
1985’in kışında, binlerce Afrikalı açlıktan ölürken, dünya sadece izledi.
Ta ki, Los Angeles’ta bir stüdyonun kapısına “Egolarınızı kapının dışında bırakın!..” notu asılına kadar.
İçeri Michael Jackson, Stevie Wonder, Bob Dylan, Bruce Springsteen, Tina Turner ve daha onlarca ünlü sanatçı girdi.
Şöhretlerini, egolarını, kapının dışında bırakıp bir mikrofonun önünde birleştiler.
Michael Jackson ve Lionel Richie’in birlikte yazdığı “We Are the World” şarkısını söylemek için.
O sadece bir şarkı değildi;
Etiyopya ve Sudan’da milyonlarca insan açlıktan ölürken sanatçılar “Biz dünyayız, biz çocuklarız, daha aydınlık bir gün yaratmak bizim elimizde” diyerek insanlığın kolektif vicdanı oldular.
Bu nakarat dünyaya “birlikte kurtarabiliriz” demek içindi, öyle de oldu.
Sanatçılar kısa sürede bir milyon insanın açlıktan öldüğü Afrika için 80 milyon dolar bağış topladı. Milyonlarca insanın hayatına dokundu…
***
Aynı yıl başka bir vicdan sınavı Güney Afrika’da yaşanıyordu.
Apartheid rejimi, zulmüyle siyah halkı görünmez kılınca yüzlerce müzisyen bu adaletsizliğe karşı bir araya geldi
Steven Van Zandt’ın öncülüğünde stüdyoya giren Bob Dylan, Miles Davis, Bono ve daha birçok isim Sun City şarkısını kaydetti.
Bu şarkı, rejime vurulan en sert tokatlardan biri oldu. Müziğin ritmi kelimelerin gücüyle birleşti; “Apartheid”, “boykot” ve “özgürlük” çağrıları yankılandı. Sanatçıların bu tavrı Güney Afrika’nın uluslararası alanda yalnızlaşmasını sağladı, Mandela’nın özgürlüğüne giden yolu açtı.
***
Bugün, 40 yıl sonra, benzer bir ses sinema dünyasından bu kez Filistin için yükseliyor. Aralarında Oscar, Emmy ve Cannes ödüllü sanatçıların bulunduğu 1300’den fazla oyuncu ve yönetmen, İsrail’in film kurumlarıyla çalışmayı reddetti.
Javier Bardem, Olivia Colman, Mark Ruffalo, Tilda Swinton ve Susan Sarandon gibi isimler imzalarını attıkları bildiride şunu söylediler:
“Gazze’deki katliama suç ortağı olmayacağız.”
Tıpkı müzik gibi sinemanın gücü de yalnızca hikâye anlatma biçiminde değil, aynı zamanda algı yaratma kudretinde gizlidir.
Bir festivalin hangi filmleri seçtiği, bir kurumun hangi projeleri fonladığı ya da hangi oyuncuların bir yapımda rol aldığı, izleyiciye dolaylı da olsa bir mesaj iletir.
Bu nedenle sanatçıların İsrail karşıtı imzaları sanatın tarafsız bir alan değil, bizzat politik bir araç olduğunu kabul ettiklerinin en açık göstergesi.
Çünkü ışıklar altında kırmızı halıda yürümek, bazen en karanlık gerçekleri görünür kılmak için de parıldar. Dolayısıyla bu çağrı, yalnızca Filistin için değil, sanatın kendisi için de tarihi bir sınav sayılmalı.
***
Elbette bir şarkı tankları durduramayabilir, bir film bombaları engelleyemeyebilir. Ama sanatın sesi, sessizliğin suç ortaklığından çok daha güçlüdür.
Sanatçıların cesareti, halkların direncine nefes verir. Sanatçılar sustuğunda ise bedeli daima halk öder. Çünkü zulmün en çok ihtiyaç duyduğu şey tanklar, toplar, yasaklar değil; toplum vicdanının sessizliğidir.
Sanatın evrensel dili adalet, eşitlik ve özgürlük üzerine kurulduğunda, uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek güce dönüşebilir.
Bugün dünya yeniden büyük bir sınavdan geçiyor. Ve sanatçılara sorulacak soru hâlâ aynı: Sanat, insanlığın sesi mi olacak, yoksa sessizliğiyle zulmün gölgesine mi çekilecek?