Aşağıda anlatacağım hikaye değil, yaşanmış bir olay. Okuduklarınızdan sonra bir daha o otoparka girer misiniz bilmem, ama girseniz de daha dikkatli olacağınıza eminim
Yılbaşından önceki son pazar günü. Saat 16.00 civarı. Yer İstinye Park otoparkı 1’inci kat. Eşinizi alışveriş merkezinin önünde bırakmış, arabanızı park ediyorsunuz. Hiç tanımadığınız biri “İn arabadan” diyor, “N’oldu?” demek için indiğinizde elinde dev bir sopayla başınıza vuruyor, yere düşüyorsunuz. Her yer kan revan oluyor. Adam hızını alamıyor, başınıza vurmaya ve vücudunuzu tekmelemeye devam ediyor. Olayın tanıklarının anlattığına göre etrafta onlarca insan var, güvenlik var, valeler var. Bir Allah’ın kulu adamı engellemeye çalışmıyor.
Tamam, böyle biri karşınıza her yerde çıkabilir. Ama kapısından girerken çantanızı bile X Ray’e bıraktığınız, otopark girişinde arabanızın bagajının bile didik didik arandığı bir alışveriş merkezinde olunca kendinizi emin ellerde zannetmez misiniz? Böyle bir durumda koskoca İstinye Park’ın güvenliği duruma nasılsa el koyar, saldırganı etkisiz hale getirir, polis ve ambulans çağırır diye düşünürsünüz, değil mi? Hayır anlatılana göre öyle olmuyor işte. Sonunda saldırganın
Gizli numaralardan aranmak istemiyorsanız, numaralarını gizleyerek arayan telefon sapıklarından bıktıysanız size bir müjdem var. Birkaç tuşla bunlardan kurtulmanız mümkün
Dün sabah erkenden cep telefonum çalmaya başladı. “Alo” dedim, “Alo” dedi. Tanımadığım bir ses. Gizli numara. Bir daha “Alo” dedim, bir daha “Alo” dedi. Belli ki böyle gidecek konuşma. “Kiminle görüşüyorum?” dedim, karşımdaki “Ben kiminle görüşüyorum?” dedi. “Kimi arıyorsunuz?” dedim, “Bu güzel sesin sahibini” dedi. Hemen telefonu kapattım.
Sonra telefon saatlerce çalmaya devam etti. Arayan gizli numara. Açmadım tabii. Ama telefon artık sadece telefon değil ki. Bütün işimizi telefondan yapıyoruz, Twitter okunacak, internette bir şeylere bakılacak, birilerine mesaj yazılacak, BBM’e yetişilecek derken her tuşa bastığımda gizli numara aramaya başlıyor ve her iş yarım kalıyor. Sonunda Turkcell’i aramayı akıl ettim. Durumu anlattım. Numarayı bulurlar diye ümit ettim, “Savcılık’a başvurun” derler diye korktum. Ama ne oldu dersiniz? “Hemen telefonunuzu gizli numaralara kapatalım” dediler. Nasıl yani? “Numarasını gizleyerek arayan kişilere bir uyarı çıkacak telefonunuz çaldığında. Ne diyecek? “Aradığınız kişi
David Fincher’ın yönettiği ‘Ejderha Dövmeli Kız’ı ön gösteriminde izledim. Size tavsiye eder miyim? Peki ama neden?
İstinye Park’ta sinemadayız. H&M’in düzenlediği ‘Ejderha Dövmeli Kız’ filminin ön gösterimi için. ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin yıldızı Wilma Elles’ten tasarımcı Derin Sarıyer’e renkli bir kalabalık var.
Filmin kostüm tasarımcısı Trish Summerville ‘Ejderha Dövmeli Kız’dan esinlenerek H&M için 30 parçalık özel bir koleksiyon hazırlamış. Koleksiyonun adı ‘Dragon dövmesi’.
Malum H&M de, ‘Ejderha Dövmeli Kız’ da İsveçli. Filmin orijinali 2009’da İsveç yapımı olarak çıktı. Ama sonradan “Tembel Amerikalılar nasılsa altyazı okumaz” diye bir Amerikan versiyonu da yapılmasına karar verildi.
‘Ejderha Dövmeli Kız’ aslında Stieg Larsson’un Milenyum Üçlemesi romanının ilk bölümü. Kitap 30 milyon satmış. Evet, ‘Harry Potter’ ya da ‘Alacakaranlık’ kadar büyük rakamlar değil. Ama onlarınki gibi hedef kitlesi çocuk ve gençler de değil. Ayrıca konu, kadına şiddet, tecavüz, ensest, cinayet ve vahşet içerikli olduğu için bu kadar satması bile bir mucize.
David Fincher ne yapsa izlerim!
Beni asıl etkileyen ve Maslak trafiğine girmeme bile neden olan yönetmen David
UNICEF’in Türkiye’deki 60’ıncı yılı şerefine Hilton’da düzenlenen ‘İstanbul’un Yıldızları’ndan bildiriyorum. Gecenin en çok ilgi gören yıldızı UNICEF’in yeni ‘İyi niyet elçisi’ Kıvanç Tatlıtuğ. İşte içeriden notlar...
‘İstanbul’un yıldızları’ projesi için ünlü isimlere dev yıldızlar verilmiş ve onları istedikleri gibi tasarlamaları istenmişti. Yıldızlar daha sonra şehirde sergilenmişti, şimdi de satışlarından elde edilecek gelirle UNICEF’e ve ihtiyacı olan çocuklara katkıda bulunulacak.
Önce UNICEF Başkanı Talat Halman kısa ve öz bir konuşma yapıyor. Sonra yemek ve arkasından müzayede başlıyor.
Yemekte ilginç bir kalabalık var. UNICEF gönüllülerinden tanınmış işadamlarına, hatta sırf Kıvanç Tatlıtuğ’u görmek uğruna gelen 12-13 yaşındaki kızlara kadar.
Zorunlu bağışlar bıktırdı mı?
Yeni bir TV dizimiz daha oldu. Birkaç ay önce Brooklyn’deki setinden bildirmiştim. “Mad Men’e rakip geliyor” demiştim. Şimdi ‘Pan Am’ Türkiye’de de yayında
Birkaç ay önce New York’a gittiğimde, Digiturk’ten Berna Kürekçi’yle konuşmuş, ‘Dr. Oz Show’ ve yeni başlayacak bir TV dizisi setine konuk olmuştum. Dizinin adı ‘Pan Am’dı. Bizde daha adı duyulmamıştı, ama ABD’de dizi daha yayınlanmadan başrol oyuncularından Christina Ricci dergi kapaklarını süslüyordu.
Dizi 60’lı yıllarda uçak yolculuğunun en lüks sayıldığı dönemde dünyayı görmek için bu mesleği seçen hosteslerin hayatını anlatıyor. O zamanki hostesler bağımsızlıklarına son derece düşkün, ama yine de mavi formalarının altına ne kadar zayıf olurlarsa olsun korsaj giymek zorundalar. Her uçuştan önce kontrol yapılıyor ve giymeyen ceza alıyor.
Her salı 21.45’te
O zaman diziyi izlememiş biri olarak dikkatimi en çok Addams Family’den tanıdığımız Christina Ricci çekmişti. Christina Ricci’nin bu sene vizyona girecek Robert Pattinson’la başrolü paylaştığı ‘Bel Ami’ adlı bir filmi de var.
Christina Ricci’yle konuşmayı beklerken, tam 4 saat boyunca sadece 2-3 sahne çekilmişti. Her sahne defalarca tekrarlanmıştı. Artık
Bir marka bir TV programına sponsor olmadı. Konu başörtüsü meselesine geldi. Biz bu meseleyi daha önce aşmamış mıydık? Köklü bir marka böyle bir ayrımcılık yapar mı?
Bir marka istediği TV programına sponsor olur, istemediğine olmaz. Bu kadar basit. Sponsor olmadı diye bunu türban meselesine bağlamayı, konuyu ‘Yoksa Borusan başörtülüler Mini’ye binemez mi diyor?’a getirmeyi anlamakta güçlük çekiyorum. İki nedenden. Birincisi başörtüsü meselesini biz artık aşmadık mı? Herkesin kendi kararına saygı duymuyor muyuz? İkincisi böyle bir devirde Borusan gibi köklü bir şirket kendini böyle bir duruma düşürür mü? Böyle bir ayrımcılık yapar mı? Evet, Mini marka müdürünün açıklamaları maksadını aştı. Ama hepimiz biliyoruz ki bir söz nereye çekilmek istenirse oraya çekilir. Borusan gibi kültür-sanat alanında Türkiye’ye büyük hizmet vermiş bir markanın böyle bir ayrımcılık yapacağına ben şahsen inanmıyorum. Açıklama yaptılar, hatta Borusan CEO’su Agah Uğur Twitter’dan durumu anlatmaya çalıştı. Buna rağmen olay büyümeye devam etti.
Bugün Borusan bir basın toplantısı yaparak olaya son noktayı koyacak. İletişim çağında yaşanan iletişim kopukluğuna mı üzülelim, yoksa aştık zannettiğimiz
Yattık, kalktık. Bir gecede bir şey değişmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ama yine de ümitliyiz, yılın ilk gününde yeni yıldan beklentilerimizi sıralıyoruz. Bakalım 2012 gerçekten de bir aydınlanma yılı olup 2011’in izlerini silecek mi?
Birkaç gün önce bütün kızlar toplandık Delicatessen’de. Hem yeni yıl yemeği yenilecek, hem geçen yılla vedalaşılacak, hem de yeni yıl istekleri paylaşılacak. Herkes sırayla başladı. Ev isteyen de oldu, yeni iş isteyen de, kocasıyla kavgalarının bitmesini isteyen de, daha az çalışmak isteyen de, aşk isteyen de. Sıra bana gelince sayabileceğim uzun bir liste vardı. Hatta bu listedeki maddelerden çoğu aslında hepimizin yeni yıl istekleri arasında yer alıyor.
Dr. Başak Demiriz’in yazdıklarını okuyunca bir kez daha gördüm. “Sadece istemek yetmez, niyet etmek gerek” diyor Dr. Demiriz. Ve işte yeni yılda en çok istenenleri sıralamış. Buyrunuz listeye, siz de bir göz atınız. Ekleme-çıkarma yapmak tabii ki mümkün.
Her yılbaşında verilen en
popüler kararlar
1. Kilo vermek
2. Sigarayı bırakmak
Ünlü ve başarılı erkekler magazine malzeme vermemek için büyük çaba harcarken, bir anda ‘eş durumundan’ kendilerini magazinin merkezinde bulabiliyor. Bakınız Okan Bayülgen ve Orhan Pamuk
Kabul ediyorum, ünlü biriyle birlikte olmak kolay değil. Büyük bir egoyla hayatı paylaşıp sonra da kendi egonun şişmemesi zor. Ama çiftlerden biri gerçekten çok ünlüyse, diğerinin biraz geri planda kalmayı kabul etmesi gerekmiyor mu? İlişkide olduğu kişinin ününden faydalanacağına, saygı görmek için bir şeyler yapmak tercih edilemez mi? Peki ama magazine malzeme vermek kendi kendine bir şeyler yapma kategorisine girer mi?
Okan Bayülgen’in eşi Şirin Bayülgen’in Twitter’daki saldırılarıyla başladı olay. Şirin Hanım’ın ilk hedefi Tuba Ünsal ve ABD’de doğum yapanlardı, sonra da Demet Akalın. Okan Bayülgen kadar popüler bir ismin eşi olunca, Twitter’da yazdıklarının magazin malzemesi olacağını tahmin etmek zor değil. Özellikle de Okan Bayülgen en parlak yılını yaşarken. TV8’deki programlarında tek kelimeyle müthiş. Hayranlıkla izlediğiniz birinin eşi çıkıp böyle polemiklere girince ve seviye yerlerde sürününce, insan ister istemez şaşırıyor. Neyse ki Okan Bayülgen, “Şöhretli bir adamın karısı