Türk insanının kalbine açılan kapının anahtarı Tarkan’ın elinde. Ve onu kullanmasını biliyor. “Ahde Vefa”da Türk klasiklerini yorumlayarak beğeni toplamıştı, 14 şarkılık yeni albüm "10"da ise bunu yeni bestelerle yapmaya girişiyor.
Bir arkadaşım albümü eline aldı, arkasını çevirdi biraz baktıktan sonra espriyi patlattı: “Resmen eski Türkiye”. Söz müzik Tarkan, söz müzik Sezen Aksu, söz müzik Nazan Öncel, söz müzik Ümit Sayın, söz Aysel Gürel, aranjmanlar Ozan Çolakoğlu.
Demek böyle olduk. “Eski Türkiye ha” dedim içimden. Kim itiraz edebilir ki? Yani bu saptamaya itiraz edebiliriz de, popta eski Türkiye’ye ben itiraz etmem. Bayılırım hatta.
20 Mart 2016’da “Tarkan’ın hatırlattığı değerler” başlıklı bir yazı yazmış, şöyle demişim: “Tarkan ‘Ahde Vefa’ ile yeni nesillere kalplerimizde yer etmiş klasik şarkıları tanıtma ve aktarma misyonunu üstleniyor. Müzikal olduğu kadar tarihi bir görevi de icra ediyor. Albümün en önemli misyonu ise manevi yönü.”
İşte bu manevi yön dediğim şey Türk insanının kalbine giden kapıyı açan bir tür anahtar. Ve bu anahtar yeni albüm “10”da da yine kapıları kilitleri açmayı başarmış gibi duruyor. Nedir o menevi yön? “Ahde Vefa”da şöyle demiştim: “Bu
Geleceğin alameti-farikası sürücüsüz araba hakkında bir sürü yazı, haber, makale sizin de önünüze düşmüyor mu her gün? Bu konudaki her gelişme anında başköşede. Sürücüsüz araba gelecek devrim yaşanacak. Sürücüsüz araba gelecek hayat değişecek. Sürücüsüz arabayla dertler bitecek.
Kazalar sıfıra inecek deniyor. Çünkü insanlar trafikte devamlı kendilerini ve birbirlerini öldürüyorlar. Araba insansız olunca sorun da yok. Denklemden insanı çıkarmak yetiyor.
***
Park sorunu bitecek deniyor. Çünkü sürücüsüz araba kendi kendine park yeri buluyor. Geçenlerde sohbet ettiğim, Türkiye’nin en büyük otomotiv firmalarından birinin üst düzey yetkilisi şehirlerdeki trafiğin temel nedeninin park yeri arayan arabalar olduğunu söyledi. Bu sorun ortadan kalkacakmış.
Sürücüsüz araba, tam yanaşmak için durduğunuz anda ortaya çıkıp “Buraya kamyon gelecek” diyen zata karşı ne tür çözümler geliştiriyor acaba?
Ya da park yerine park edilmesin diye konan sandalyeye karşı ne tür bir yazılımlar üzerinde çalışılıyor? “Değnekçi kovar”ları mı var sürücüsüz arabanın? Bu konuda tatmin edici bir yanıt alamadım. İnsansız araba olabilir ama insansız bir şehir maalesef mümkün değil.
Zaman kazanacağız. Bakın bu çok güzel.
Domates mi yememiz lazım, incir mi? Erik yeme ama şeftali ye, içinde bilmem ne var gibi üzerimizdeki etkisi bilimsel olarak kanıtlanamayacak bir sürü önerme. Bir kadeh şarap sağlığa iyi geliyor mesela akşamları. Böyle yazılıyor. Sonra ramazan oldu mu “Oruç sağlığa iyi geliyor” diye yazılıyor. Hangisi?
Sağlık ve moda hangi ara aynı şey oldu? Bu yaz geniş paça modası var, favori renk sarı der gibi favori meyve, favori vitamin, favori egzersiz. Yürüyün, hayır hayır koşun. Tamam yürüyün. Yok yok, yüzün. Ya da en iyisi bisiklete binin.
Neden? Çünkü her yıl döneme, duruma, gündeme göre yeni şeyler icat etmek lazım. Sağlıklı oruç tutmaktan söz ediliyor. Aç kalmak sağlıksız bir şey. Kaliteyse amaç, o zaman aç aç nasıl olacak? Bunlar da sağlıkçıların paradoksları olsun.
Sağlıkla ilgisi ne?
Sağda solda servis edilen ifadelerden anladığımıza göre sağlık modacılığı bu yıl şöyle bir şeyle karşımıza geliyor: “Uzun değil kaliteli yaşamak önemli.”
Bir ara uzun yaşamanın sırları ifşa edilirdi. Şimdi kaliteli yaşam önemli oldu. Sanırım uzun ve sıkıcı bir hayatın sakıncaları anlaşıldı. Ya da sağlık modası uzun yaşamdan sıkıldı.
Kaliteli yaşamak... Süre önemsizse kaliteli yaşamı tarif edebilir misiniz acaba
Zamansız demek, günün modasından trendinden bağımsız demek. Dün, bugün, yarın fark etmez, her zaman dinlenir demek. Bunu yapmak için iyi besteler ve yalın bir akustik sound yeterli. MFÖ’nün yeni albümü “Kendi Kendine” bu anlayışta. DMC etiketiyle yayınlandı. Bir baktık ki raflara çıkmış bile. Bir tane kapıp ilk izlenimlerimizi yazalım.
Akustik gitarlar, yumuşak bir bas, piyano, perküsyon. Albüm baştan sona bu havada. Fuat Güner akustik gitar, Özkan Uğur perdeli ve perdesiz bas ve akustik gitar çalıyor. Turhan Yükseler piyanoda, Mehmet Akatay perküsyonda.
Bu müzikal tabloya MFÖ’nün klasikleşmiş üç vokalli şarkı söyleme tarzını ekleyin, müzikal perspektife hakimsiniz.
Dostluk üzerine kurulu
Fuat Güner’in ev stüdyosunda kaydedilen yeni albüm adı gibi kendi kendine bir iş. Öyle ki fotoğrafları da Mazhar Alanson’un eşi Biricik Alanson çekmiş. Her şey aile içinde hallolmuş.
MFÖ’nün kendi kendine yetebilen bir oluşum olduğunda hemfikiriz zaten. Yıllar içinde çok şey eskidi, moda olmaktan çıktı, zamana yenildi, unutuldu. MFÖ onlardan biri değil. Nice grup, ekip ayrıldı, dağıldı, MFÖ’ye bir şey olmadı çünkü MFÖ -bence- müzikten önce dostluk üzerine kurulu. Ve çünkü MFÖ müzikal modaları takip
B planı yaptın mı?”
Yemek yeniyor, insanların birbirine sorduğu soru bu.
“B planı düşündünüz mü?”
Kahvaltıda tanıştığımız yeni evli çiftle sohbette konu dönüp dolaşıp “B planı”na geliyor: “B planı düşünmek lazım, biz şöyle şöyle yaptık ilerisi için”.
Sahildeki lokantada oturan iki orta yaşlı adam bir yandan elleriyle karşıdaki Yunan adasını gösterip, bir yandan da içinde B planı, Yunanistan’da ev fiyatları, AB’ye yerleşmek, oturum almak geçen cümleler kuruyorlar.
Yabancı tanıdıklar kendi memleketlerindeki haber kanallarından gördükleri Türkiye resminden endişeli olduklarından bizim için de endişe ediyorlar. Devamlı soruyorlar:
“B planınız var mı? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
Filanca Barselona’da ev almış. Eşi ve çocuklarıyla oraya yerleşmiş. İşi de mobil olduğundan oradan hallediyormuş. İstanbul’da ev almaktan daha ucuzmuş. Oradaki bankalar da yurt dışından emlak yatırımı için gelenlere özel krediler veriyormuş.
Türkiye’nin en eski müzik festivali, herhalde İKSV’nin düzenlediği müzik festivalidir. Bu festival zamanla klasik ve caz olara ikiye ayrıldı. Klasik müzik içerikli olanı bugün Müzik Festivali olarak devam ederken; caz odaklı, daha zengin müzik çeşitleri, yerli ve yabancı sanatçılarıyla İstanbul Caz Festivali zamanla dünya çapında tanınan bir etkinliğe dönüştü. Bugün de bir ekip her yıl özveriyle bu, bana göre artık milli değerimiz haline gelmiş festivali yeni yeni sanatçılar ve fikirlerle düzenlemeye çalışıyor.
Bir diyalog zemini
Bu yeni fikirlerden biri, bu yıl karşımıza Vitrin adıyla geldi. Türkiye Güncel Müzik Buluşması adı altında İKSV, bu yaz 5-8 Temmuz tarihleri arasında yerli sanatçılarımıza dikkat çekmek, onları dünyanın ileri gelen müzik profesyonelleriyle buluşturmak üzere bir platform oluşturuyor.
Tam olarak ne olacak? Uluslararası müzik profesyonelleri, firma sahipleri, organizatörler, menajerler Vitrin kapsamında 24. İstanbul Caz Festivali’nde gerçekleşecek konserleri festival seyircisiyle beraber izleyerek takip edecekler.
Festivaldeki konserlere paralel olarak düzenlenecek panel ve seminerlerde uluslararası katılımcılara Türkiye güncel müzik sahnesi hakkında bilgi
Amy Winehouse, Lou Reed, David Bowie, George Michael, Chuck Berry, Leonard Cohen, Prince, B.B. King, Lemmy, Scott Weiland, Joe Cocker, Tommy Ramone, Bobby Womack, Whitney Houston, Ornette Coleman, Dave Brubeck, George Duke, Sharon Jones, Frankie Knuckles, Paco De Lucia, JJ Cale... Son beş yılda kaybettiğimiz isimler.
Her şey Michael Jackson’la başladı. 2009’dan önce de müzisyenler ölüyordu ama yaşananlar farklıydı. Ünlü ve sevilen birinin ölümü bugünkü gibi idrak edilmiyordu. Michael Jackson’dan sonra bir şeyler değişti. Popstarlar ölüyor farkındalığı arttı desem, tam değil. Asıl hadise galiba sosyal medyanın yükselişi. İdol ölümleri, star ölümleri, ünlü ölümleri, kült karakter ölümleri daha bir başka yaşanmaya başlandı sosyal medyanın hayatımızın başköşesine geçmesinin ardından.
Veda yazıları yazdım
Ben bu ölümleri bizzat yaşayan biriyim. Çünkü çoğuna veda yazısını gazetede ben kaleme aldım... Ansızın biri arar. “Abi duydun mu, bilmem kim...” “Yapma ya” demeye kalmadan telefon acı acı çalar. Yazı işleri arar, haberi teyit eder ve ayrılan yere yazı ister. Michael Jackson öldüğünde CNN’de yayına da davet edildim. Whitney Houston öldüğünde NTV’ye çağrıldım. Amy Winehouse öldüğünde
Yerli otomobil geliyormuş. İlk toplantı yapılmış. Çok iyi geçmiş.
Dün Fatih Çekirge müjdeyi veriyor. Rıfat Hisarcıklıoğlu şöyle konuşmuş bu ilk tarihi toplantı sonrasında:
“Yerli otomobili tümüyle yapabilecek gücümüz var. Ama burada önemli olan, tasarım ve pazarlamadır. Aslında tasarım konusunda da çok güçlü ve yetenekli isimlerimiz var. Önemli olan pazarlama. Dünya rekabetinde pazarlamanın önemi çok büyük. Bu konuyu düşünüyoruz.”
Valla bravo güzel saptamalar. Petrolsüz geleceği planlayan, sürücüsüz araçları kısa süre sonra hayata geçirecek dev oyuncuların dünyasında, onların 150 yıl kadar önce düşündüklerini 2017 Mayıs itibarıyla düşünmeye başlamışlar.
Bu hızla yerli otomobil 2150 yılında falan hayata geçer. O zaman kadar da her iki üç yılda bir “Yerli otomobil hazır” diye heyecanlı heyecanlı yazılar yazılır.
Osmanlılığı, Türklüğü, Türk’ün Türk’e propagandasını, Türk tipi gazeteciliği bundan daha güzel özetleyen bir durum yoktur herhalde. Yüzyıllardır aynı takıntılar, aynı yanlışlara devam. Gelin son günlerin meşhur lafını hatırlayalım: Atı alan Üsküdar’ı geçti arkadaşlar. Yeni şeyler düşünmek, yeni keşifler yapmak lazım.
Türkiye’ye otomobil değil nitelikli insan lazım. Fosil yakıt