Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Anlaşma 10 Ekim’de yürürlüğe girdi ve Hamas ölü-diri rehineleri vermeye, İsrail de esir tuttuğu Filistinlileri serbest bırakmaya başladı. Trump’ın 13 Ekim’de Şarm el-Şeyh’teki konuşmasını hatırlıyorsanız, canlı rehineler iade edildikten ve ölenlerin cenazeleri verilme başlandıktan sonra, İsrail ve Hamas arasındaki anlaşmanın ikinci evresi başlayacaktı. Bu, Hamas’ın silah bırakması ve Gazze’nin yönetimi devretmesi için hazırlık devresi olacaktı. Hamas silah bıraktığı anda, hem iç güvenlik hem de İsrail’in ateşkes ihlallerine karşı bir Uluslararası İstikrar Gücü (UİG) kurulacaktı.

Haberin Devamı

Trump ile Mısır’a gelen ve “diplomasi ve güvenlik yetkilileri” oldukları açıklanan kişilere göre, bu güce, Şarm el-Şeyh belgesini imzalayan Mısır, Katar ve Türkiye’nin yanı sıra Pakistan, Endonezya, Azerbaycan, Avustralya, Malezya, Kanada ve Fransa birlik verecekti. Fakat ne olduysa, adı hiç edilmeyen İngiltere ertesi gün İsrail’e İngiltere’den bir askeri heyet geldi ve UİG ile ilgili hazırlıklara başladılar.

Resmi bir açıklama yapılmadı; ama anlaşıldı ki İsrail bu güçte Türkiye’yi istemiyordu; bu sebeple hazırlık çalışmalarına Türkiye ve Filistin’i tanıyan diğer ülkelerin temsilcileri katılamayacaktı! Trump bu sırada artık Filistin’i, Gazze’yi çoktan unutmuş; dikkatini Rusya’nın “Kıyamet Silahı”na ve Çin’le de görüşeceği Uzak Doğu gezisine çevirmişti. Dolayısıyla görev, yine kimliği açıklanmayan “Amerikalı bir yetkili” arkadaşa düşüyordu; onun açıklamalarına göre “ABD uluslararası güçte Türkiye’nin olmasında yarar görüyordu.”

Yani ABD, İsrail’e, “Anlaşmayı bu şartla yaptık, bu güçte Türkiye de diğer Müslüman ülkeler de mutlaka olacak” demiyor, “Türkiye de olsa iyi olur. Hamas’ı ancak onlar ikna edebilir,” tarzı bir ifade ile tarafları “idare” ediyordu. Netanyahu ve onu ateşkesi bozmaya zorlayan, aksi taktirde koalisyonu dağıtarak ona mahkeme ve muhtemelen hapishane yolunu açmakla tehdit eden ortakları ise koro halinde “Türkiye’yi istemeyiz!” diye haykırıyorlardı.

Rusya’nın Kıyamet Silahı dediği kıtalararası füze, öyle bir iki saat veya bir iki gün değil, süresiz havada kalabilen, nükleer yakıtla çalışan, sesten 10 kat hızlı ve tabii nükleer silah takılabilen bir şeydir; ABD’nin elinde onu önleyecek bir imkân (henüz) yoktur. Başka bir ifadeyle Trump, bir taraftan Çin’i, Hindistan’ı (hatta ve hatta Kuzey Kore’yi) Rusya’ya karşı yanına almak, diğer taraftan da Rusya’nın Burevestnik (“Fırtına Kırlangıcı”) adını verdiği bu yeni silaha karşı harekete geçmesi gerekiyordu.

Haberin Devamı

Trump’ın ilk tepkisi, Amerika’nın 1992’de son verdiği nükleer denemelere yeniden başlayacağını açıklamak oldu. Denemeleri durdurmuş olmakla birlikte ABD’nin nükleer silah geliştirme çalışmalarının sona ermediği biliniyor. Amerikan medyasının “Uçan Çernobil” adını taktığı Rus füzesine karşı ABD’nin savunma veya benzer bir tehdit silahı geliştirmesi elbette imkânsız değil. Ancak bunun için Kongre’nin fon ayırması, bunun için de Trump’ın bir an önce Demokratları yeniden muhatap alıp, mesela şu anda sürmekte olan hükumet dairelerinin kapanması haline son vermesi gerekiyor.

Haberin Devamı

Uzak Doğu turu, bırakın Çin’i, Hindistan’ı Rusya’ya karşı yanına almak, arzu ettiği ticari tavizleri bile alamayan, bütün kazancı Güney Kore’nin bir mezarda bulunmuş altın Cheonmachong tacının replikasını hediye etmesinden ibaret olan Trump Gazze konusuna dönebilecek mi? Bir taraftan Neocon’ların Ukrayna savaşını sürdürmesi için yaptığı baskılar, bir taraftan kendisinin ve ekibinin narko-terörist ilan ettiği Venezuela, Kolombiya, Küba ve Meksika’ya açmak üzere olduğu “işgal” harekatı (!) Trump’ı nerelere itecek?

İçinde narkotik madde bulunduğu iddiasıyla 14 teknesi ABD donanması tarafından açık denizde vurulan Venezuela’nın lideri Nicolas Maduro, Rusya’dan askeri yardım istiyor. Amerikalı bilim insanları (örneğin, Chicago Üniversitesi öğretim üyesi John Mearsheimer) Trump ve ekibinin, “madden ve manen çöktüğü” kanısında.

Bu durumda, maalesef konu yine Amerika olmaya devam ediyor.