The Others Cemevinde bir akşam

Cemevinde bir akşam

20.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Cemevinde bir akşam

Cemevinde bir akşam

       Cemaatin bağışlarıyla inşa edilen ve ayakta tutulan "Cem ve Kültür Merkezleri"nin sayısının bugün bütün Türkiye'de 20'yi geçti. Bunların yaklaşık yarısı İstanbul'da.

       Varlıkları inkar edilen öteki dinsel, dilsel ve kültürel kimliklerin de tanınması, Türkiye halkının "Cumhuriyet ve Demokrasi" ye gönül bağıyla bağlanmasının tek yolu.

       Alevi kimliğinin resmen tanınması, Aleviliğin asırlar süren gizlilikten kurtulup günışığına çıkması, Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde atılan dev bir adım.

       "Din, ahlaktır. En büyük ibadet insanlar arasında dostluk, kardeşlik, sevgi, hoşgörü ve barışı yaymaktır... İbadet Allah ile kul arasındadır... Müslüman, Hristiyan ve Musevi; Alevi, Sünni ve Şii; Türk, Kürt, Laz ve diğer hepimiz kardeşiz... Bütün insanlar doğuşta ve inançta kardeştir; hepsinin mayası birdir. Hiç biri kafir değildir. Kafirin kim olduğunu sadece Allah tayin eder. Allah inancında olan herkes, ister Müslüman, ister Hristiyan veya Musevi, hepsi İslam'dır... Muhammed Musa'nın, Davud'un ve İsa'nın başlattığını tamamlamak; dini akılcılığa ulaştırmak için geldi... Müslüman, içinden kini ve nefreti atmadıkça Kuran'ın gerçek manasını anlayamaz..."
       Cem Vakfı'nın Yenibosna'daki Ahmed Yesevi Cem Kültür Merkezi'nin üst katındaki Cemevi'nin geniş salonundayız. Ortada geniş "Cem Meydanı" var. Dede ve zakirlerin bağdaş kurup oturduğu "post"un (yani sedirin) tam karşısındayız. Dede cemaatine böyle nasihat ediyor.
       Postun arkasındaki duvarda ortada Hazreti Ali 'nin sureti, iki yanında Hacı Bektaş Veli ve Mevlana 'nın temsili resimleri duruyor. Onların hemen yanında Mustafa Kemal Paşa 'nın kalpaklı resmi var. Hepsinin yukarısında da "Allah, Muhammed, ya Ali" yazıyor. Meydanın kubbesi 12 köşeli. Her köşeye bir imamın adı yazılı. Arkamızdaki duvarda ise Alevi büyüklerinden alıntılar yer alıyor. Bunlar arasında Mustafa Kemal'in sözleri de var. Belli ki Alevi yurttaşlarımız Atatürk'ü bir "aziz" mertebesine yükseltmişler. O belki son "Mehdi", son kurtarıcı...
       "Cem Meydanı" nın sağında kadınlar, solunda erkekler oturuyor. Dede nasihatlerini bitirince sazını eline alıyor ve töreni açıyor. 12 hizmetlinin selamını aldıktan, "çeracı" üç mumlu kandili "uyandırdıktan" (yaktıktan) sonra, güzel sesiyle "nefes" ya da "deyiş" denilen Alevi ilahilerini söylemeye başlıyor. (Köylerine saz çalıp söylemeyi bilmeyen dedeler geldiğinde köylüler cemevinin kenarına bir saz bırakırlarmış...) Ve tören, Allah'la kullarının birliğini simgeleyen semah gösterisiyle son buluyor.
       15 Ekim perşembe akşamı Yenibosna'daki Ahmed Yesevi Cem ve Kültür Merkezi 'ne gittiğimizde bizi yönetim kurulu üyelerinden, Bulgaristan'dan henüz bir yıl önce İstanbul'a göçmüş olan Ruşen Hanım karşıladı. Önce yine Bulgaristan göçmeni olan bir Bektaşi Babası ile tanışıp sohbet ettik, sonra binayı baştan aşağı gezdik. Çarpıcı bir tertip düzen içinde ve tertemiz tutulan binanın en üst katında cemevi, en alt katında ise kurban kesimhanesi, cenaze tören alanı ve morg var. Aradaki katlarda aşevi, radyo ve dergilerin yayın merkezleri, toplantı ve idare odaları bulunuyor. Binanın tepesindeki küçük piramit, bu çatının altında bir cemevi olduğunu söylüyor. Cemaatin bağışlarıyla inşa edilen ve ayakta tutulan bu türde "Cem ve Kültür Merkezi" binalarının sayısının bugün bütün Türkiye'de 20'yi geçtiğini, bunların yaklaşık yarısının İstanbul'da olduğunu öğrendim.
       Sanki ezelden beri İstanbulluymuş izlenimini uyandıracak rahatlıktaki Türkçesi ve davranışlarıyla Ruşen Hanım, bir Bektaşi. Anadolu Aleviliği ile Rumeli Bektaşiliği arasındaki farkları; Bektaşi dedelerine baba dendiğini, dedeliğin sülaleden, babaların ise seçimle geldiğini anlattı. Haftasonunda toplanacak olan "inanç önderleri" toplantısının amaçlarından birinin de Anadolu'dan Balkanlar'a büyük farklılık gösteren Alevi - Bektaşi kültürüne bir birlik kazandırma çalışmasını başlatmak olduğunu söyledi.
       Sonra Cem törenini izledik. Tören bittiğinde, bir kat aşağıdaki radyo stüdyosuna indik. Töreni baştan sona naklen yayınlamış olan Cem Radyosu 'nda 75. Yıl şarkısı çalınıyordu. Evsahiplerimizden biri, "Şahin Bey," dedi "75 yıl sonra nihayet özgürce sesimizi duyurabiliyoruz". Evet, Türkiye'de Cumhuriyet'in ve demokrasinin en önemli toplumsal desteklerinden biri olan Alevi yurttaşlarımız 75 yıl sonra nihayet seslerini özgürce duyurmak imkanına sahip. Ben de Türkiye toplumu ve siyaseti üzerine yazan ve konuşan bir gazeteci, bir siyaset bilimci olarak, 54 yaşımda nihayet bir Cemevi'ni ziyaret ettim. Alevilik üzerine kitaplardan okuduklarım, Alevi dostlarımdan dinlediklerim bambaşka bir gerçeklik kazandı.
       Aleviliğin farkına vardığım ilk yılları hatırladım. 1960'ların ikinci yarısı, "devrimci gençlik" yıllarımdı. Solcu dostlarımla Malatya 'nın köylerini geziyorduk. Köy evlerinin duvarlarında (hayatımda ilk kez gördüğüm) Hazreti Ali 'nin suretiyle, Mustafa Kemal'in resimlerini yanyana gördüğümde şaşırmış, bunun anlamını çözmeye çalışmıştım. Ama Alevi dostlarım bunu üzerine konuşulmaya bile değer bulmuyorlardı; çünkü gündemimiz bambaşkaydı...
       Aleviliği tanımakta gecikmem, bir Cemevi'ni ilk kez Amerikalı televizyoncu dostlarımın dürtüsüyle ziyaret etmem, tabii yalnızca benim kişisel kusurlarımla açıklanamaz. Alevi kimliği şunun şurasında en çok 8 - 9 yıldır, ancak 1990'larda kendini Türkiye'ye ilan etme imkanını buldu.
       Alevilik, Türklerin Orta Asya'dan başlayıp Anadolu ve Balkanlar'a uzanan serüveninde Şamanizm'den İslam'a kadar uzanan inançlarının bir karışımı. Bugün nüfusun belki yüzde 20'sini oluşturan Alevilerin kimliğinin resmen tanınması, Aleviliğin asırlar süren gizlilikten günışığına çıkması, Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde dev bir adım.
       Cemevlerinin yayılması, devlet büyüklerinin Alevi törenlerine ve toplantılarına katılmaları, Aleviliği laikliğin güvencelerinden biri olarak ilan etmeleriyle ve nihayet 1998 bütçesinden Alevi kültürünün geliştirilmesi için (Alevilerin vergilerle bütçeye katkılarıyla karşılaştırıldığında cüzi kalan) bir mali destek (425 milyar TL) tahsis edilmesi Alevi kimliğinin resmen tanındığının belli başlı göstergeleri. Türkiye, böylelikle Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana izlediği kimlik politikalarında esaslı bir değişiklik yaptı.
       Ancak kimlik politikalarında gerekli değişiklikler Alevilerle sınırlı kalmamalı. Bu önemli adımı, Türkiye'nin varlıkları devletçe inkar edilen (ve nüfusun çok daha büyük bölümünü oluşturan) öteki dinsel, dilsel ve kültürel kimliklerin tanınması, özgürlüklerine kavuşarak günışığına çıkmalarının sağlanması yönünde atılacak öteki adımlar izlemeli. Türkiye halkının "Cumhuriyet ve Demokrasi" ye gönül bağıyla, yani gerçekten bağlanmasının tek yolu da bu olmalı.

       1990'lardan itibaren Türkiye'de Alevilik üzerine yayınlar ne mutlu ki pıtrak gibi çoğalmakta. Bu yayınların sonuncusu ve en dikkate değer olanlardan biri geçtiğimiz günlerde basılan "Alevi Identity: Cultural, Religious and Social Perspectives - Alevi Kimliği: Kültürel, Dinsel ve Sosyal Yaklaşımlar" adlı İngilizce kitap (Swedish Research Institute in Istanbul, 1998). ODTÜ sosyoloji profesörü Elisabeth Özdalga ile İsveç'in Lund Üniversitesi profesörleri Tord Olsson ve Catharina Raudvere 'nin editörlüğünü yaptıkları kitap, İsveç Araştırma Enstitüsü 'nün Kasım 25 - 27, 1996 tarihlerinde İstanbul'da düzenlediği konferansa sunulan bildirilerden oluşuyor. Yerli ve yabancı uzmanlarca kaleme alınan 17 makaleden oluşan kitapta, Alevilik üzerine araştırmalarıyla dünyaca ünlü Irene Melikoff 'un "Bektaşiler - Kızılbaşlar" başlıklı incelemesi yanında, İsveç'in Uppsala Üniversitesi'nden Marianne Aringberg - Laanatza 'nın "Türkiye'de ve Suriye'de Aleviler", Tord Olsson 'un "Suriye Alevilerinin Dini" , Reha Çamuroğlu 'nun "Türkiye'de Aleviliğin Canlanışı" ve Ruşen Çakır 'ın "Siyasal Aleviliğe karşı Siyasal Sünnilik: Birleştikleri ve Ayrıldıkları Noktalar" adlı makaleleri kitabın ilginçliği hakkında yeterli bir fikir verebilir. Yakında Türkçesi'nin de yayımlanacağını öğrendiğim kitap için İstanbul'da İsveç Araştırma Merkezi'ne (Tel: 252 41 19, Fax: 249 79 67), Ankara'da Dost Kitabevi'ne başvurulabilir. Ederi 5 milyon TL.