Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

"ŞERİAT istiyoruz." "İslam devleti istiyoruz. Laiklik istemiyoruz."
Nedir İslami devlet?
Genel bir bakışla, İslami amaçlara yönelmiş ve egemenliğin Allah'a ait olduğunu kabul eden ve şeriatın yani İslam hukukunun geçer olduğu devlet, İslam devletidir.
İslam devleti, Kuran'a ve Peygamber'in sünnetine, hadise göre yönetilecektir.
Kuran ve hadise göre yönetilen devlet aynı zamanda mükemmel adaleti gerçekleştirecektir.
Öyleyse bu devlette yönetici olmanın iki temel koşulu olacaktır:
1- Yöneticilerin İslamı ve Kuran'ı herkesten iyi bilmeleri.
2- Yöneticilerin tüm kararlarını adaletli olarak vermeleri.
Peki yöneticilerin bu vasıfta olduğuna kim karar verecek?
Böyle bir mekanizma var mı?
Yok.
Yönetici yeterliliğine kendisi karar verecekse, bu geniş kitleleri tatmin eder mi?
İslami devlette yöneticilere mutlak itaat anlayışı da hakimdir.
İtaat ve yönetimi sorgulamama her Müslüman için farzdır.
İtaat eden kişi Allah'ın kendisi için takdir ettiği konumdadır ve bu inanan kişi kendi için takdir edilen konumun sınırlarını aşmayacaktır. Böylece Allah'ın hikmetine ve Peygamber hadislerine uygun dünya nizamı kurulabilecektir.
* * *
İSLAM yaşamın her alanını kapsamak, düzenlemek iddiasındadır. İslam total bir yaşam biçimidir.
Ama yaşamın karmaşık ve değişken yapısı içinde her türlü insan ilişkisinin İslam hukukuna göre düzenlenmesi mümkün değildir.
Bu nedenle de ta Emevilerden beri İslamın temel kaynaklarına uyumlu, ama bu kurallar dışında kalan akıl yürütmeyle oluşturulmuş kurallar ortaya çıkmıştır. İslamın kaynaklarından biri olan "icma - ı ümmet"i reforma tabi tutup buradan parlamenter demokrasiye atlamaya çalışmak da mümkün gözükmemektedir.
Bu kısa özetteki ifade yanlış değilse o zaman çözüm nedir?
Kesin çözüm laikliktir.
* * *
İŞTE bu noktada laiklik karşıtları ortaya şunu atıyor:
"Öyleyse, sizin hukukunuz size, bizim hukukumuz bize."
Ve dayandıkları temel, Hazreti Peygamber'in "Medine Sözleşmesi" oluyor.
İşte bu konuda İslamcı kesimin ileri sürdüklerine cevabı Taha Akyol'un yeni çıkan "Medine'den Lozan'a" adlı eserinde buluyoruz.
Bugünü anlamak için geçmişi bilmek gerek.
Hem de, geçmişi bugün yaşamak ve yaşatmak isteyenler çıkmış ve bunlar çok da güçlenmişse.
Bu, geçmişe özlemi dile getirenlerin savunduğu hukukun temelinde "Medine vesikası" var.
Bu, çok hukukluluğun simgesi ve kaynağı olarak sunuluyor.
Taha Akyol'un eserinde Hazreti Peygamber'in Medine Sözleşmesi'nden Lozan'a kadar gelen Türk hukuk akışını izleyebiliyoruz.
Devletin hastalandığı dönemlerde nasıl çok hukukluluğun baskın hale geldiğini görüyoruz.
Çok hukukun nasıl bazı grupların egemenliklerini tescil ettirme anlamı taşıdığını anlıyoruz.
Taha Akyol, ortaya çıkarılan kavram kargaşasını bu eserinde açık seçik anlatıyor.
Akyol'un, çok hukukluluk savunucularına sorduğu şu soru aslında cevap niteliği taşıyor:
"Herkes inancına göre hukuk seçerse, Türkiye'de din ve laiklik ayırımından başka, kaç mezhebe göre ayrı ayrı kanunlar yapılacak?"
Taha Akyol'un kitabı güncel bir konuyu tarihi perspektif içinde önünüze seriyor.