzyılın başlarında liberal düşünürler refah ve karşılıklı bağımlılığın savaşı imkansız hale getirdiğine inanıyorlardı. Ama savaş çıktı. Birinci Dünya Savaşı birinci büyük küreselleşme dönemine son verdi.
       Ancak bu yüzyılın sonuyla bir öncekinin sonu arasında fark var. Küreselleşme bugün çok daha yaygın ve derin bir olayı ifade ediyor. Binlerce ürün, hizmet ve hatta fikir global olarak üretiliyor; ülkeler arasında karmaşık bağlar kuruyor. Bir kitap New York'ta yazılıp, Hindistan'da yayıma hazırlanıp, Karayip ülkelerinde dizilip ve Singapur'da basıldıktan sonra bütün dünyaya dağıtılabiliyor. İnternet küresel imalat, dağıtım ve iletişimi basit ve ucuz kıldı.
       Küreselleşmenin geçen yüzyılın sonundaki haliyle bugünkü hali arasında çok önemli bir fark daha var: Bugünkü süperdevletin niteliği. Açık bir dünya ekonomisi, dünyada yaygın bir barış düzenini ve büyük bir global egemen gücü gerekli kılar. Bu güç 1900'de İngiltere idi, 2000'de Amerika. Ancak 1900'de İngiltere çökmekte olan bir güçtü; Birinci dünya Savaşı bu çöküşü hızlandırdı.
       Bugünkü manzara çok farklı. ABD sadece dünyanın en güçlü devleti değil, üstünlüğü giderek artıyor. Son on yılda Amerikalı gazeteciler, siyasetçiler ve akademisyenler Soğuk Savaş sonrası dünya düzenini nasıl tanımlayabileceklerini tartışıyorlar. Oysa çok açık: Amerikan Çağı'nda yaşıyoruz.
       Yeni bir sanayi - sonrası devrimi başlatan bir dizi teknolojik buluşa öncülük eden Amerikan ekonomisini bütün dünya kıskanıyor. Amerika'nın askeri gücü ötekilerin fersah fersah ilerisinde. Pentagon savunmaya, sonraki beş büyük devletin toplamından daha fazla para harcıyor. Savunma araştırmalarına dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla para ayırıyor. Washington'un savaşların geride kaldığı ve küreselleşmenin siyasi istikrar gerektirmediği gibi hayaller görmüyor. Bill Clinton'ın bu konuda yaptığı polemikler ne olursa olsun, ABD'de izolasyonizm eğilimi güçlü değil.
       Amerika'nın üstünlüğü toplumsal yaşamın öteki kesimlerinde de açıkça görülüyor. Amerikan üniversiteleri ile öteki üniversiteler arasındaki fark gittikçe açılıyor... Dünya Bankası'nın bir hesaplamasına göre ABD'nin üç en zengin kişisinin toplam serveti, dünyanın en yoksul 48 ülkesinin toplam GSMH'ndan fazla.
       Elbette ki, bugünün sakin ortamı savaşla bozulabilir. Borsada çöküş, büyüyen ekonomiyi altüst edebilir. Kötü dış politika bütün bu olağanüstü üstünlükleri mahvedebilir. Ama bu krizlerin hiç biri yeni bir süper devlet doğuramaz. Gerçek şu ki, bir kriz ortaya çıktığında ABD daha da vazgeçilmez oluyor. Doğu Asya'da ekonomik krizi ve Balkan savaşlarını düşünün. Amerikan aleyhtarlığının derin kökleri olduğu ülkeler bile Amerikanlaşmanın etkisinde.
       Yeni dönemden ne bekleyebiliriz? Kısaca, bugün olanların daha da artmasını. Daha çok küresel kapitalizm ve daha çok demokrasi. Son 30 yılda büyük bir demokratikleşme dalgası dünyayı sardı... Önümüzdeki dönemde demokratikleşme baskısı daha da artacak. Kapitalizm ve demokrasi toplumları bütün şanı ve tahrikleriyle modernleşmenin içine atacak...
       Çoğu ülkeler kapitalizmin alevlerini yatıştırma ihtiyacını duyuyor; belki de fazlasıyla. Bazıları için demokratik popülizmi en iyi nasıl başa çıkılacağını kestirmek gittikçe güçleşecek. Bazı ülkeler bunun tehlikelerini görmeye başladı. Hukuk devleti, azınlıkların korunması, mülkiyet hakları olmaksızın demokrasinin (yani, liberal olmayan demokrasi dediğim şeyin) kof bir kılıftan başka bir şey olmadığını anlıyorlar... Amerika çok başarılı oldu, çünkü hem kapitalizmi hem de demokrasiyi hukuk devletiyle sınırladı. Eğer dünya Amerika'dan bir ders almak istiyorsa, o da budur.
       İşin en zor tarafı, toplumların bu düzenlemeleri değişimin güçlerinin gittikçe fırtınalı bir hal aldığı bir ortamda gerçekleştirme zorunda olmaları. Hangi dengeye varırlarsa varsınlar, ülkeler bundan sonra bugüne kadar olduğundan daha hızla ilerleyecek. Yeni ve cesur bir dünyaya adım atarken verebileceğimiz yegane öğüt şu: Emniyet kemerlerinizi bağlayınız. Çukurlarla dolu bir yola çıkıyorsunuz.