Fazilet Şenol

Fazilet Şenol

fazilet.senol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1951 yılının sıcak bir yaz sabahı, Fransa’nın Pont-Saint-Esprit köyü güne kâbusla uyandı. İnsanlar ejderhalar gördüklerini anlatıyor, yılanların etlerini parçaladığını sanıyor, kimi pencereden atlıyor, kimi kendi bedenini kemiren görünmez yaratıklarla savaşıyordu. Bir köy, tek bir sabahın içinde, akıl ve hayalin sınırlarını aşan bir kargaşanın içine düşmüştü.

Olay tarihe “Lanetli Ekmek” olarak geçti. Önce fırıncı suçlandı, sonra çavdardaki ergot mantarı işaret edildi. Mantar, LSD’nin hammaddesiydi. Halüsinasyonların kaynağı bu olabilirdi. Ama yıllar sonra CIA’in gizli zihin kontrol deneyleri gündeme gelince, köyün topluca 'delirmesi'nin aslında bir laboratuvar masasında mı tasarlandığı sorusu hâlâ gölgesini bırakıyor.

Haberin Devamı

İnsan aklını en kırılgan yerinden yakalayan bu hikâye, bize şunu hatırlatıyor: İnsanı öldüren bazen bir kurşun değil, beynine sızan görünmez bir zehir olabilir.

Unutulan salgın: Uyumaktan ölenler

Üstelik “Lanetli Ekmek” olayı tek örnek değil. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’yı bu kez çok daha sessiz ama en az o kadar korkunç bir hastalık vurdu. İnsanlar yürürken, konuşurken, yemek yerken bir anda uykuya düşüyor, bir daha uyanmıyordu. “Letarjik Ensefalit” adı verilen bu hastalık, milyonlarca insanı felce, ölüme ve heykel gibi donup kalmış bir hayata mahkûm etti.

Doktor Constantin Von Economo’nun otopsilerinde beynin hipotalamus bölgesinde şişlikler bulundu. Yani açlık, öfke, acı gibi en temel duygularımızı yöneten merkez tam anlamıyla kilitlenmişti. İnsanlık tarihine “uyuyarak ölmek” gibi trajik bir vaka eklenmiş oldu.

Bilimin gölgesinde kalan karanlık

Bütün bu örnekler, aslında tek bir ortak noktada birleşiyor: İnsan zihni hâlâ bilimin çözemediği en büyük gizem. Bir köyün ekmeğiyle delirmesi, milyonların masumca uyuyarak ölmesi… Bunların ardında mikroskobik bir mantar mı, görünmez bir virüs mü, yoksa karanlık odalarda yürütülen deneyler mi var, kimse kesin olarak bilmiyor. Ama şunu biliyoruz: En büyük korku, dışarıdan gelen saldırı değil, kendi beynimizin bize oynadığı oyunlar.