Şahin ALPAY
Başbakan
Mesut Yılmaz, ABD'nin başkenti Washington'a giderken, AB'nin başkenti Brüksel'de
"kader resti" ni çekti:
"Eğer AB 6 ay içinde adaylığımızı tanımazsa, üyelik başvurumuzu geri çekeriz" dedi. Ertesi gün bu resti koalisyon ortaklarından habersiz çektiği anlaşıldığı gibi, daha ertesi gün restini
"yumuşattı". Türkiye'nin (hemen bütün öteki konular gibi) AB ile ilişkiler konusunda doğru dürüst düşünülmüş, tutarlı olarak uygulanan bir politikasının maalesef bulunmadığı bir kez daha görüldü.
Yine de Türkiye - AB ilişkilerinde
son zamanlarda yaşanan krizden bazı faydalar beklenebilir. Bunların başta geleni, Batılı dost ve müttefiklerimizi
ayıran ve birleştiren hususların belki şimdi daha iyi görüleceği umudu. Bu hususlar başlıca şu noktalarda toplanabilir:
* Avrupalılar arasında Türkiye'ye yaklaşım açısından hissedilir farklar var. Bunların belki en dikkate değer olanı bir yanda
İngiltere ile öte yanda
Almanya arasındaki fark. Almanya'nın
"federal Avrupa" vizyonu içinde Türkiye'ye öngörülebilir bir gelecekte yer bulunmuyor. İngiltere'nin
"konfederal Avrupa" vizyonu ise Türkiye'yi kapsıyor.
* Avrupa'nın
sağ ve sol partileri arasında Türkiye'ye yaklaşım açısından hissedilir farklar var. Soğuk Savaş döneminde anti - demokratik uygulamalarımıza hoşgörüyle baktıkları için muhafazakar partileri
"Türkiye dostu" olarak görür, sol partileri kötülerdik. Şimdi işler tersine döndü: AB'yi bir
"Hıristiyan kulübü" yaptıkları için muhafazakar partilere yükleniyor; AB'nin
"Hıristiyan kulübü olmadığını" savunan sol partileri bize yakın görüyoruz.
*
AB ile ABD arasında Türkiye'ye yaklaşım açısından açıkça görülen farklar var. ABD, stratejik açıdan ve çıkarları açısından Türkiye'ye daha fazla önem veriyor; Türkiye'nin Soğuk Savaş ve sonra Körfez Krizi sırasında, Batı ittifakına sadakatinin kadrini biliyor; Türkiye'de demokratikleşme meselesine Avrupalılar kadar ağırlık vermiyor. Çünkü
"15 kocalı Hürmüz" AB'nin aksine, ABD'nin global bir politikası var, ama Türkiye ile bütünleşme gibi bir meselesi yok.
* ABD'nin Avrupa'daki yakını İngiltere hariç tutulursa, AB ülkeleri ABD'nin Türkiye lehine yaptığı baskılardan hiç mi hiç hazetmiyor; bu baskılara belki Almanya kadar Fransa da bozuluyor. Biz ise ABD'nin, AB'ye yaptığı baskıların gerçekte
ters teptiğini görememekte ısrar ediyoruz.
* ABD'de Türkiye'ye yaklaşım açısından en az AB'de olduğu kadar büyük ayrılıklar bulunduğu şüphesiz. Batı'yı, bırakın bir "Hıristiyan kulübü" olmayı, bir
"Katolik ve Protestan kulübü" olarak gören
Samuel P. Huntington da Amerikalı; 18 Aralık tarihli başyazısında AB'yi Türkiye'ye karşı
"dinsel ve etnik önyargılarla" yaklaşmakla suçlayan
The New York Times da... Üstelik ABD'deki Ermeni ve özellikle Rum lobisi, belki AB'dekinden daha güçlü.
Ancak,
Amerikalı veya Avrupalı, muhafazakar veya liberal eğilimli dost ve müttefiklerimizin Türkiye'ye yaklaşımlarında ortak olan noktalar belki ayrıldıkları noktalar kadar önemli: 1) Şu veya bu ölçüde hepsi ilişkilerimizin ilerlemesi için Türkiye'de demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesini şart koşuyor. 2) Hepsi Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözülmesi için bastırıyor. 3) Tıpkı dünyanın geri kalanı gibi hiç biri
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 'ni bağımsız bir
devlet olarak tanımıyor. 4) Hiç biri Türkiye'nin
NATO genişlemesini engelleme tehdidinden haz etmiyor.
Soğuk Savaş sonrası dünyada Batı ile ilişkilerimizi değerlendirirken, AB ile son krizin anlaşılmasına belki yardımcı olduğu bu gerçekleri dikkate almakta yarar var.
Yazara Email S.Alpay@milliyet.com.tr