Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dokuz günlük uzun bayram tatilinde bir gün adaya gitmeyi geçirdik aklımızdan. Evet, aymazca ama sabah ilk vapura binersek -ki bu saat 07.30 demek- ‘ulaşım bedava’ akınına yakalanmadan kendimizi güvenli bir noktaya atarız, dönüşü sonra düşünürüz gibi fikirler geçti aklımızdan. Sabahın o saatinde tramvaydan inip Kabataş vapur iskelesine yönelen kalabalığı görene kadar. Şöyle söyleyeyim, bir de işte Beşiktaş maçı dağılırken görüyoruz bu manzarayı orada.

Gene de bir umut denedik binmeyi, yer yoktu vapurda diyeceğim ama yeterli olmayacak gözünüzde canlanması için. Sadece oturacak değil ayakta duracak bir metrekare alan da yoktu ve daha ilk vapurdu bu. Üstelik hâlâ dolmaya devam ediyordu ve Kadıköy’e de uğrayacaktı yolcu almak için. Öncelikle bir sorun olsa bu vapurdan sağ çıkmak olası görünmüyordu. Ayrıca ada dediğin yerlerin de en boyu belliydi neticede.

Haberin Devamı

Neyse, biz canımızın alma ihtimalimiz olan ada havasında daha kıymetli olduğuna karar vererek insanlar ve çantalar ve dev torbalarla hıncahınç dolu vapur hareket etmeden iskeleye geri attık kendimizi.
Ondan sonrasını adalı arkadaşlardan dinleyerek, biraz da sosyal medyada paylaşılan fotoğraflardan takip etmek mümkün oldu. Kimsenin adım atamadığı, nefes alamadığı, bir ada kapasitesinin çok üstünde insanın tepe tepeye doluştuğu bayram günleri yaşanmış durumda adalarda. Böylesi bir insan kalabalığını kaldıracak yeşil alanı da temizlik personeli de hatta umumi tuvaleti bile olmayan yerlerden söz ediyoruz. Ve maalesef yanlarında götürdükleri her şeyin kâğıdını, naylonunu, pet şişesini o kadar yol tepip kavuştuğu doğaya fırlatmakta sorun görmeyen bir insan topluluğundan.

Adada yaşayanlar için bu günler eve kapanıp çıkmama günleri. “Benim de tatil günüm bu, suçum ne ki mahsur kalıyorum?” diyenler teselliyi gün ve gece boyu evinin bahçesine işeyenleri çıkartmak zorunda kalan başka adalılarda bulabilir. Umumi tuvalet yok derken çare yok demedim çünkü. En azından esnaf memnundur diye düşünürsek yine son derece yanılmış oluruz, çünkü adalar dolu ama restoranlar değil. Bütün o torbalar ve tekerlekli pazar çantalarında suya kadar bütün ihtiyaçlar mevcut, kimse adaya bedava gidip orada harcama yapmayı düşünmüyor ve böyle bir imkânı da yok. Deniz kenarında bir yemek yiyeyim diyenler de kalabalıktan ötürü gelmiyor tabii.

Haberin Devamı

Olaya sadece adada yaşayanlar açısından bakıyor değilim elbette. Bu aşırı kalabalığın burada geçirdiği vakte keyifli bir tatil günü diyebilir miyiz diye baktığımızda da son derece tatsız bir tablo çıkıyor ortaya. Yangın tehlikesinden ötürü (çok şükür tabii) ormana giriş yasak, piknik yapılamaz. Plajların tamamı gayet fahiş giriş, şezlong, şemsiye fiyatlarıyla müşteri kabul ediyor, denize girilemez. Kalıyor sana merdivenler, sokak araları, insanların evlerinin önü. Ve tabii kavgalar, dövüşler, can tehlikeleri. Bayramın son günü iki tane vapurun kapıları polis tarafından kapatılıp yolcu girişleri ancak engellenebilmiş düşünün ve o halde hareket ediyor o araç. Diyelim ki batmadı; içeride bir kavga çıksa -ki bol miktarda çıkmış elbette- nasıl sağ çıkılacağı meçhul.

Haberin Devamı

Bunları söyleyince “İnsanlar senede dört gün de ada havası almasın mı?” gibi sorular geliyor, gelmiş nitekim. Bu ada havası değil ki. Şalom gazetesi yazarı Mois Gabay, Büyükada merkezden bir fotoğraflar yayımlamış, akıl alacak gibi değil. Kimse yürümüyor, herkes ancak iki ayağı kadar yer kaplayıp ‘durabiliyor’. Tatil mi şimdi bu? Adaların kapasitesi olduğu gibi vapurların da olmak zorunda. Bedava diye dolup dolup boşalması, ek seferler marifetiyle buralara sonsuz insanın yığılması kimseyi mutlu etmiyor. Gelen eğlenemiyor, kalan evden çıkamıyor, esnaf mağdur, ada çöp içinde.