Vitrin Veri ambarı

Veri ambarı

10.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Veri ambarı

Veri ambarı
Veri ambarı
Emre AKÖZ

Geçen gün bizim gazetenin 21. Yüzyıl sayfasını hazırlayan Emil Edip Öymen ile sohbet ediyorduk. Konu döndü dolaştı alışverişe geldi. Öymen, "Ah," dedi, "veri ambarımız olsaydı marketlerde sıkıntı çekmemize gerek kalmazdı."
Veri ambarı dediği bilgisayarların gelişmesiyle ortaya çıkan bir uygulama. Henüz yaygın değil. Ancak önümüzdeki yıllarda ABD'de başlayan bu hareketin genişleyeceği tahmin ediliyor. Gelin onu günümüzün alışveriş tipleriyle karşılaştıralım...
Bugün ihtiyaçlarımızı hangi yollardan karşılıyoruz? Kimi pazara çıkıyor, hemen hemen bir haftalık yiyeceğini oradan alıyor... Kimi bakkalı tercih ediyor... Bazıları büyük alışveriş merkezlerini tercih ediyor; otomobilinin bagajını tepeleme dolduruyor.
Son zamanlarda gelişen bir başka alan da "on - line shopping" ya da Türkçesiyle "internetten alışveriş". Eğer elinizde bir bilgisayar varsa ve bu bilgisayar internete bağlıysa birçok ürünü ekranın başından ayrılmadan satın alıyorsunuz. Parayı kredi kartı ile ödüyorsunuz. Daha sonra bu malları bir kurye evinize kadar getiriyor. Bu bilgisayarla alışveriş işini sakın küçümsemeyin. Geçenlerde 22 bin kişinin bu yolla alışveriş yaptığı açıklandı.
Veri ambarı denilen şey ise internetten alışverişi andırıyor. Önce kendi gereksinimlerinizi belirliyorsunuz. Örneğin, "Biz her hafta; dört şişe kola, iki kilo prinç, bir paket tereyağı vs. tüketiyoruz," diyorsunuz. Sonra da bir marketle anlaşıyorsunuz. Evinizin konumu uygunsa (bu sistemin apartman ortamında nasıl işlediğini doğrusu ben de bilmiyorum) kilitli bir buzdolabı yerleştiriyorlar. Sonra siz evde olsanız da olmasanız da her hafta yukarıdaki gibi belirlediğiniz ürünler tıkır tıkır geliyor. Bu sayede "Acaba tuvalet kağıdı bitti mi," ya da "Pilav yapacak kadar pirinç kaldı mı," gibi dertleriniz olmuyor.
Bütün bunları Öymen'den dinleyince, "Aa," dedim, "karım da bu sistemi kullanıyor." Hayretle yüzüme baktı. Sordu: "ABD'de bile daha emekleme aşamasında, siz nasıl beceriyorsunuz?" Saydım: "Kağıt havlu, sabun, diş macunu, tavuk, su, kola, ayran filan bizim evden hiç eksik olmaz. Eşim bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamaz. Çünkü ben alırım!"

***
Radio Blue
İdeolojik amaçla kurulmuş olanları bir kenara bırakırsak radyolar kabaca ikiye ayrılıyor. Müzik radyoları ve haber (örneğin Radyo Foreks) radyoları... Müzik radyoları ise yabancı müzik çalanlar ve yerli müziğe ağırlık verenler diye ayrılıyor.
Tabii bunun ötesinde de çeşitli şekillerde kendilerini konumluyorlar. İlginç bir uygulamayı yabancı müzik çalan Radio Blue başlattı. Genellikle sunucu olmadan sürekli müzik yayını yapan Radio Blue arada sırada yayını keserek kendisini tanımlıyor. Şöyle spotlar duyuyoruz: "Kırmızı ışıkta cam silen çocuklara tavır yapmayanların radyosu... Uçakta rasladığı arkadaşına, nereye gidiyorsun, diye sormayanların radyosu... Konser ya da film biter bitmez ayağa kalkmayanların radyosu."
Radio Blue böylece kendini sadece müzik konusunda değil, "kent adabı" alanında da konumlamış, bir tavır almış oluyor. Doğrusunu isterseniz 15 dakikada bir böyle bir spot duymaya hala alışamadım. Ancak spotların etkili olduğu kesin. Çünkü insan ister istemez, ben böyle yapıyor muyum, diye soruyor kendi kendine.
Tabii bir de şunu saptamak gerek: Eğer Radio Blue bu spotlara uygun davranan bir dinleyici kitlesini gerçekten kendisine hedef olarak seçtiyse... Ya patronları zengin ya da azla yetinmeyi biliyorlar. Kentin haline baksanıza!

e-mail:eakoz@milliyet.com.tr
faks: 0212 5056431