Bir çocuk bayramını daha coşkuyla kutladık. Ama geriye öylesine çarpıcı görüntüler kaldı ki yüreğimizi burktu.
Van Ortanca’daki bir kız öğrencinin ayağındaki paramparça olmuş pabuçlar, daha uzun süre hafızalardan silinmeyecek.
Benzeri görüntülere Türkiye’nin her tarafında rastlamak mümkün.
Bir yanda görkemli okullarımızın pırıl pırıl kıyafetli öğrencileri, öte yanda yırtık pabuçlar...
Türk eğitim sistemi ve çocuklarımızın durumu, yan yana iki karedeki fotoğraftan daha iyi anlatılamazdı.
Türkiye pek çok alanda olduğu gibi eğitimde de hep uçlarda yaşıyor. Örnek o kadar çok ki!
Şimdi bu minik kıza yardım yağacak. En başta da o ilin yöneticilerinden. Belki de Bakanından. Peki ya diğerleri?
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan önceki gece Genç Bakış’ta öylesine çarpıcı sözler söyledi ki, kendisini tanıyan, tanımayan hemen herkesi duygulandırdı.
Uzun süredir hastanede. Bu yüzden evindeki programı onsuz gerçekleştirdik. Ama kameralarımızdan biri daha önce onun yanındaydı. Merak edilen tüm soruları cevaplandırdı.
Sağlığı ciddiyetini koruyor. Ama o, ömrünün kalan her saniyesini, kız çocuklarının eğitimine ve ülkenin geleceğine daha fazla katkıda bulunmak için değerlendirmeye çalışıyor. İşte onunla yaptığımız söyleşiden ve evinde gerçekleştirdiğimiz programdan satırbaşları:
Türkan Saylan
- 20 yıldır çok iftiraya maruz kaldık, 5 yıl asılsız iddialarla yargılandık hepsinden beraat ettik.
- Delilleri incelesinler, gerçek olduğuna emin olduktan sonra suçumuz varsa bize gelsinler, ne lazımsa yapsınlar.
Eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Ergenekon sanığı Rektör, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı hastane ziyaretinde arka kapıyı tercih etmiş. Sanki birileri görmesin diye. Sanki gizli saklı bir iş yapıyormuşçasına.
Oysa hukukçu kimlikleri nedeniyle, tutuklanan rektörlere en fazla sahip çıkması gereken isimler, Teziç ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olmalıydı. Çünkü ita amirleri onlardı.
Birinden çıt yok. Diğeri de arka kapıdan girip çıkıyor.
Eğer Savcı Zekeriya Öz’ün iddia ettiği gibi söz konusu rektörler bir darbeye teşebbüs ettilerse ya da darbecileri destekledilerse, yani yasalara aykırı bir şekilde davrandılarsa, onları, iki kez üst üste aynı göreve getiren ve bütün iddia edilenleri gerçekleştirirken görmeyen veya görüp de örtbas eden YÖK Başkanı ve Cumhurbaşkanı ile onların emrindeki denetleme kurullarının hiç mi kabahati yok?
Yok eğer, rektörlerin suçsuz ve masum olduklarına inanıyorlarsa, bu sessizlikleri ve arka kapılardan girip çıkmaları neden?..
Özel
Eğitimin gücünü tartışmaya hiç gerek yok. Eğitim alanla, daha doğrusu, doğru düzgün eğitim alanla almayan arasındaki farkı hemen her saniye, yaşamımızın her anında görebiliyoruz.
Tanımlanmış ve eğitimi yapılan meslek çeşitliliği bizde bin, gelişmiş ülkelerde ise 8 bin civarında. Onlardaki yaşam kalitesinin yüksekliğinin en önemli nedeni de bu.
Hemen her gün binlerce mail geliyor. Mümkün olduğunca tümüne bakmaya çalışıyorum. Dün gelenler içerisinde en enteresanı, iş arayan değil, aranan sekreter olmak için verilen seminer sonrasında kazanılacak davranışlarla ilgili olanların çokluğuydu.
Biz de sekreterlik sıradan bir meslek olarak görülür. Yönetici sekreterleri biraz daha donanımlı olsa da yaptıkları işler sınırlıdır. Oysa pek çok ülkede sekreter, ikinci adam gibi. Tepe yöneticilerin eli ayağı olmakla kalmıyor, pek çok işi de onlar yürütüyor.
Görünen o ki bizde de çok daha donanımlı ve yetkili yönetici sekreterler için kafa yoruluyor, eğitim programları açılıyor.
İşte
Aslında 24 saat çok uzun bir süreymiş. Dün bunu bir kez daha anladım.
KALDER Bursa şubesinin düzenlediği 7. kalite ve başarı sempozyomu için Bursa’ya geldim ama bir toplantıdan ötekine koşuşturmaktan sokağa çıkıp, nefes bile alamadım.
Cuma akşamı geç saatte olsa ilk durağım, sık sık program için gittiğimiz Uludağ Üniversitesi’nin Ergenekon davası kapsamında tutuklanan eski Rektörü Mustafa Yurtkuran’ın evi oldu.
son rektörlük seçiminde en yüksek oyu almasına rağmen YÖK’ten veto yiyen Merih (YURTKURAN) hanım, çocukları ve yakınları üzüntüyle şaşkınlığı bir arada yaşıyordu.
Olan bitenlere hâlâ bir anlam veremiyorlar, yargının en doğru kararı vereceğine canı gönülden inanıyorlar...
Akşam yemeğine ancak 11’de yetişebildim. Bursa’nın en iyi esnaf lokantalarından Hayat, ikinci şubesini açmış. Hem de ne şube. Devasa bir lokanta ve Mustafa Amca’nın emektar, miniminnacık ilk lokantası gibi sadece öğle yemeği vermiyor, akşamları da açık ama Merinos Parkı’ndaki şaşaalı mekânda,
Ergenekon davası bir an önce başlasa da bitse. Yoksa başta üniversiteler olmak üzere daha pek çok kesim tedirgin olmaya devam edecek.
Türkiye bir hukuk devleti ve hukukun üstünlüğüne inanmak zorundayız. Yani söz konusu süreci eleştirmek yerine, hukuka uygunluğunu ve yılan hikâyesine dönmesini masaya yatırmalıyız. Bu da yine hukukçuların işi. Çünkü hukuk, futbol ya da siyaset gibi, herkesin üzerinde ahkâm keseceği bir konu değil. Bilgi, birikim, delil ve içtihat gerektirir. Bunların ötesinde yapılacak değerlendirmeler, kahve sohbetlerinin ötesine geçmez.
Hukukçular hata yapmaz mı? Elbette yapar. Yargıtay’daki on binlerce dava, bunun en büyük kanıtı.
Hukuku hukukçulara bırakarak, YÖK, ÜAK ve üniversitelerin bu konudaki tavırlarını uzaktan da olsa izlemekte yarar var.
YÖK ve Üniversitelerarası Kurul, içeri alınan rektörler konusunda, sanki taraf durumundalar. Mademki bizim gibi düşünmüyorlar, ne halleri varsa görsünler konumundalar.
Benzeri bir durum
Ecevit’in partisi DSP’de kazan kaynamaya devam ediyor. Genel Başkan Zeki Sezer istifa etti ama sular durulmuyor. Görünen o ki durulacağa da benzemiyor. Sezer, önceki gece Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde Genç Bakış’ın konuğuydu. İstifasının gerekçelerinden Ecevit’in son günlerine kadar, yakın siyasi tarihimize ışık tutacak çok önemli açıklamalarda bulundu. Israrlı sorulara rağmen “Geri dönmeyeceğim” sözü vermedi. Zamana bıraktı.
Başbakan Ecevit’in uzun süren hastalığı için de “Hastaneden çıktıktan sonra iyileşti, yorumunu siz yapın“ dedi.
Baykal’a ve CHP’ye olan kızgınlığı azalmamış, tam tersine, artmış. Liderlik konusunda ise telaffuz edilen isimlerin dışında bir isim başkan olabilir sinyalini verdi.
İşte programdan bazı satırbaşları:
- Ben seçimden önce CHP’ye işbirliği önerdim ama olmadı. Ne yapsaydım? Kapıyı da kapatıp anahtarı Baykal’a mı verseydim?
- Milletvekillerimizin seçimde başka bir partiyi desteklemesi hiç etik değil. Eğer vefa borçları
Askerler zaman zaman dışa açılıyor. Dün de o açılımlardan birisi gerçekleşti. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, çoğunluğu gazeteciler ve akademisyenlerden oluşan büyük bir çoğunluğa, son 100 yıllık tarihimize de sık sık yolculuk yaparak, bugünü yorumlamaya çalıştı. Başarılı da oldu. Son zamanlarda dinlediğim, üzerinde en çok çalışılmış konuşmalardan birisiydi.
Türkiye’nin temel sorunlarını özellikle de PKK konusunu uzun uzadıya ele aldı. Terörün sadece askeri tedbirlerle çözülemeyeceğine bir kez daha vurgu yaptı.
Laiklik, hukukun üstünlüğü, halkın refah seviyesi ve özellikle de demokrasi, iki saatlik konuşmasında en fazla referans gösterdiği kavramlar oldu.
Türkiye’nin din, dil, ırk gözetmeksizin bir bütün olduğunu defalarca vurguladı. Atatürk’ün Türkiye Halkı kavramını neden özellikle seçtiğini, neden Türk Halkı değil de Türkiye Halkı dediğini farklı bir bakış açısıyla anlattı. Eğer Türk Halkı deseydi etnik ayrımcılık olurdu