Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

MERHUM Turgut Özal’ın kriz yönetimi 3 ayaklıydı.
1-“Öngörmek” ve “önalmak...”
2- “Cesaret...”
3- “Suhulet...”
.............................
Bugünlere belki “rehberlik” eder umuduyla bunları açayım.
1 Özal olayların nerelere varacağını “öngörmek” yetisine sahipti.
Zeka, sezi, analitik düşünce...
Hangisi bilemem.
Belki de hepsi ve fazlası.
Fransızlar “yönetmek, öngörmektir (Gouverner c’est prevoir)” derler.
Krizi, daha oluşmadan sezebilmek/görebilmek veya krizin ileri aşamalarını öngörebilmek “yönetmektir.”
Özal, “öngörmek”le yetinmez “önalırdı” da...
Yani...
Olabileceklerden önce hareketlenir, tedbirlerini daha önceden devreye sokardı.
Örnek...
Birinci Körfez Savaşı’nda dönemin başkanı Bush’a “Irak’a müdahale etmelisiniz” diyordu.
O söylemese müdahale olmayacak mıydı?
Elbette olacaktı.
Ama...
Özal Türkiye’nin elini kuvvetlendirecek olan “öngörü” kaynaklı “önalmak” hamlesine imza atmıştı.
Daha ABD istemeden Irak’tan Türkiye’ye petrol boru hattını kapatmıştı.
O kapatmasa Türkiye’den bu zaten istenecekti.
Örnekleri uzatmayayım. “2”ye geçelim.
............................
2 Özal “cesurdu.” Ama bu “hesaplanmış cesaretti.”
“Nereye kadar” sorusunu mantıkla ve sağduyuyla cevaplandıran bir “menzil” hesabı vardı.
“Dönüş gemilerini” yakan “geride bıraktığı köprüleri” yıkan bir “Tarık cesareti” değildi.
“Risk” alırdı.
Ama...
Bu da “hesaplanmış risk” olurdu.
Hamlesinin menzilini aşmazdı.
Örneğin...
Genelkurmay başkanlarının kimler olacağını belirleyen 20 yıl projeksiyonlu planı “Necdet’ler operasyonu” diye anılan müdahaleyle bozmuştu.
Bunu yapmadan önce bazı ordu komutanlarından güvence almıştı.
..............
3 Suhulet... Yani “öngörülenle, önalma” hamlesini “cesaretle” yaparken suhulet göstermek.
Bunun ne demek olduğunu Özal’dan dinlediğim bir öyküyle anlatayım.
Sanıyorum daha iyi anlaşılır.
Bilge adam oğlunu kendi gibi bilge olarak yetişmesi için ilim sahibi ünlü bir hocaya teslim etmiş.
Çocuk, delikanlılık çağının ileri yaşlarına kadar hocanın yanında feyz almış.
Sonunda hoca ona “sen artık oldun” demiş.
“Son bir derse daha ihtiyacın var. İskenderiye’ye git limandaki hamalbaşı sana o son dersi verecektir” diye ilave etmiş.
Delikanlı biraz bozulmuş.
“Bu kadar yıl ilim, irfan, feyz aldık, bana son dersimi vermek bir hamalbaşına mı kaldı” diye düşünmüş ama gene de aldığı terbiye gereği itiraz etmemiş.
Yola düşmüş.
İskenderiye’ye vardığında hamalbaşına “kendisinin son ders için gönderildiğini” söylemiş.
Hamalbaşı “hocamın emri başım üstüne” cevabını verip, rıhtıma kıçtan bağlı bir tekneyi göstermiş.
“O gemideki un çuvallarını depoya taşıyan şu işçileri görüyor musun, sen de aynı şeyi yapacaksın. Ama dikkat et, taşıdığın un çuvallarını yere ‘siyaseten’ koyacaksın” demiş.
Delikanlı gene bozulmuş.
“Son ders hamallıkmış meğer” diye içinden geçirmiş.
O kızgınlıkla gitmiş bir un çuvalını gemiden almış, depoya kadar taşımış, pat diye yere bırakmış.
Tabii çuval patlamış, unlar yere dağılmış.
Hamalbaşı bunu görünce gelmiş ve delikanlıya “son dersi” vermiş:
“Oğlum sana ben un çuvalını yere ‘siyaseten’ koy demiştim, patlatmadan, kırmadan, dökmeden...”
Delikanlı utanmış...
“Anladım, hem de çok iyi anladım” demiş.
Gemiye doğru yürümüş.
Çuvalları sırtına siyaseten alıyor, siyaseten taşıyor, yere siyaseten bırakıyormuş.
Çuvallar patlamıyormuş.
Unlar saçılmıyormuş.
Hamalbaşı “tamamdır, son dersini aldın, artık gidebilirsin” demiş.
..........................
Özal, “siyaset böyle bir şeydir” diye anlatırdı.
“Ne yapacaksan siyaseten olmalı.
Kırmadan, dökmeden, yırtmadan, saçmadan” diye noktayı koyardı.
........................
Ben de lafı uzatmadan noktayı koyuyorum.
Açıklamaya gerek var mı?