Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Üniversiteler peyderpey yeni öğretim yılına başladı! Kalanlar da bu hafta açılır.

Başta öğrenciler olmak üzere tüm ülkemize hayırlı olsun.

Birinci yerleştirmede girenler girdi. Giremeyenleri ve özellikle de ek yerleştirme ile ikinci bir şans arayanları düşünen yok.

Birinci yerleştirmede 53 bin kontenjan boş kalmıştı. Barınma ve benzeri sorunlarını çözemedikleri için kazanıp da kaydını yaptırmayanlarla birlikte bu sayının ikiye katlanması bekleniyor.

Nereden baksanız 100 bin aday için yeni bir umut, yeni bir heyecan ve yeni bir başlangıç olacak ama bir türlü devamı gelmiyor.

Haberin Devamı

Veliler ve adaylar ısrarla önlerindeki süreci görmek istiyor ama nedense YÖK ve ÖSYM’den tek kelime bir açıklama dahi gelmiyor! İşte o sorunlar:

■ Ek yerleştirme kılavuzu ne zaman açıklanacak?

■ Tercihler ne zaman alınacak?

■ Sonuçlar ne zaman duyurulacak?

■ Kayıtlar ne zaman gerçekleşecek?

■ Öğrenciler ne zaman ev ya da yurt bulup yerleşecek?

■ Derslere neden bu kadar geç başlayacak?

■ Bir ay geriden gelenlere yönelik takviye eğitimi yapılacak mı?..

Üniversiteler sessiz!

Ek yerleştirme kayıt takviminin uzaması en çok da üniversiteleri rahatsız etmesi gerekir ama sanki umurlarında değil.

Yıllardır çekilen ve sürekli ötelenen bu eziyete karşı ne YÖK ve ÖSYM’ye ne de üniversitelere seslerini duyurabiliyorlar.

Teknolojinin bu kadar geliştiği bir çağda 20 yıl önceki takvime göre hareket ediyor olmak keyfilikten başka bir şey değil.

Hesap soran olmadığı için ÖSYM Krallığı “Canım nasıl isterse öyle davranırım” demeye devam ediyor. YÖK, üniversiteler ve Türkiye de onları seyrediyor!..

Peki üniversiteler sadece bu konuda mı duyarsız?

Örneğin MEB verdiği diplomaları zerre kadar kaale almıyor, o yetmiyor bir de “dalga” geçiyor!..

Şimdi gelin şu can alıcı soruyu hep birlikte kendilerine soralım:

Üniversitelerin misyonu, vizyonu ve varoluş gerekçeleri ne?

Kimileri her ne kadar üniversiteler meslek okulu değil, bilim yuvası dese de bizdeki karşılığı meslek edinme merkezleri yönünde.

Eğer öyle ise o zaman bu işi hakkıyla yapmaları gerekmez mi?

Haberin Devamı

Örneğin istihdam odaklı eğitime yönelemezler mi?

Gelişmiş ülkelerde bilim üreten üniversiteler ile meslek adamı yetiştiren üniversiteler çok farklı statüdeler.

YÖK’e soracak olsanız bizde de zaten öyle diyeceklerdir ama kâğıt üzerindeki söylemler ile uygulamalar maalesef birbiriyle örtüşmüyor.

Bilim yuvası üniversiteler araştırmaya yönelerek daha çok mastır ve doktora eğitimine ağırlık veriyor, diğerleri ise farklı yetkinliklere sahip meslek adamları yetiştiriyor.

Bizdeki üniversitelerin hemen hepsinde ise her bölüm var…

Bir ara öyle dönemler yaşandı ki daha mezun vermeyen vakıf üniversitelerine doktora eğitim izni tanındı.

Oysa dünya geneline baktığımızda altyapısı ve yıllanmışlığı belirli bir seviyeye gelmeyen üniversitelere asla doktora eğitimi izni verilmiyor…

Üniversitelerimizin bilimsel üretkenlikleri de makale yazmanın çok ötesine geçmiyor. Onu da akademik yükseltmelerde kullandıkları için profesör olduktan sonra devamını getiren maalesef yeterince fazla değil!

Ürettikleri bilimi üretime dönüştürsünler diye onlarca üniversitemize dünyanın parası harcanarak teknoparklar kuruldu. Peki ne kadarı amaçlanan hedeflere ulaştı? Kaçı teknoloji mezarlığına dönüştü?..

Haberin Devamı

Mademki yeterince bilim üretemiyoruz ya da sırtımızdaki lisans öğrenci yükü nedeniyle bilimle uğraşacak zamanımız, enerjimiz, kaynağımız kalmıyor o zaman bir karar vermemiz gerekiyor.

Bilim yapan üniversitelerimiz mastır ve doktoraya ağırlık versin diğerleri de daha yetkin meslek insanları yetiştirsin, verdikleri diplomalar ayrıca sorgulanmasın, ille de bir sınav yapılacaklarsa da bu mesleki yeterlilikleri için değil farklı kazanımları için olsun…

Devletin bir kurumun verdiği diplomanın bir başka kurum tarafından kabul edilmemesi, aşağılanması ya da yok sayılması hem etik açıdan doğru değil hem de harcanan kaynakların heba olması demektir.

Peki üniversitelerimiz verdikleri diplomanın arkasında mı?

Öyle olsa mezunlarına sahip çıkarlardı. Çıkmıyorlar çünkü çok iyi bir eğitim veremediklerini kendileri de kabullenmiş durumdalar…

Haberin Devamı

İşte bu noktada YÖK’ün devreye girmesi, istihdam odaklı bir eğitim anlayışını geliştirmesi ve kontenjanları ona göre belirlemesi gerekiyor.

Fazladan mezun her mezun, ilgili mesleklerin itibar erozyonuna uğramasına neden oluyor. Buna da hiç kimsenin ve bir kurumun hakkı olmaması gerekiyor.

Özetin özeti: Günü kurtararak geleceğe yön veremeyiz. Hele ki eğitimde…