Yazarlar Cinayet nerede başlar?

Cinayet nerede başlar?

11.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Cinayet nerede başlar?

Cinayet nerede başlar
Cinayet nerede başlar



Cinayet nerede başlar
Bugüne kadar ölmek isteyen 130 kişiye yardımcı olan Amerikalı doktor Jack Kevorkian'ın yargılanıp hapse mahkum edilmesi yeni bir 'cinayet' tartışmasına yol açtı. Ağır bir felç geçiriyor veya tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir hastalıkla boğuşuyor, her gün dayanılması olanaksız acılar çekiyorsunuz. Bir an geliyor ölümü böyle bir yaşama tercih ediyorsunuz ve bir doktorun ölmeniz için size yardımcı olmasını istiyorsunuz. Ölümü de bir çeşit tedavi olarak gören doktorunuz önce sizi uyutuyor, sonra da ölümcül iğneyi yaparak sizi "yaşamdan" koparıyor.
Bugüne kadar kendi kararlarıyla ölmek isteyen 130 kişinin ölümüne yardımcı olan Amerikalı doktor Jack Kevorkian, "ötenazi" olarak adlandırılan bu yöntemi uyguladığı için cinayet sanığı olarak yargılandı ve geçenlerde Michigan eyaletinin bir mahkemesinde ikinci derecede cinayet işlemekten mahkum oldu. Mahkeme kararının kesinleşmesi durumunda 70 yaşındaki Kevorkian'ın en az 10, en fazla 25 yıl hapis yatacağı tahmin ediliyor.
Amerikan kamuoyunda "Doktor Ölüm" olarak tanınan Kevorkian'ın daha önce mahkum olmamasının nedeni, öldürme işlemi için gereken bütün hazırlıkları yapması, malzemeyi sağlaması, hastaya ne yapması gerektiğini anlatması, ancak "tetiği" hastanın kendisinin çekmesiydi. Kimilerine göre bunlar bir ötenazi uygulamasından çok, doktor yardımlı intihar eylemleriydi. Oysa dava konusu olan Tom Youk adlı hastaya ölümcül iğneyi Kevorkian'ın kendisi yapmıştı. Bu da mahkemenin Kevorkian'ı cinayet suçundan mahkum etmesinde en önemli etkendi.
Bu tartışmanın temelinde yatan sorular şunlar: Cinayet nerede başlar? Cinayeti tanımlarken hangi ölçütü kullanacağız? Cinayet bir insanı öldürmek mi, yoksa bir insanı onun arzusu dışında öldürmek midir? Öldürülmeyi isteme hakkımız yok mu? Üstelik bunun için ölümcül bir hastalığa yakalanmak, dayanılmaz fiziksel acılar çekmek veya felç olmak gibi koşulların var olması da gerekmeyebilir. Psikolojik bir bunalım sonucu insan ölmek isteyebilir, ancak bunu yapmaya cesaret edemediği için bu eylemi başkasının yapmasını isteyebilir.
Ancak bu yaklaşım da sorundan arıtılmış değil: Bu kişi ölmeseydi, geçirdiği ağır psikolojik durum belki bir gün ortadan kalkacaktı; bu kişi ölmeseydi, çok küçük bir olasılık bile olsa, bir "mucize eseri," doktorların iyileşme şansı tanımadığı ölümcül hastalıktan belki bir gün kurtulacak veya felçli durumu belki bir gün düzelecekti. Geleceğin bilinemezliği karşısında ölüm kararını nasıl alacağız? Acılara dayanıksızlığımız, umutsuzluğumuz ve anlık isteklerimiz mi geleceğimizi belirleyecek?
Bu soruların sorunu: Anlık olmayan bir yaşam gerçekten var mı? Fahişelik hakkı
Dünyanın en özgürlükçü ülkelerinden birisi İsveç ile dünyanın en baskıcı ülkelerinden birisi İran'ın ortak yönlerinin olacağı herhalde kimsenin aklına gelmezdi. Fahişeliğin genellikle İran gibi muhafazakar ülkelerde yasak olduğu sanılır. Oysa İsveç'te de bu yılın başında yürürlüğe giren bir yasayla "para karşılığı seks yapmak" resmen yasaklandı. Yeni yasaya göre hem fahişelere hem de seks için para ödeyen müşterilere hapse kadar varan cezalar uygulanıyor. İşin garibi bu yasa sosyal demokrat görüşlü "feministlerin" öncülüğünde çıkartıldı. Böylece "feministler" kadınların fahişe olma hakkını ellerinden almış oldular.
Yasakçı uygulamalarla pratikte de sonuç alınıp alınamadığı doğrusu tartışmalı. İran'da fahişelik yer altına indi. Bunu organize edenlere parayı verdikten sonra, formalite icabı atılan bir imzayla geçici bir "evlilik" yapıyorsunuz, bir süre sonra da kadını boşuyorsunuz. İsveç'te de uygulamanın ilk üç ayında değişen tek şey, fahişelerin ortalıkta fazla gözükmemesi ve internet yoluyla kadın pazarlama sistemine olan talebin artması. Lezbiyen anneler
Almanya'da geçtiğimiz haftalarda önemli bir tartışma gündeme geldi. "Lezbiyen anne olabilir mi?" Yedi yıldır birlikte yaşayan Beatrix Schlinkmann ve Dagmar Fischer adlı iki lezbiyen kadının beş öksüz çocuğu evlat edinmeleri Almanya'nın Bavyera eyaletinde tepkiyle karşılandı. Hıristiyan Demokrat Partili Sosyal İşlerden Sorumlu Eyalet Bakanı Barbara Stamm, lezbiyenlerin aile kuramayacağını söyleyerek, çocukların velayetinin kadınların elinden alınmasının hukuksal yollarını arıyor. Bu vesileyle aile kavramı da yeniden tartışmaya açılıyor. Aile kavramında çocuklara bakan kişilerin heteroseksüel, homoseksüel veya biseksüel olması neleri değiştirir? Çocuklara bakan kişiler arasında erkek veya kadın bulunmaması aileyi nasıl etkiler? Psikologlar bu soruların içinden çıkabilmek için saçlarını başlarını yoluyorlar.

ooymen@milliyet.com.tr