Örneğin... Varsayalım ki, artık "Türk" denilmeyecek... Kimilerinin kullandığı "Türkiyeli" söylemi geçerli olacak. Peki... Bugünlerin çok paylaşılan "Türkiye mozaiği" içindeki Kürt yurttaşlarımız ne demeliler?Gene "Türkiyeli" mi?O zaman fırtına koparmaya gerek yok."Türk" değil, "Türkiyeli..." Ne fark var?Kürşat Bumin, köşesinde Tuğrul Altunkal'a gönderme yaparak, örnekler yansıtmış:"Almanyalı" değil, "Alman" diyoruz."İtalyalı" değil, "İtalyan" deriz."İngiltereli" diye bir sözcük var mı? "İngiliz" var. (*)..................."Türkiyeli"ye dönelim... "Kürt" bir yurttaş o zaman "Kürdistanlı" mı diyecektir? Ayrışmış coğrafya aidiyeti olmaz mı?Hatta sınır ötesine çıkan bir "gönüllü sürgün" tanımı yaratabilir.Çünkü... Sadece Federal Irak'ta özerk Kürdistan yönetimi ve coğrafyası var.Ve buradan da "Türkiye Kürdistan'ı" söyleminin projeden güncele taşınmasına yolculuk başlar."Anayasa'nın baştan yazılarak tümüyle yenilenmesi istemleri" arkasında bu süreç projesi yer alıyor olabilir."Ayrılıkçılık" ve "bağımsızlık" stratejisi terk edilerek "demokratik Cumhuriyet içinde kurucu toplumlar olarak yer almayı" öngören Anayasa değişikliğine, daha doğrusu "yeni Anayasa" seslendirmelerine geçiş böyle
Bunun sırrını Marka Konferansı'nda Michelle Mone anlattı. Hani o alttan destekli "Ultimo Bro" sutyenlerinin yaratımcısı... Michelle, eşiyle dans ederken sutyeni sıkıyor, tuvalete gidip çıkarıyor. "Sutyen hem rahat olmalı, hem de göğüsleri dik ve güzel tutmalı" diye düşünüyor. Bu proje için 3 yıl çalışıyor."Alttan dolgu maddesi konulmalı" aşamasına geldiğinde, önce su, sonra bir tür yağ dolduruyor... Plastik türevlerini deniyor... Sonunda, silikon jel kullanarak sorunu çözüyor. Bizler manzaralarımız, manzaranın sahipleri de güzelliklerine katkı için Michelle Mone'a teşekkür borçluyuz. Marifet iltifata tabidir.....................Ayşegül Yürekli'nin yıllık geleneksel "Marka Konferansı" gene çok keyifliydi.Bir izlenim de içeriden.......................Finale Hülya Avşar ve Okan Bayülgen konulmuştu... Hülya, bugünden yarına "marka" olunmaz inancında. Bir gün içinde TV yarışmalarıyla "ünlü" olunuyor ama bir ismin "marka" olması için, "yılların geçmesi gerektiğini" düşünüyor. Gerçekten... "Ünlü olmak, tanınmak" çok nadiren "marka" olabilmektir."Marka" olmak, tıpkı toplumun imbiğinden süzülerek, damıtılarak "toplumun kalıcı lezzeti" haline gelmektir. Bu da zaman nehrinde "rafting"
İçki mekânlarına "kırmızı çizgi" için Başbakan Erdoğan, Anayasa'nın 58. maddesine gönderme yapıyor ve "amacın, gençleri kötü alışkanlıklardan korumak olduğunu" söylüyor.Peki... Bu konuda bilinçli çağlara ulaşmış orta yaşlılar ve yaşlılar neden "kırmızı çizgilerin içindeki karantina bölgelerine" sürülsün?Zaten içkili mekânların nerelerde olamayacağı yasal düzenlemeyle Özal döneminde belirlenmişti."Camilere, okullara 300 metreden daha yakın olmamak..."Turistik yörelerde bu kurala "esneklik" öngörülmüştü.Anlaşılır bir nedeni vardı.İbadet yerlerinin ve gençlerin, bar, diskotek, meyhane ve içkili lokantalardan nispeten uzak tutulmaları toplumun değerler yargısıyla örtüşebilirdi.Ama... Bu hukuk düzenlemesi ve uygulama zaten varken, içkili mekânlara "kırmızı fenerli genelev" ya da "kumarhane" muamelesi yapmak ve "ahlaki karantina bölgeleri" yaratmak, "anlaşılır/anlatılır" şey değil......................Gerçekten... Dünyanın pek çok ülkesinde genelevler bir yörede toplanmıştır.Kumarhaneler de, bir belirli bölgeye hatta farklı coğrafyalara sürülür.Toplum dokusunun içinde bulunmamalarını -bazı ülkelerin ahlak anlayışları nedeniyle- doğal karşılamak mümkün.Sayıları giderek azalan genelevler,
Bunlar, daha 3 yıl önce rüyada görülse, "Hadi canım sen de, olur mu hiç?" diye gülerek anlatılacak şeylerdi...................Bu sonuçlar, AKP bilançosuna "özvarlık artışları" olarak yansımakla birlikte asıl Türkiye'ye önemli katkıdır.Çünkü... Siyasi iktidarlar geçicidir ama Türkiye'nin kazançları ise kalıcı......................AKP'nin aldığı ekonomik sonuçlar, küresel ekonominin kurallarının uygulamasıdır.AB'ye üyelik için görüşmelerin başlaması da, Türkiye'nin daha 1958'de Bayar-Menderes-Zorlu üçlüsünün yönetimdeki Demokrat Parti dönemine uzanan izleriyle birlikte tanımlanmalıdır.Yani... AKP, ekonomide ve dış politikada daha önce çizilmiş bir rotada, dümeni sağlam tutabilmiştir.AKP'nin zihniyet coğrafyası ile tam da örtüşmeyen bir iklime zorunlu yolculuk yapılmıştır.Bu yolculukta AKP de kendini yeniden tanımlamaktadır.Gerçekten...İktidar olduğunda tüm söylemlerine karşın "değişmiş" değillerdi ama bu yolculukta bilinçaltları zaman zaman tepki verse ve olmadık söylemlerle tüyleri ürpertseler de bu yolculukta -ister istemez- "değişmekteler."Sanıldığı ve gerektiği gibi değil elbette ama değişim oluyor.İçkili karantina bölgeleri, haremlik selamlık havuzlar, turistik tesisler, bakan
"- Cumhurbaşkanlığı seçimi gündemimizde yok.Genelkurmay Başkanı Sayın Özkök adayımız değil. (Sonra bu söylem yalanlandı.) - Zaten bunları konuşmak, Cumhurbaşkanı Sayın Sezer'e saygısızlık olur. - Cumhurbaşkanı görev süresi için 5+5 formülü dahil her şeyi CHP ile konuşmaya ve anlaşmaya hazırız."İlk üç söylemle, "Cumhurbaşkanı görev süresi için 5+5 formülü dahil her şeyi CHP ile konuşmaya ve anlaşmaya hazırız" söylemi arasında tutarlılık var mı? Sadece bu konu bile "tutarlılık eksenli" ayrı bir yazıyı gerektirebilir.Fakat... Amaç, "polemik" değil. Siyasetin dar alanında çalım atarken böyle top kayıpları olabiliyor.Geçelim...Ancak... Bütün bu söylemlerin arasından biri, "5+5", Türkiye'nin siyaset falı ya da günümüz falcılarının söylemiyle "kader yorumu" için ciddi işaret......................Önce... "5+5 formülü nedir?""Cumhurbaşkanının sadece bir dönem, yani 7 yıl için seçilmesini öngören Anayasa maddesinin değiştirilerek, aynı kişinin 5'er yıllık dönemlerle 2 kez seçilmesini sağlamak..." Bu sorunun cevabı.Böylece... Recep Tayyip Erdoğan'a 2007 yılından başlayarak 2017'ye kadar 10 yıl cumhurbaşkanlığı olanağı doğabilir. Bu formül, uçak yolculuğunda gökten zembille düşerken mi
Mersin'de PKK gösterisi... Ön saflara çocuklar konulmuş.Diyarbakır'da, Hakkâri'de ve diğer PKK gösterilerinde hep aynı manzara...Önde çocuklar, güvenlik güçlerine taş atıyorlar. Birkaç sıra arkada da kadınlar...Güvenlik güçlerinin engelleme kalkanları, görüntüye, sanki çocuklara ve kadınlara "kaba kuvvet" uygulanıyormuş gibi yansıyor.Zaten amaç da bu.Daha vahimi... Bu kez güvenlik güçlerinin kullandıkları(!!) izlenimi veren başka bir grup çocuk da PKK yürüyüşünün ön saflarındaki çocuklara taş atıyorlar/attırılıyorlar.Belki de onlar, "durumdan görev" çıkaran Kızılelmacılar.Bu manzara, "çocuk istismarı" değil de nedir?Yaşamlarının en güzel yıllarında, taptaze bedenlerini, çatışma alanlarına "rehineler" gibi sürmek, pırıl pırıl ruhlarını kirletmek, psikolojilerini "kan kültürüyle" bozmak rezaletine itiliyorlar.....................Konya'daki "türbana özgürlük" yürüyüşünde de "din" adına, en öne gene çocuklar sürülmüştü.Çocuklar, yürüyüşün "rehineleriydi."Çocukları korumak manevi görevlilerinin, din gibi kutsal bir alanda, "çocukların istismarı" daha da çirkin!..Parmak kadar çocukların siyaset oyunlarının içine itilmeleri "günah" değil mi?....................Yurdun yoksul yörelerinden
Tüm dünyayı tutsak aldı.Ama... Siyah saten İspanyol kuşağından sıyırdığı altıpatlar tabancayla değil, fırçası ve paletiyle...Son 72 saat içinde İstanbul'u da tutsaklar coğrafyasına kattı.......................Sabancılar'ın Atlı Köşkü'ndeki müzede "Picasso şöleni" var.10 binler akıyor. Bu harikulade "renkler gezegeninin" gurusu önünde saygı geçidi yapılmakta sanki.........................Güler Sabancı, elbette bu sergiyle bir "iletişim örnek dosyası" oluşturdu.Kısaca durum şu:II. Dünya Savaşı sonrası yıkılmış Avrupa'da kapitalizm, ne üretirse "yok" satıyordu. Öylesine açtı ki piyasa, sadece üretmek yeterliydi. Ne kalite, ne fiyat... "Mal" bulabilmekti önemli olan.Bir sonraki aşamada "marka" dönemi başladı.O süreçte "marka" aslında sadece bir basit "etiketleme" idi.Sonra... Ardından "gerçek marka" dönemi geldi.Artık "ürün" değil, "marka" satıyordu.Peki ya onlarca, yüzlerce markaya egemen olan gruplar?Onların "iletişimi?"İşte orada artık "sosyal sorumluluk" ilkesi devreye girdi.Zaten "markalar" da artık üretim sürecinden çekilmekteydiler. Üretimi Çin, Hindistan, Malezya gibi, emek ucuz coğrafyalara bırakırken, kendileri sadece "imaj" satmaya başlamışlardı.Marka imajları, grup
Türkiye, Anayasa Mahkemesi'nin "yabancılara toprak satışını durdurma kararından" bu yana, şansına sürekli patinaj yaptırıyor. Şöyle ki:Araştırmalara göre İngiliz, İskoç ve İrlandalılar, önümüzdeki 5 yıl içinde "sıcak denizlere kıyısı olan ülkelerde sayıları 1 milyonu bulan 2. konut alacaklar."Bunun sadece 10'da 1'i yani 100 bini Türkiye'den satılsa, tapu bedeli olarak Türkiye'ye girecek olan döviz, 17 milyar 600 milyon dolar.Onlara Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka'dan alımları ekleyiniz, 200 bin ünite gayrimenkul satışına ulaşılır. 35 milyar 200 milyon dolar eder.Ve... Müthiş bir potansiyel olan Rusların, Akdeniz ve Ege'deki "2. konut" alımları ile toplam satış, 500 bin üniteye ulaşabilir.60 milyar dolara yakın bir girdidir bu.....................Özelleştirecek değer -neredeyse- kalmadı. Ticari ve sınai yatırımlara yabancı sermaye girişlerinden, böyle bir büyüklük -şu ortamda- beklenemez.Taşınmaz satışlarında ise, "yatırım ajansına, özel teşviklere, reklama, Başbakan tarafından pazarlamaya" gerek yok.Bu potansiyel zaten harekete geçmiş durumda. Yeter ki devlet gölge etmesin.Son 1 yılda yabancılar 14 bin "taşınmaz" aldılar bile...Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı şoku