Trafiğe girmemek için Mısır Çarşısı’ndan başlıyoruz, Tahtakale’ye varınca, elimde değil; her dükkanın içine girmek istiyorum. Tahtakale’de boncuklar, mercanlar, turkuazlar arasında kayboluyorum. Dışarıda nasıl bir kalabalık var, o kalabalığı yararak yürüyorum. Mahmutpaşa’da gelinlikler, nişanlıklar arasında ilerliyorum. Sonunda Kapalıçarşı’dayım.
HAVUZLU’DA YEMEK MOLASI
Çarşıya ulaşana kadar öğle yemeği vakti geliyor, Havuzlu Restaurant’a atıyorum kendimi. Günlük yemeklerin sergilendiği vitrinin önünü Arap turistler işgal etmiş, yemeklerin videosunu çekiyorlar. Açlıktan gözüm dönmüş, vitrine bakamadan siparişi veriyorum.
Üstüne de bir Kapalıçarşı ritüeli olan sade Türk kahvesini içip, Kapalıçarşı’da kaybolmaya başlıyorum.
Kürkçüler Çarşısı’na gidiyorum. Koç Deri, Punto derken ağzım açık, çanta vitrinlerine yapışıyorum.
Sonunda hap kadar bir dükkanda, Cümbüş’te, inciler arasındayım. Bütün gün burada kalabilirim. Kolyeleri takıp çıkarıyorum. Kahve üstüne kahve içiyorum. Bir yandan pazarlık yapıyorum, bir yandan da nasıl tatlı bir sohbet var, anlatamam.
Bırakın alışverişi, sırf sohbet için gelip burada saatlerce oturabilirim. Bir Kapalıçarşı klasiği olan “Al,
Son zamanlarda herkes onun peşinde. Çünkü çok iyi bildiğinizi sandığınız bir yeri bile onunla gezince daha önce hiç farketmediğiniz şeyler görüyor, öğreniyorsunuz. İşte sırf bu yüzden bile onunla her yere gidebilirim.
Saffet Emre Tonguç’un böyle bir etkisi var. Sosyal medyada da takipçilerine önerilerde bulunuyor, benden de Instagram’da paylaşmak üzere İstanbul’da yeterince bilinmeyen, biraz daha saklı kalmış, beğendiğim yerler listesi istedi.
Buyrunuz Saffet Emre Tonguç için hazırladığım 10 maddelik liste...
1- Kasa Lokanta&Bar, Karaköy: Bankalar Caddesi’nde eski Sümerbank binasında açılan Vault Karaköy, The House Hotel’in restoran ve barı. Brunch’ları çok güzel oluyor.
2- Gram, Tepebaşı: Karaköy’deki Maya’nın kurucusu şef Didem Şenol’un günlük yemekler çıkan, sadece gündüzleri açık kafesi. Pera Palas’ın tam karşısında. Yemekleri de tatlıları da çok lezzetli.
3- İstikamet Karaköy, Karaköy: Fransız Geçidi’nin en yeni mekanı. Yemekleri de, servisi de çok özenli. Özellikle taze malzemelere verilen önem ve genelindeki özen ile bana Kantin’i hatırlatıyor. Sahibi ve şefi Elif Doğan çok başarılı.
4- Kantin, Nişantaşı: Artık bir klasik. Sahibi ve şefi Şemsa Denizsel’in
Genç Modern’in kurucuları Esra Eczacıbaşı, Ece Çokar, Berrak Kocaoğlu ve Cem Yılmaz ile dün Milliyet Pazar’da konuştuklarımıza kaldığımız yerden Cadde’de devam ediyoruz.
n Türkiye’deki çağdaş sanatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ece Eczacıbaşı: Bu konuda önemli olan sürdürülebilirlik ve izleyici. Sanata olan bu yatırım sürdürülebilir olduğu sürece; İstanbul çok büyük çekim gücü. İzleyicinin kendini eğitmesi de önemli. İstanbul çok iyi bir yere gelecek ama daha Batı’dan öğrenmemiz gerekenler var.
Esra Eczacıbaşı: Sanatın günlük hayatta, rutinin bir parçası olmaya başladığı noktada çok olumlu gidişat var. Genç Modern’le yapmaya çalıştığımız bu, günlük yaşamlarında sanata yer vermelerini sağlamak. Tabii ki gidilecek çok yol var. İstanbul odaklı olmaktan çıkması en büyük gelişme olur.
Cem Yılmaz: Artık New York, Londra’da olduğu gibi her ay önemli sergiler açılıyor İstanbul’da.
Esra E: Bu programı oluştururken en zorluk çektiğimiz bu seçkiyi yaratmak. 10 sene önce bunu hayal edemezdik, bu kadar opsiyon olacak, biz onların arasından seçeceğiz. Şimdi ise paha biçilmez bir içerik oluşturuyoruz.Genç Modern daha sadece bir fikirken ana sponsorumuz MasterCard ‘Paha Biçilemez’
İstanbul Modern’in artık en büyük destekçisi Genç Modern üyeleri. Genç Modern’in kurucuları Esra Eczacıbaşı, Ece Çokar, Berrak Kocaoğlu ve Cem Yılmaz hikayelerini anlattılar
Karşımda 25 yaşında dört arkadaş var, üçüyle aynı liseden mezunuz. Harvard, Yale, Oxford gibi dünyanın
en önemli üniversitelerinde okuyup Türkiye’ye döndüler. Döner dönmez de kariyerlerinin dışında bir de sanat platformu kurdular. Esra Eczacıbaşı önderliğinde, İstanbul Modern çatısı altında Genç Modern’de birçok etkinlik düzenliyorlar. Genç Modern
1.5 yıldır kulaktan kulağa yayılan bir
üyelik programı. Şimdiye kadar basında
hiç yer almadılar. Harvard mezunu, Eczacıbaşı’nda çalışan Esra Eczacıbaşı, Oxford hukuk mezunu Ece Çokar, Yale mezunu, biyomedikal mühendis Berrak Kocaoğlu ve global bir şirkette yönetim danışmanlığı yapan Cem Yılmaz ilk defa Genç Modern’i anlattı.
- Itzhak Perlman konseri tek kelimeyle büyüleyiciydi. Bir de izleyicilerimiz programa bakıp, ne zaman alkışlayacaklarını anlayabilse! Yanlış zamanda gelen alkışlar ve ardı arkası kesilmeyen öksürükler sık sık Perlman’ın konsantrasyonunu bozdu, hatta ara vermesine neden oldu.
Gerçekten ara olduğunda ise izleyiciler yine anlamadı. Her şeye rağmen Perlman durumu iyi idare etti, biste ‘Schindler’s List’i bile çaldı. Tabii finalde izleyicilere dokundurmayı da ihmal etmedi.
Konser sonrasında ise Hello! dergisinin Unicef yararına satışa çıkardığı imzalı Perlman CD’leri kapışıldı.
- Sakıp Sabancı Müzesi’nde Kutluğ Ataman’ın Sakıp Sabancı anısına, tam 30 bin vesikalık fotoğraftan oluşturduğu video enstalasyon görülmeye değer. Kutluğ Ataman, özellikle ekranları farklı mekanlarda, farklı şekillerde sergileyebilecek şekilde yapmış. Sabancı Müzesi’ndeki Sakıp Sabancı’nın hayatına dokunmuş 30 bin kişinin portresinden oluşan enstalasyon, bir uçan halıyı andırıyordu.
Başta Güler ve Sevil Sabancı olmak üzere bütün Sabancı ailesi ve kültür-sanat dünyası eseri hayranlıkla inceledi. O saatlerde Instagram’da yükselen Kutluğ Ataman oldu.
- İstanbul’daki Konsolos eşlerinin de kurduğu dernek ‘Spouses of the
Yazar-yönetmen Berkun Oya ve prodüktör Nisan Göknel’in kurduğu Krek, 2010 Aralık’tan beri Santralistanbul’da müstakil bir binadaydı.
Bilgi Üniversitesi yönetimince Krek’e tahsis edilen bu binada tasarlanan 75 kişilik mekan; oyunların bir camın arkasından izlenmesi ve oyunun kulaklıkla dinlenmesiyle özgün bir sahneleme anlayışına sahipti.
‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’, ‘Bayrak’, ‘Hoop Gitti Kafa’, ‘Babamın Cesetleri’ ve ‘Iska’ gibi ses getiren oyunları burada izledik.
Şimdi ise üzüntüyle öğreniyoruz; Bilgi Üniversitesi ve Krek arasındaki sözleşme sona erdiği ve üniversite yönetimi sözleşmenin uzatılmamasına karar verdiği için topluluk, bu ay sonunda sezonu kapatacak ve mayısta binayı boşaltacak.
Krek, son oyunları ‘Babamın Cesetleri’ ve ‘Iska’yı nisan sonuna kadar sahneleyecek. Santralistanbul’a 26-27 Nisan’da düzenleyecekleri Büyük Ev Ablukada konseri, oyun ve çimlerdeki buluşmayla veda etmeye hazırlanıyorlar.
DEĞİŞİM FESTİVALLE BAŞLADI
Önce çağdaş sanat müzesinin kapatılması ve üniversite koleksiyonunun satışa çıkarılmasıyla, şimdi de Krek’in ayrılmasıyla Santralistanbul’un ilk günlerdeki kültür-sanat ve yaşam alanı olarak kurgulanan çıkış noktasından iyice
Pazar günü Karaköy tıklım tıklımdı. Bir magazin programı izleseniz ancak bu kadar tanınmış ismi bir arada görürdünüz. Kafelerde oturacak yer bulmak neredeyse imkansızdı.
Bir ara sokakta Külah’taydık. Ayşe Tolga, Mehry Mu çantalarına bayıldığımız Güneş Mutlu Mavituncalılar ile ayaküstü sohbetteydi. Ela Cindoruk ‘elacindoruknazanpakdesign’ standının başındaydı. Bir koltukta Arslan Sükan arkadaşlarıyla oturuyordu.
Ve işte köşeden Eda Taşpınar geliyordu.
Pazar günü Karaköy iğne atsanız yere düşmeyecek durumdaydı. Evet, tabii bunda Külah’ta düzenlenen Souq’un etkisi çoktu. Souq, ayda bir düzenlenen bir ‘sample sale’ pazarı. Pazardan çok parti havasında geçiyor. Bütün sokak elinde limonatalarla sosyalleşen bir kalabalıkla doluyor. Tabii bu arada isteyen alışveriş de yapıyor.
Ece Sükan Vintage’da vintage özlemimizi giderdik.
Hande Çokrak’ın Maid in Love’ında ise neredeyse her şey tükenmişti. Sou, artık başlı başına bir eğlence haline gelmiş.
Geleneksellleşmesinden memnunuz.
Robert Redford’un da kurucuları arasında yer aldığı Sundance Film Festivali son yıllarda Utah’ın yanı sıra Londra’da da gerçekleşiyor.
Sundance, bağımsız bir film festivali. Amaç, yeni filmcileri desteklemek. Sundance Institute sayesinde elde edilen gelirin yüzde 30’u filmcileri desteklemek amacıyla kullanılıyor.
Tahmin ettiğiniz gibi Utah’tan değil, Londra’dan bildiriyorum. Gerçi festivalin gerçekleştiği O2 Arena, Londra şehir merkezinden arabayla 1 saatlik mesafede. “Bizde bağımsız film festivali için kaç kişi bu kadar uzun yol gider?” diyorum içimden, sonra İstanbul Film Festivali’nde ve !f İstanbul’daki bilet kuyruklarını düşünüp kendime kızıyorum.
Biliyorum, festival kitlesi her yere gider. Tabii festival İstanbul’da Beylikdüzü’nde olsa, gidip gelmek kaç saat sürer düşünmek bile istemiyorum. Neyse ki Londra’da metroya atlayıp 35 dakikada O2 Arena’da olabiliyorsunuz. İşte sırf bu yüzden, toplu taşıma sayesinde, festivaldeki kalabalığı görünce şaşırmıyorum.
BİZE GÖRE AMATÖRLER
Beni asıl şaşırtan; bizdeki festivallerin yanında, Londra’daki organizasyonun ne kadar amatör kaldığı oluyor. Tabii bunda festivalde gönüllülerin çalışmasının da, fetsivalin ruhunun