Esma Sultan Yalısı’ndaki Elle Style Awards’dan bildiriyorum. En iyi konuşmayı kim yaptı? En şık kimdi? Gecenin en komik olayı neydi? * Gecenin sunucusu Güzide Duran ve Serkan Altunorak’tı. Güzide Duran yine o kadar güzeldi ki, herkes gelmiş geçmiş en güzel Türk modelin Güzide olduğunu konuştu. Gisele bile yanında sönük kalırdı.
* İlk ödül ‘En Stil Otel’e verildi. W İstanbul kazandı. ‘En Stil Restoran’ ise Changa seçildi. Ödülleri Changa’nın sahipleri Tarık Bayazıd ve Savaş Ertunç aldı. Bu iki kategoriyi kazananlar için herkes hemfikirdi.
* Gece, ‘En Stil Fotoğrafçı’ ödülünü vermek üzere sahneye Tamer Yılmaz’ın çıkmasıyla hızlandı. Tamer Yılmaz tanıyabileceğiniz en iyi, en pozitif ve en esprili insanlardan biri. “Aslında benim aday olmam lazımdı ama beni ekarte edip jüri yaptılar“ diye başladı konuşmasına. O kadar güzel konuştu ki gecenin sunuculuğunu yapsaydı eminim tören çok daha eğlenceli geçerdi. İşin ilginç yanı adaylardan çoğu Tamer Yılmaz’ın eski asistanlarıydı. Ödülü Koray Birand aldı ve çok güzel bir teşekkür konuşması yaptı.
* ‘En Stil Genç Moda Tasarımcısı’ Zeynep Tosun seçildi. Çok heyecanlıydı.
* ‘En Stil Tasarımcı’ Hakan Yıldırım seçildi. Gerçekten de
Akaretler hummalı bir yenilenme operasyonuyla karşımızda. Bir yanda sanat ve tasarım ağırlıklı bir bölüm, bir yanda yeni yeme-içme ve eğlence mekanları...İlk yenilik W Otel’de başladı. Otelin yeme-içme ve eğlencesi Emre Ergani’ye emanet edildi. Emre Ergani’nin yaptıklarını, daha restoranlar ve lounge açılmadan önce görmek üzere salı akşamı W’daydım.
Önce Minyon’da buluştuk. Minyon, Çapa Ailesi’nin son kuşak işletmecisi Emre Çapa’nın yeri. W Kitchen’ın eski yerinde.
Emre, Şebnem-Celal Çapa’nın oğlu. Baba Celal Çapa bugünlerde Minyon’da bol bol zaman geçirerek oğluna en ağır eleştirileri yapıyor. Eleştirilerin daha iyisi için gerekli olduğuna inanıyor. Ama bence Emre’ye biraz haksızlık da ediyor. Çünkü Emre okullu bir şef ve tabii yeme-içme ve eğlence dünyasının içinde büyümenin avantajlarına da sahip.
Emre’yle birlikte mönüyü inceliyoruz. Herkese hitap edecek bir şeyler var. Fiyatlar da genelde makul, bazı istisnalar dışında. Özel bir şnitzelleri var, mutlaka denenmeli.
Emre ekibin çoğunun kadınlardan oluştuğunu anlatıyor gururla. Minyon’da aşçı bile yemek servisi yapıyor. O yüzden yemekle ilgili düşüncelerinizi doğrudan aşçıyla da konuşabiliyorsunuz. Minyon gerçekten çok
İçimiz dışımız Wikileaks oldu. Peki ama gündemde başka neler var? Bugün Haydarpaşa’dan başlayıp Tarkan’la bitiriyoruz...
İstanbul Life’ta İstanbul’la ilgili sorulardan oluşan bir anketimiz vardı. “İstanbul’un en iyi kavuşma mekanı” diye soruyorduk kapaktaki ünlü isimlere. Cevabı artık ezberlemiştik, herkes hiç düşünmeden “Haydarpaşa” diyordu.
Haydarpaşa Garı Türk filmlerindeki rolüyle, merdivenleriyle, vapurdan bakmaya doyamadığımız manzarasıyla hepimizin kalbinde ayrı bir yere sahipti. Tarihi ve mimari özellikleri de cabası.
Otel ve alışveriş merkezi olması gündeme geldiğinde herkeste bir panik başlamıştı. “Haydarpaşa da mı?” ilk tepkiydi. Sanki yeterince otel ve alışveriş merkezi yokmuş gibi İstanbul’un en güzel yapılarından birine göz dikilmişti. İşte bu aşamadan sonra Haydarpaşa yangını çıkınca sabotaj şüpheleri de beraberinde geldi. Zaten bu kadar önemli bir yapıda bu kadar bilinçsiz bir tadilat yapılması da başlı başına bir sabotaj.
Televizyonda istediğine ‘geri zekalı’ diyeceksin, programında davalık olduğun firmayla dalga geçeceksin. Sonra da köşe yazarlarına hakaret edeceksin. Başka?
Okan Bayülgen herkesi istediği gibi eleştiriyor. Yeri geliyor, Tanzanya’ya tatile giden zenginlere ‘geri zekalı’ bile diyor. Ama biri onu eleştirmeye kalkınca tahammülü yok. Cumartesi günkü yazımda “Disko Kralı’ndaki ‘Hamdi’ tiplemesi yüzünden hepimizden ve mimarlık firmasından özür dilemeli” diye yazdım. “Çok haklısın” diye e-postalar yağdı, tabii Okan fanlarından “O mimarlardan ev mi alacaksın?” diyen de oldu. Onlara cevap vermeye bile gerek duymuyorum.
Asıl önemli olan Okan Bayülgen’in vereceği cevaptı. Belki olumlu bir adım atar, bu iş de burada kapanır diyordum. Okan Bayülgen Medyatava’ya bir açıklama yapmış. “Bu köşe yazarları bırakın haberci olmayı, bir ilkokul çocuğu kadar bile ‘Google’lamaktan aciz oldukları için, olayı ‘benim manzaramın kapanmasına karşı intikamım’ olarak tarif, doğrusu tahrif etmektedirler.” Ayrıca tarihi dokuya zarar gelmesin diye mücadale verdiğini yazmış.
Bir köşe yazarı kimin haklı, kimin haksız olduğu konusunda karar veremez. Bu zaten hâlâ devam eden bir dava. Son kararı yargı
Okan Bayülgen kadar zeki ve yetenekli bir adam kendi televizyon progra-mında hâlâ davası devam eden bir konu için Türkiye’nin en önemli mimarlarıyla dalga geçebilir mi? Bize bunu yapmaya hakkı var mı?
Okan Bayülgen’i seven kadar çok sevmeyen de var. Bakınız: İlker İnanoğlu’na Disko Kralı’nda “Şimdiye kadar yaptığın en büyük salaklık nedir?” diye sorduğunda İlker İnanoğlu “Bu programa katılmak” diye cevap verince herkesin nasıl da hoşuna gitti. Twitter’da “Sonunda biri çıkıp da krala, kral çıplak dedi” diye tweet’ler yağdı.
Ben de İlker İnanoğlu’nun cevabını çok beğensem de Okan Bayülgen’i zeki ve başarılı bulan gruptanım. Onun özel bir yetenek olduğuna inanıyorum. İşte tam da bu yüzden son yaptıklarını anlamakta güçlük çekiyorum.
Sırf oturduğun apartmanın arkasındaki yeri biri aldı, oraya yeni bir şey yapacak diye o insanı televizyon programında düşman ilan etmek hiçbir ahlak kuralına ne yazık ki uymuyor. İşin komiği, Galata’daki Doğan Apartmanı’nın arkasındaki yeri alan kıro bir müteahhit falan da değil.
Başarıları Türkiye’nin dışına çoktan taşmış, Hong Kong’dan St. Petersburg’a önemli projelere imza atan, yüzlerce ödül sahibi bir mimarlık ofisi olan Autoban’dan söz
Ta oralara kadar git, ‘Castro ölmeden Küba mutlaka görülmeli’ buyur, etrafında göreceğin o kadar çok şey olsun, sen git tatilin keyfini çıkaracağına sanki çok önemli bir görevmiş gibi Tuğba Coşkun ve Önder Fırat’a kilitlen. Yazık.
Ta Küba’ya kadar gideceksin. Hayır, Bodrum’daki Küba da değil bu. Saatlerce uçacaksın Havana’ya adım atacaksın ve hiç istemediğin halde tatilde görüntülenip gazetelere manşet olacaksın.
Bu ne kadar talihsizlik olarak gözükse de artık hepimizin içine bir canavar kaçtığının da kanıtı. Ne hale geldik, inanamıyorum. Hayır, kimseye ahlak dersi verecek değilim. İki yetişkin insan istediğini yapar, kime ne? Beni rahatsız eden şey başka. Fotoğrafları bir paparazzi çekmediğine, fotoğrafta yer alanlar da kendi resimlerini gazetelere dağıtmadıklarına göre bu büyük magazincilik aynı şehirde tatil yapan birinin işi. Ta oralara kadar git, “Castro ölmeden Küba mutlaka görülmeli” buyur, etrafında bakacağın göreceğin o kadar çok şey olsun, sen git tatilin keyfini çıkaracağına sanki çok önemli bir görevmiş gibi Tuğba Coşkun ve Önder Fırat’a kilitlen. Yazık.
Hani bu iki isim çok ünlü starlar olsa, yani Mehmet Ali Erbil’le Sezen Aksu’yu birlikte yakalasalar bir
Bugün pazartesi sendromuna bir de tatil dönüşü sendromu eklendi. Peki ama bu duble hastalığın üstesinden nasıl geleceğiz?
Önce pozitif olalım lütfen. Tatile gidenler şehri, evi, işi, arkadaşları özlemiştir diyelim. Özlemeyenler de en azından ‘mış gibi’ yapsın. Biliyorum, şehirde kalanlar ise bu tatil rehavetinden kurtulmayı iple çekti. Daha fazla ‘Yemekteyiz’e maruz kalmayı kim ister ki?
Bayramda neleri kaçırdığımıza bakalım, duruma adapte olalım. YouTube’un tekrar kapatıldığını görünce şaşırmayalım.
Şimdi size bu haftayı renklendirebilecek birkaç öneri sunuyorum. Buyrunuz...
- Çağdaş sanat fuarı, ‘Contemporary İstanbul’ 25 Kasım’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Merkezi’nde başlıyor. 24 Kasım’da davetlilere özel ön izleme gerçekleşecek. Fuar, 28 Kasım’a kadar devam edecek. ‘Genç Sanatçı Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ panelinden Galeri Baraz’ın önünde yapılacak ‘Hepimiz Burhan Doğançayız’ eylemine kadar fuarda ses getirecek birçok şey var. Kaçıranlara hemen bir parantez açalım, Halil Altındere bir Burhan Doğançay tablosunu Galeri Baraz’ın sahibi Yahşi Baraz’ın kafasında parçalayarak ‘Portrait of a Dealer’ adlı bir video ve fotoğraf çalışması gerçekleştirmişti. Mehveş Evin bu
Vur deyince öldürmeye bayılıyoruz. Son zamanlarda yurdumda bir makaron çılgınlığı yaşanıyor. Sanki hepimiz makaronla doğduk, büyüdük, onsuz yaşayamayız.
İyi ki, birkaç pastane güzel makaron yapıyor dedik. Güzel derken de bizde olmayan bir şey olduğu için, o şartlar altında değerlendirdik. Yoksa pekala makaronun baklava kadar tatlı bir şey olmadığını ya da fıstıklı makaronla fıstıklı baklavanın içinin aynı olmaması gerektiğini biliyoruz.
İki günlük ömrü var
Şimdi Laduree’nin de bayram sonrası Bebek’te açılmasıyla makaron durumuna yeni bir boyut daha ekleniyor. Laduree’yi Fransa’ya adım atmış her tatlı düşkünü gibi ben de çok severim. Bu yüzden makaronların Paris’ten getirileceği açıklanınca şaşırdım. İki günlük ömrü olan bir yiyecek nasıl Paris’ten getirilecek, gümrüğe falan hiç takılmayacak mı, neden İstanbul’da yapılamıyor merak ediyorum.
Bayramda Baylan Pastanesi’nin kilosu 100 TL olan makaronları nasıl peynir ekmek gibi sattığını ekonomi sayfalarında okumuşsunuzdur. Bu arada Baylan’ın kaç yıllık meşhur ‘Kup griye’si de güme gidiyor tabii. Ee, devir makaron devri. Bir özentidir tutturmuşuz.
Neşeli ve bademli beze!
Peki ama nedir bu makaron? Bu kadar dağ deve bir şey midir?