Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İnsanın ‘vazgeçmeye izin vermeyen’ bir hocası olmalı hayatta. “Benim Dünyam”daki Mahir Hoca gibi. Uğur Yücel’in yönetip Mahir Hoca’yı canlandırdığı, başroldeki kör ve sağır Ela karakterinde Beren Saat’i izlediğimiz “Benim Dünyam” cuma günü vizyona girdi.
Uğur Yücel çok inandıcı
Ela’nın dünyası üzerine kurulu filmin ağlatma garantisinin altı çizildi, hakkında çıkan her yazıda. Ağlatacağına dair garanti belgesinin Ela’nın ellerinde olduğu da belliydi. Peki ya Mahir Hoca? Doğrusu beni asıl o etkiledi. Ağlamasam da gözlerimin sık sık dolması Mahir Hoca’dandı. Belki bir öğretmen eskisi olduğumdan, belki Mahir Hoca’da ‘vazgeçmeme izin vermeyen’ hocalarımı hatırladığımdan... Pedagojik formasyon açısından, ‘yok artık’ dedirten davranışlarına rağmen, yolda görsek kendisine ‘hocam’ diye seslenebilecek kadar inandırıcı bir karakter çizmiş Uğur Yücel.
“İmkansız, Ela’ya hiç öğretmediğim bir kelime” diyor Mahir Hoca. Daha da önemlisi onu mucizelere inandırıyor. Ama bunu yaparken gül bahçeleri filan da vaat etmiyor, Ela’ya kendi gerçekliği içinde, “Senin alfaben: Siyah” uyarısıyla yol aldırıyor. Hayatın sert yanlarını önüne koyuyor, eleştirisini esirgemiyor. Şefkatini de... Bu süreçte tek hedefi var, çocuğun içindeki ışığı çıkarmak. Bunu başarıyor. Zaten Ela da 40 yaşında, üniversite mezuniyet töreninin ardından cübbesini, hastanede yatan Alzheimer’lı hocası için giyiyor, diplomasını alıp ilk ona gidiyor.
Asla vazgeçmiyor
Bu noktadan sonra Ela devralıyor hocalığı. İyi bir hoca, öğrencisi olabileceği öğrenciler yetiştirmiş bir hoca değil midir esasen? Mahir Hoca böyle bir hoca işte. Vazgeçmiyor, vazgeçmemeyi öğretiyor, sonra vazgeçmemeyi yeniden öğreniyor öğrencisinden.
Türkiye koşullarında Mahir Hoca olmak zor biliyorum ama çok sayıda Mahir Hoca’sı olduğunu da biliyorum bu ülkenin. Vazgeçmiyorsak her şeye rağmen, biraz da bundan...

Haberin Devamı

‘Söz saldırır, sus kaçar’

Bu yıl 80 yaşına girdi ‘yaşayan en büyük Türk şairi’ Gülten Akın. Altı yıl aradan sonra, geçtiğimiz hafta yeni kitabı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı: “Beni Sorarsan”. Okuruna sesleniyor Akın, kendinden haber veriyor: “Beni sorarsan / Kış işte...” Kaleminde yoğun bir keder var bu defa. Yaşlılığa, hastalıklara sitem... Giden dostlara özlem, Tomris Uyar’a, Füsun Akatlı’ya: “İç saatınızı kurdunuz / Öyle bir yolculuk gibi sıradan/ Sonsuza da olsa birer birer/ İstanbul sizi bağrına çekti/ Orda dirisiniz mütemadiyen”. Hüznünü en vakarlı kelimelerle giydirip, çıkarıyor insan içine. İnce şeyleri anlamaya mahir o benzersiz kalemi, yine tek dizede önümüze seriyor, sayısız sırrına vakıf olduğu incelikleri, başka başka yüzleriyle. “Söz saldırır, sus kaçar” diyor misal, “Ben yoruldum gidiyorum/ Kendi endişeni kendin seç”...
Kan kardeşi olduklarını söylediği diyaliz makinesiyle zor günler geçirse de, şiiri sağlığından, zindeliğinden hiçbir şey yitirmemiş Gülten Akın’ın. Şairinin taşıdığı ağır sıfata omuz vermeye devam ediyor.

Haberin Devamı

Yanlış binaları konuşuyor olmayalım?

Bu hafta, İKSV’nin içinde bulunduğu Deniz Palas’ın satışı gündeme gelince, ikiye bölündük: Satılsın diyenler, satılmasın diyenler. Tartışmayı başlatan Güngör Uras oldu. Uras, Milliyet gazetesindeki köşesinde ‘vakıf’ olmanın gerekleri argümanından hareketle satışa itiraz etti, “etkinliklerini izleyen ey sanatseverler, siz ne düşünüyorsunuz? Bu satışı sessiz sedasız izleyecek misiniz?” diye sordu.
Vakfın satış gerekçesi ise şöyle formüle edildi: “Bina var, borç var. Satışla birlikte yine bina olacak, borç olmayacak, gelir olacak”.
Tam da bu tartışmalar sürerken geçtiğimiz mayıs ayında İstanbul Kongre Merkezi’nde konser veren son iki yüzyılın en üstün keman virtüözü Itzhak Perlman’ın 2014’te yeniden aynı yerde konser vereceği haberi geldi. Bu haberle birlikte, mayıstaki konserde, gerçek bir konser salonunda en arka sıradan bile tadı alınabilecek Yehudi Menuhin’e ait 1714 yapımı Stradivarius’u, Perlman’a rağmen son derece lezzetsiz bir şekilde dinlediğimden, önümüzdeki konserde en ön sıralarda mı oturmalı, salonun hangi yanı daha uygundur acaba gibi hesaplar yaparken buldum kendimi.
Konser salonu yok
İKSV etkinliklerini izleyen bir sanatsever olarak, Türkiye için önemi yadsınamaz böyle bir kurumun elbette Deniz Palas gibi bir binada yaşamasını isterim. Ama mesele bu mu emin değilim.
Bizim henüz doğru düzgün bir konser salonumuz bile yokken, AKM hala kapalıyken, İKSV’nin borç harç deniz manzaralı bir binada mı yoksa kültür sanat hayatına daha fazla katkıda bulunacak bir gelirle mütevazı bir yerde mi olması gerektiğini tartışmamızın çok lüks kaçtığını düşünüyorum.