The Others Milliyet okurlarına merhaba!

Milliyet okurlarına merhaba!

07.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Milliyet okurlarına merhaba!

Milliyet okurlarına merhaba

       Yanılabilirim! Her insan gibi. Hepimiz yanılabiliriz. Bu gerçeği hiç aklımdan çıkarmaksızın Milliyet okurlarına merhaba!
       Güç bir yazı.
       Çünkü bir ilk yazı...
       Üstelik on günlük bir tatil sonrasına rastlıyor. Gerilimi yüksek bir yazı sayılabilir. O yüzden içimi bilgisayar ekranına kolay dökemiyorum.
       Peki, daha ilk satırda ne diye insanın yanılabilirliğini gündeme getirdim ki? Belki, gerçeği kimsenin kendi tekeline alamayacağını anlatmak istiyorum da ondan...
       Öteden beri önemserim bu konuyu. Gerçek kimsenin tekelinde değildir.
       Olamaz da.
       Zira gerçek bir değil bin yüzlüdür. İnsanlar gerçeğe yaklaşır, uzaklaşır. Bilim de öyle. Aklın yol göstericiliği sınırsız değildir. Mutlak gerçeği yakalamak ise imkansızdır.
       * * *
       Makul olan:
       "Görüşlerimde yanılıyor olabilirim. Siz de yanılıyor olabilirsiniz. Ama serbestçe tartışarak gerçeğe yaklaşabiliriz" diyebilmektir. Bunun anlamı, her konuyu fikir planında uygarca tartışmaktır.
       Toplumda böyle düşünenlerin sayısı çoğaldıkça, barış içinde bir arada yaşamaya açılan yollarda yürünür. İnsanlar, topluluklar birbirlerine daha kolay tahammül etmeyi öğrenirler. Demokrasinin bir hayat tarzı olarak yerleşmesidir bütün bunlar.
       Bu sayede demokrasiyi yalnız kendimiz için değil, başkaları için de istemeye başlarız. Ama tabii bu düşünceden hiç hoşlanmayanlar da vardır.
       Hem tarihte hem günümüzde.
       Bir zamanlar kimileri Stalin'in, kimileri Hitler'le Mussolini'nin peşine takılmıştır. Kimileri de Humeyni'nin...
       Dün olduğu gibi bugün de tarihin tekerleğini tersine çevirmeye çabalayanlar hiç eksik olmamıştır. En büyük korkuları "düşünen insan"dır. Bağımsız düşünebilen, sorgulayabilen insandır. Aklını sloganlara kaptırmayan, beynini başkalarına teslim etmeyen insandır onların korkusu. Sözcüklerin özgürce uçuşması onları huzursuz eder. Bu nedenle kendi düşüncelerini tek tip elbise gibi, maddi ve manevi terör yöntemleriyle herkese kabul ettirmeye uğraşırlar.
       Stefan Zweig, Montaigne'i anlattığı bir yazısında şöyle der:
       "Yanlış olan ve suç sayılması gereken tek şey vardır: Çeşitlilik içerisindeki dünyayı, öğretilerin ve sistemlerin kıskacı arasına sokmaya kalkışmak... Yanlış olan, insanları özgür yargılarından uzaklaştırmak, içlerinde bulunmayan bir şeyi onlara zorla benimsetmeye kalkışmaktır.
       Böyleleri, özgürlük karşısında saygı nedir bilmeyenlerdir. Ve Montaigne, 'yenilikleri'ni tek ve tartışılmaz doğru niteliğiyle dünyaya kabul ettirmek isteyen, yüz binlerce insanın kanı pahasına haklı çıkarmaya önem veren düşünce diktatörlerinden nefret ettiği kadar hiç kimseden nefret etmez!"
       Düşünce diktatörleri... Düşünce polisleri...
       Gerçek onların tekelindedir!
       Öyle sanırlar.
       Hiç yanılmazlar!
       Öyle sanırlar.
       Herkes kendileri gibi düşünsün isterler.
       Olmaz!
       Çünkü hayatın çeşitliliği buna imkan vermez. Çünkü tarihin tekerleği bütün iniş çıkışlara rağmen özgürlüğe doğru döner. Bu açıdan en çarpıcı tarihsel örneklerden sonuncusu, Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılması, yani komünizmin çöküşüdür.
       Kısacası:
       Her şeyi bildiğini, hiç yanılmadığını sanan düşünce diktatörleri beni ürkütür.
       * * *
       Oysa yanılmak insana özgüdür.
       Kim kendi geçmişine baksa, yanılgılarla, yanlışlarla göz göze gelmez ki. Zaten bütün bunların toplamı değil midir hayat tecrübesi dediğimiz...
       Herkes arada bir kendi geçmişine hüzünlü yolculuklar yapar. Kendi iç dünyasının derinliklerine gizli aynalar tutmaya çalışır.
       Hayatın muhasebesidir bu.
       Kimse yaşamı boyunca bütün soruların cevabını bulamaz. Bazen bulduğunu sanır ama aldanır.
       Hiç bitmez sorular!
       Önemli olan, cevapları yakalamaya dönük arayışları kesmeden hayatta tutunmaya gayret etmektir.
       * * *
       Arada bir insanın kendi geçmişine yaptığı yolculuklara gelince... Bakın Shakespeare ne demiş:
       "Bütün dünler, bugünleri aydınlatan fenerlerdir."
       Ama bizim işimiz geçmiş zamanın peşinde koşturmak değil.
       Tam tersine...
       Bizim, yani "gazeteci milleti"nin işi, güncel gerçeğin peşinde koşmaktır. Kuşkuların çengeline takılarak olayları kovalamaktır. Haberleştirip yorumlamaktır. Yazıya, fotoğrafa, ekrana dökmektir.
       Ben de bu yolun yolcusuyum.
       Otuz yıldır.
       Severek yapıyorum bu işi. Çünkü heyecanlı, renkli. Gazeteci milleti için bu dünyada Türkiye kadar sıkıcı olmaktan uzak ikinci bir ülke bulmak gerçekten zordur. Hatta denebilir ki, bu topraklarda heyecan turizmi kurup para kazanmak bile mümkün...
       Türkiye tam bir çelişkiler yumağı. Onun için de karmaşık, rengarenk. Ama aynı zamanda müthiş dinamik ve önü açık... Seviyorum bu ülkede yaşamayı... Yarınki yazımın konusu da Türkiye olacak.
       Bu köşede haftanın altı günü birlikte olacağımız Milliyet okurlarına bir kez daha merhaba diyorum.


       Yazara E-Posta: h.cemal@milliyet.com.tr