Milli Eğitim’in patronluğuna bir kadının getirilmesi tarihsel bir fırsat yarattı: Ders kitaplarındaki cinsel ayrımcılık içeren ifadeler ayıklanabilirse bundan sonraki kuşaklar, kadın ve erkek rolleri konusunda önyargısız bir eğitim alabilir
İlköğretim 6. sınıfta okutulan “Sosyal Bilgiler” kitabında şöyle bir ifade var: “Annem kapımıza gelen bir firma yetkilisinden battaniye satın almıştı. Fakat babam akşam eve gelince battaniyenin bu ayki bütçemizi zorlayacağını, bu yüzden geri vermemiz gerektiğini belirtti.”
Sizi bilmem ama buradaki denklem, bizim evdekine hiç uymuyor. Bizim evde olduğu gibi, Türkiye’nin birçok evinde de bütçe hesabını kadın yapıyor. Sorunların çoğu da “bilinçsizce battaniye alan kadın” yüzünden değil, bütçesine bakmadan içkiye, kumara para harcayan evin erkeği yüzünden yaşanıyor.
Evinde bunu rahatlıkla gözleyebilen bir çocuk, okulda tersini öğrenirse hangisine inanır?
Nasıl da Türkiye’ye benziyor huduttaki toprak... Hem onca verimli, hem asırlardır çorak...
Çöl kadar ıssız, sakin, tekinsiz görünüyor; dibiyse ha patladı, ha patlayacak bir tuzak...
O pusulara genç şehitler gömerek yürüyoruz barışa giden yolu...
Faili meşhur ya da meçhul kurbanlar, yitik canlar, kopmuş kollar bacaklar, kesilmiş kulaklarla kaplı berbat bir mazinin üzerinde, canımız yana yana, korkudan seke seke, ümit ve kaygıyla yürüyoruz, barış denilen uzak ülkeye...
Her yürüyüşte yolumuza çıkan pusular, saldırılar, mayınlar, bombalar hafızamızda...
Her iki tarafa silah satanlar, savaştan maaş alanlar, dağı mekân tutanlar, savaşın lordları tuzak döşüyor yola; sulhun adı bile girmesin mayın tarlasına diye...
Barış isteyenler, “hain”, “gafil”, “hasım” ilan ediliyor yine...
Çok iyi haber alan, kulağı delik bir tanıdığım, Ergenekon operasyonunda 13’üncü dalganın 12’nciden de gürültülü olacağını söylemişti geçen ay...
“Bu kez dalga sizin kayalıklarda patlayacak” demişti; herhalde medyayı kastederek...
Son dalganın üzerinden 1.5 ay geçti, ses yok.
* * *
Ergenekon dalgalarının seyrine bakıldığında bunun uzun bir aralık olduğu söylenebilir.
İlk dalgadan başlayarak bugüne kadar gelen küçük ve büyük dalgaları inceleyince “dip sular”ın belli bir mantıkla dalga ürettiği anlaşılıyor.
İlk dalga gündemi vurduğunda tarih 12 Haziran 2007 idi.
Başbakan, farklı etnik kültürlerin Türkiye’den kovulmasını “faşizanlık” sayarak gerçekten de “tarihi bir özeleştiri” yaptı.
Bunun bir ilk olduğu da söylenebilir.
Muhalefet, “Acaba kazandık mı?” sorusunu tartışmak yerine derhal eleştiriye geçerek tarihin utanç verici sayfalarını savunur hale geliyor.
Bununla birlikte Başbakan’ın açıklamasında eleştirilecek yan da yok değil:
1) Öncelikle bağlam sorunu var:
Erdoğan, Başbakan olarak ülkesini bağlayacak bir özeleştiriyi dillendiriyor. Bir anlamda günah çıkarıyor. Ama bunu nerede, nasıl yapıyor?
AKP Düzce İl Başkanlığı’nın kongresinde...
3 meleklerdi. Sabrina, Jill ve Kelly... Charlie adında yüzünü göstermeyen patronlarının talimatıyla her hafta ekranda maceradan maceraya koşarlardı.
Ben esmer meleği beğenirdim, ama 70’lerin tek kanallı televizyonuyla yetişen ergenlerin çoğunun favorisi Jill, yani Farah Fawcett’ti.
Kocaman ağzına yayılan gülümseyişinden çok, şakaklarında dalgalanan aslan yelesi saçlarıyla meşhurdu.
Kuaförler “Farah saçı” yapmaktan yorulmuş, piyasa caddeleri, yelelerini savurarak turalayan aslanlarla dolmuştu.
Dizi bitince Farah da kaybolup gitti.
Ta ki geçen haftaya kadar...
Ekrana döndüğünde tanıyamayacağımız kadar değişmişti. 62’sine varmış ve kansere yakalanmıştı. Ama kendini bırakmamış, onu dünyaya tanıştıran kameralara özel dünyasını açmış, kansere karşı verdiği mücadeleyi belgelemişti.
Okyanus aşıp gelmişlerdi Çanakkale’ye... Kimisi gönüllüydü, kimisi zorla getirilmişti. Müslümandılar. Almanlarla savaşacaklarını sanıyorlardı. Karşılarında din kardeşlerini görünce anladılar neye zorlandıklarını... Bir kısmı teslim oldu, bir kısmı esir düştü. İşte Afrikalı Müslüman esirlerin ilk kez yayımlanan sorgu tutanakları
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı (ATASE) çok önemli bir çalışma yaptı ve “Çanakkale Muharebeleri’nin Esirleri”nin ifade ve mektuplarını yayımladı.
İki cilt halinde yeni yayımlanan kitap, okurlara savaşın karşı cephesi hakkında birinci elden bilgi alma şansı veriyor.
Kitabı yayıma hazırlayan Arşiv Şube Müdürü Albay Ahmet Tetik, önsözde bu ifade ve mektupların Çanakkale Muharebeleri’nin farklı bir yüzünü daha aydınlatacağını belirtiyor.
Kitapta savaşa değişik kıtalardan gelen askerlerin ifadeleri “Afrika”, “Amerika”, “Asya”, “Avrupa”, “Okyanusya” diye sınıflandırılmış. Adeta savaşın “7
İlk kez bir üniversite, bir toplumsal olay karşısında bu kadar çabuk harekete geçip bir araştırma ortaya koyuyor.
Artuklu Üniversitesi’nin Mardin katliamına ilişkin “akademik ön araştırma raporu” var elimde...
Katliam 4 Mayıs’ta olmuştu. Ön rapor geçen hafta çıktı.
İki haftada ortaya konan ilk değerlendirmeler bunlar... Kapsamlı bir alan çalışmasından ziyade, peşin sosyolojik izlenimler havasında kâğıda dökülmüşler.
Biraz acele kaleme alındığı belli... Raporun altında Yardımcı Doçent İbrahim Özcoşar ile 15 araştırma görevlisinin imzası var ama sayfalar arasında “kanımca...” diye başlayan ifadeler yer alıyor.
Ben raporu, Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’dan aldım. Sonradan Mardin’de rapor üzerinde hak iddia eden başka akademisyenler de çıktı. Dolayısıyla merakla beklenen bu çalışmanın daha başlamadan bir hayli tartışma yarattığını, daha da yaratacağını söyleyebiliriz.
Bu kayıtları düşmekle birlikte raporun tarihi arka planı da vererek önemli gözlemler
Meral Tamer’in dün yazdığı gibi, Türkan Saylan’ın son dersinin başlığı “Nasıl ölünür”dü.
Kendi cenaze törenini bütün ayrıntılarıyla planlamıştı.
Yazılarını toparlamış, vasiyetini yazmıştı.
Bir hafta önce avukatını aramış.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin hukuk mücadelesini anlattığı kitabının 3 yılda topladığı belgelerine polisin el koyduğunu hatırlatmış.
Demiş ki:
“Ben dünyamı değiştiriyorum. Öbür dünyaya gidiyorum. Kitap çalışmamızı bir an önce emniyetten geri alıp bastırmanızı istiyorum.”