Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yaz aylarının üç önemli konseri, İstanbul’da İKSV 25. Yıl Caz Festivali kapsamında sahne alıyor. Yılın en önemli konserlerinden birisi 10 Temmuz’da İstanbul’da. Nick Cave ve grubu Bad Seeds tek bir konser için geliyor.
Alternatif Rock’ın karanlık prensi, benim için yaşayan çok önemli bir şarkıcı, besteci, söz yazarı, edebiyatçı ve rock yıldızı Nick Cave.
İngiliz dili öğretmeni baba ve kütüphaneci bir annenin oğlu olarak 1957 Avustralya doğdu. Birçok muhafazakar aile kökenli müzisyen gibi onun da müzikle tanışıklığı kilise korosunda başlamış.
Sıkı ahlaki kodlar onu da adam edememiş. Okulda disiplin kurulunun en fazla karşısına çıkan öğrencilerinden olmuş.
13 yaşında da okuldan atılmış. Ailesi Melbourne taşınınca orada yatılı okula gitmiş. 19 yaşında babasını trafik kazasında kaybetmesi yeni bir yaşam başlatmış.
Okuldan arkadaşları Mick Harvey, Phill Calvert, John Cochivera ile kurduğu Door Door grubu, ilerleyen yıllarda Boys Next Door, son olarak da The Birthday Party ismini alır. 70’ler punk’ını önceleyen proto-punk türünde, Lou Reed, David Bowie ve Alice Cooper gibi sanatçıların coverlarıyla başlayan bu birliktelik, 1977’den 1983’te Mick Harvey’in grubu dağıtmasına kadar, post- punk türünde orijinal bestelerle yola devam etti.
Bu dönem Nick Cave’in söyleyiş tarzı standart solistlerden farklıydı. Teatral dokunuşlar, şarkının içine giren yorumlar önemliydi. Bu tarz ileriki yıllarda onunla özdeşleşti. The Birthday Party dönemini 1984’de kapattı ve The Bad Seeds doğdu. Gerisi artık hafızalarımızda yazılı.

Düet performansları da oldukça güçlüdür Cave’in. Alternatif Karanlık Prens imajı onu her kesimdem müzisyene dost bellemese de birçok efsane isimle düetler gerçekleştirmesine engel olmadı.
Johnny Cash’le birlikte seslendirdiği “I’m so Lonesome I Could Cry”, yeni dalganın Marilyn Monroe’su Debbie Harry ile icra edilen “Free to Walk”, Shane McGowan’la coverlanan Louis Armstrong klasiği “What a Wonderful World” bunlardan sadece bazıları.
Cave iki yıl önce ergen yaştaki oğlu Arthur’un kullandığı uyuşturucu sonrası ölümüyle sarsıldı. Yıkıldı gitti bir süre. Üzüntüsünü müzikle tedavi yoluna gitti.Konserlerde başkalarıyla acısını paylaşmayı sevmediğini söyleyen Cave, konserlerin ilham verici, canlandırıcı olmasını istediğini söylüyor.
“Orada enerjiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi isterim, sahnede kendimi harika hissetmeyi seviyorum, İnsanların çıkarken kendilerini benim gibi iyi hissetmelerini istiyorum. Şarkılar gariptir, sabırlıdır, yıllar boyu anlam beklerler ve sonunda günün birinde kazanırlar”.

11 Temmuz’da yine İstanbul’da diğer ilginç bir konser var. Avustralyalı kardeşler Angus ve Julia sahne alıyorlar. Babaları cover şarkıcısı olan kardeşler dinlediği müziklerden esinlenerek beste yapmayı öğreniyorlar. 2014’te daha fazla gideceğimiz bir yer yok, ayrılalım demişler. Yaşayan en önemli prodüktör Rick Rubin’in onlarla çalışmak istemesi yaşamlarını değiştiriyor. Bu ikilide bir ışık görüyor. Ve haklı da çıkıyor.
Stone kardeşlerin 2014 albümü “Angus & Julia” bir dönüm noktası oldu. Yeni albüm “Snow” da çok başarılı bir devam albümü. Hafif uçan melodiler, zengin vokaller, sade bir grup tonu hakim. İndie popun en gruplarından birisi.

Robert Plant ise grubu The Sensational Space Shifters ile 17 Temmuz’da İstanbul konseri var. Artık efsane diye tanımladığımız çoğu müzisyenden yeni bir şeyler beklemeyiz. Onlardan alıştığımız parçaları dinlemek yeter. Bu efsaneleşmiş müzisyenlerden çok azı, sürekli yeni sound dener, yeni ufuklara kanat açar. Bu isimlerin en ön sırasında Robert Plant yer alır. Led Zepplin’in efsane solisti 69 yaşına geldi fakat arayışlarına son vermeye hiç niyeti yok. Bu yıl çıkardığı “Carry Fire” albümü birçok müzik dergisi tarafından yılın albümü ilan edildi.