Birinci Körfez Savaşı... Amerikan kuvvetleri karargâhı olarak kullanılan otelin bir odasında çok iyi Türkçe konuşan subayı dinliyorum.
Subay duvarda asılı olan haritada avucunu gezdirerek dehşet içinde dinlediğim açıklamalar ediyor:
“Savaş bitecek.
Amerikan kuvvetleri çekilecek.
Bıraktığı silahlar Kuzey Irak’taki Kürtlerin eline geçecek.
Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek.
Ya vermeyeceksiniz ve savaşacaksınız ya da toprak vereceksiniz.”
Kulaklarıma inanamıyordum.
“NATO, iki ülkenin müttefik olduğu, Türkiye-Amerika dostluğu” gibi laflar geveliyorum.
Hiç oralı olmuyor...
.....................
Bir randevum daha vardı.
Başka bir odaya aldılar.
Gene duvarda asılı büyük bir Ortadoğu haritası.
Ve iyi Türkçe konuşan bir başka rütbeli subay.
O da avucunu Kuzey Irak ve Güneydoğu Türkiye üzerinde dolaştırıyor.
Bir önceki subayın anlattıklarını hemen hemen aynen tekrarlıyor.
O subaya da “NATO, Türkiye, Amerika dostluğu/müttefikliği” gibi kırık dökük bir şeyler söylüyorum.
Hiç oralı değil:
“Ya toprak vereceksiniz ya da vermemek için savaşacaksınız.”
......................
“Bunlar saçmalıyorlar” deyip geçmem mümkündü ama “randevunun” gelişimi, olayı ciddiye almamı gerektiriyordu.
Dönemin Suudi Arabistan Büyükelçisi -AK Parti hükümetinin ilk Dışişleri Bakanı- Yaşar Yakış yanımda ABD Büyükelçisi’ni aramıştı ve benim için randevu rica etmişti.
Daha sonra ABD Büyükelçiliği’nden cevap geldi.
Onların bildirdiği saatte “karargâh” olarak kullanılan otele gittim.
Ve yukarıda anlattığım iki ayrı subayla üst üste görüştürüldüm.
Bu durumda “Amerikalı subayların saçmaladıklarını” mı düşünürsünüz, yoksa “hesaplanmış, tartılmış söylemlerin medya aracılığıyla Türkiye’ye duyurulmak istendiğini” mi?
Bana göre hâlâ “ikinci görüş” geçerli.
Bunları yazdığımda ABD’den bir “tekzip”, bir “yalanlama”, bir “düzeltme”, bir “açıklama” gelmedi.
Oysa...
O sırada çalıştığım SABAH gazetesi, Hürriyet’le başa baş satıyordu.
Birinci sayfadan yayımlanmıştı.
Görülmeyecek ya da görmezden gelinecek bir küçük gazete haberi değildi.
ABD’nin “Sükut ikrardan gelir” söylemini hatırlatan bu suskunluğu Ankara’ya bir mesaj/uyarı izlenimini vermişti.
“Haber/analiz” büyük yankı yaptı.
Aradan 23 yıl geçti.
Hâlâ zaman zaman bazı yazılarda o günkü satırlarım “referans” gösteriliyor.
Bana da hâlâ en çok yöneltilen soru bu olay oluyor.
......................
Türkiye’nin güneyini ve doğusunu saran ateş çemberi bana ABD kuvvetleri karargâhının bulunduğu otel odalarında dinlediklerimi hatırlattı.
Amerika’nın Birinci ve İkinci Körfez savaşlarından çekilirken bıraktığı silahlar bir şekilde PKK’nın da eline geçti.
Şimdi...
Senaryoya bir sayfa daha eklenmekte.
PKK’nın bir uzantısı olan PYD’ye “Kobani’de, IŞİD’e karşı kullanması için silah veriliyor. Hatta Kuzey Irak Yönetimi’nin başındaki Barzani tarafından bu silah trafiğinin kurulduğu” açıkça söylenmekte.
Elbette Kobani halkının IŞİD tarafından kıyılmasını vicdan sahibi kimse kabul edemez.
Ama...
Öte yandan parça parça özerk bölgelerle “birleşmiş Kürt devletinin” oluşma süreci de bir gerçek.
Türkiye bu yeni süreci, “barış sürecine hız kazandırarak” birlikte yol aldırırsa belki şu söylemi de doğrulamış olur:
“Yönetmek öngörmektir.”