Yazarlar Anca gidersin!

Anca gidersin!

26.12.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Anca gidersin!

Anca gidersin
27 Aralık 1998
Emre AKÖZ

Bu köşeyi sürekli izleyen okurlarımız, "Hükümeti kuralım, enflasyonu ezelim, olmadı bir daha deneyelim, yoksa top tüfek atalım," türünden derin fikirler öne süren kimi köşe yazarlarını arada sırada tiye aldığımızı hatırlar.
Toplumsal değişimi sadece siyasi kapışmalarda ya da ekonomik verilerde arayanlar aynı çabayı günlük yaşam için göstermezler. Onlar genellikle satın alma gücündeki yükselişten ve ithalat patlamasından söz açar. Buna karşılık verileri arasında spor ayakkabılar yoktur.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu karda kışta spor ayakkabı lafı da nereden çıktı?"
Spor ayakkabıları düşünmeme geçenlerde okuduğum çok ilginç bir yazı neden oldu. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü'nden Dr. Şehnaz Aliş'in kaleme aldığı bir bildiri ayakkabının toplumsal tarihimiz içindeki yerini saptıyordu. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e romanlarda ayakkabı neyin simgesi, ne tür konumların göstergesi olarak kullanılmıştı?
Bu bildiriyi okuduğunuzda büyük büyük laflar etmeye gerek kalmadan toplumsal değişmenin nasıl en "alt" noktalara dek indiğini görüyordunuz. Kitap haline gelmesi zaman alacağı için, "Karakter ve Sosyal Statü Açısından Ayakkabı" adlı bu çalışmayı burada çok kısa bir şekilde özetlemek istiyorum.
"Türk Kültüründe Ayrıntılar: Ayakkabı" adlı sempozyumda (10 - 11 Aralık 1998; Marmara Üniversitesi) sunulan bu bildiride Dr. Şehnaz Aliş, ünlü romanları tarayarak nasıl değiştiğimizi ortaya koyuyor.
Örneğin Tanzimat yazarlarından Ahmet Mithat Efendi, "Müşahedet" adlı romanında Ermeni kızların kıyafetlerini betimlerken, "şemsiyeler ve potinler fistanın renginde" diyor. Siranuş adlı karaktere piyano dersi verdiği konaktan hediyeler verilir. Bunlar arasında "Paris'ten gelme en alasından bir çift potin de vardır."
O dönem izlenen modayı görmekteyiz bu alıntılarda. Şemsiye ve ayakkabı, elbiseyle aynı renktedir. Kaliteli ayakkabı Paris'ten gelmektedir. Ayrıca kelime olarak da "potin" kullanılır. Şimdi bu kelime ancak esprilerde geçiyor. Hatta bugün birçok genç bu kelimenin anlamını bilmiyor; bilenler de şöyle bir düşündükten sonra cevap verebiliyor.
Aldülhak Şinasi Hisar'ın "Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği" adlı kitabında Avrupa tarzı hayata özenen bir kişiyle karşılaşırız. Ali Nizami Bey her türlü ayakkabıya pek düşkündür. Onları Beyoğlu'nun ünlü "kunduracısı" Herald'da yaptırır. Kadınlar bu ayakkabılardan, sanki özel olarak yetiştirilmiş birer orkideymiş gibi bahsederler! Ali Nizami Bey servetini yitirdiğinde ise dine sığınır. Artık ayağında "kenarı lastikli mestler" vardır.
Ömer Seyfettin'in "Yüksek Ökçeler" adlı öyküsünde genç yaşta dul kalmış, zengin Hatice Hanım ile tanışırız. "Güzel, tombul, cıvıl cıvıl" bir kadın olan Hatice'nın boyu kısadır. Bu yüzden daima "yüksek ökçeli iskarpinler" giyer. Hizmetçiler konağı soyup soğana çevirirken en büyük yardımcıları yüksek ökçelerin çıkardığı sestir. Hastalanan Hatice ayakkabıları terkedip, pofuduk terlikler giymek durumda kalır. Ama bu kez de arsız, yüzsüz, hırsızlarla çevrili olduğunu farkeder. İyileşmiştir, ne var ki mutsuzdur. Sonunda çareyi yüksek ökçelere dönmekte bulur. Yine başı dönmeye başlamıştır ama "hiç olmazsa yüreği rahattır."
Dr. Şehnaz Aliş bu araştırmada bizi geçmişten alıp bugüne doğru getiriyor. Örneğin Reşat Ekrem Koçu, Milli Mücadele yıllarında başta Mustafa Kemal olmak üzere katılanların "bot" giydiğini kaydeder. Yine aynı dönemin perişan Anadolu'sunu "çarık" simgeler.
Cumhuriyet'le birlikte yoksulluğun altı daha da çok çizilir. Çocuklar sokaklarda yalınayak ya da takunya ile dolaşmaktadır. Halide Edip, Ahmet Rasim, Sait Faik gibi usta yazarların gözü ayaklardadır.
Daha sonra toplumsal statü ile ayakkabı arasında romanlarda gördüğümüz doğrudan bağ kopmaya başlar. "Statü"nün yerini yavaş yavaş "karakter" almaya başlar. Örneğin Hüseyin Cahit'in "Deniz Hamamında" adlı öyküsünde ayakkabı fetişisti bir genci tanırız. Bir çift kadın terliği ile yetinen, onlara bakarak hayaller kuran bu delikanlı, onların sahibi olan kadını tanımak bile istemez.
Peki günümüzün yazarları ayakkabıya nasıl (ve nereden) bakıyor? Bu soruya cevap verebilmek için araştırmacıların yazılarını beklemek gerekiyor. Ama bu arada biz şöyle diyebiliriz: Bir ayağımızda spor pabuç, diğerinde postal; düşe kalka 21. yüzyıla koşuyoruz. Anca gideriz!

e-mail: eakoz@milliyet.com.tr
faks: 0212 5056431