Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Novak Djokovic’in turnuva ve ülkeye giriş kuralları ve protokollerine aykırı olarak Avustralya Açık’a katılmak için aşısız bir şekilde bu ülkeye girmek istemesi krize neden oldu. Pazartesi günü çıkacağı mahkemeyi karantina otelinde bekleyen dünyanın bir numaralı tenisçisi hakkında onlarca, yüzlerce yazı çıkıyor şu anda. Kimi tenisçilerin performanslarını nasıl etkileyeceğini bilemedikleri maddeleri kullanmamak istemesini normal karşılıyor, kimi Djokovic’i aptallıkla suçluyor. Djokovic’in babası Sırbistan’a oynanan büyük oyundan bahsetmeye başlayana kadar makul bir açıklama peşindeydim ben de. Sıkıştın mı çıkar mağduriyet kartını kurtul.

Haberin Devamı

Mağduriyet kartını başkası çıkarsa anlayacağız, dünya gerçek mağdurlarla dolu. Ama Djokovic’in nesi mağdur? Djokovic erkek tenisinde tarihin gördüğü en büyük rekorlara imza atıyor. Yıllardır bir numaradan inmiyor, turnuva üzerine turnuva kazanıyor, bunlar olurken Sırbistan mağdur değil. Eleştirdiğiniz sistem içinde çalışıp kazanmış, başarılı olmuşsunuz. Turnuvaya giriyorsun, bir yabancı ülkeye adım atıyorsun, kuralına da bir zahmet uy. Bunu bile bile şartları zorlamak mağdur olmak değildir ki.

Aşı olmak istemiyorsan turnuvaya katılamazsın çünkü herkesin sağlığı için tehditsin. Aşı olmayanların sapır sapır öldüğü bir dünyada gördüğünü hâlâ anlayamamak, anlamlandıramamak nedir siz söyleyin.

Konu işte tam bu noktada artık ne tenis ne de Djokovic’tir. Konu aşı karşıtlığı, dünya düzcülük, komploculuk, cahillik ve aptallıktır.

Pazartesi ne olacak bilmeden Djokovic olayından ne öğrendiğimi söyleyebilirim:

1) Göz göre göre kuralları hiçe sayarak Avustralya Açık’a katılmak istemek tenisin değil dünyamızın içinde bulunduğu durumun bir yansıması. Cahilliğe/aptallığa yeni bir mevzi kazandırmaya dair sinsi bir çabadan başka bir şey değil.

2) Mağduriyet bir Doğulu silahı. Doğu-Batı farkını ortaya koyan bir turnusol kâğıdı. Başına kötü bir şey geldiğinde Batılı suçu önce kendinden arar. Doğulu ise başkasını suçlar ve kendini mağdur ilan eder. Bu hiç şaşmaz. Djokovic olayında da şaşmamış.

Haberin Devamı

Son 30 yılda iyiye giden şey

Türkiye’nin her gün daha da kötüye gittiğini okumaktan sıkıldıysanız size bir şey söyleyeyim. Bazı şeyler de iyiye gitti son 20-30 yılda. Müzik bunlardan biri. 80’lerde müzik sahnemiz, 12 Eylül darbesinin ardından iyice daralmış, çıkmaza girmişti. 70’lerden gelen zengin pop müziklerin doğal gelişimi, yasaklanan şarkılar, sanatçılar ve müzikler dolayısıyla ve elbette zorlaşan toplumsal ve ekonomik şartların da etkisiyle kesintiye uğramıştı. 90’larda Türkçe rock, 2000’lerde Türkçe indie, 2010’larda Türkçe rap güçlenerek, geri gitmeyecek, kaybolmayacak şekilde müzik sahnemize yerleştiler. Bugün bu türler altında onlarca alt türden söz edebiliyoruz. Her geçen gün, her hafta yeni bir sanatçı ve şarkısı hayret edilecek şekilde başarılı müziklere imza atıyor. Ben müzik dinlemeye başladığımda yerli müzik sahnesinde böyle bir çeşitlilik yoktu. Bir sürü insanın yeni gelen sanatçıları ve müzikleri beğenmediğini, burun kıvırdığını biliyorum ama ben tam tersini düşünüyorum. Sanatçıların çok zor şartlarda ürettiğini biliyorum. Ama tüm güçlüklere, engellemelere rağmen müzik hiç bu kadar çeşitli ve kaliteli olmamıştı.