Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kadıköy’ün Bahariye - Moda taraflarında hemen her apartmanın altına kafe açıldı. Buralarda kitapçı, eczane, ayakkabıcı, kırtasiyeci ne varsa kirayı ödeyemedi, dükkândan atıldı. Yerini kafeler aldı. Biraz sermayesi olanlar kulübe kadar dükkânların içine dışına beş on iskemle sığdırıp kafe yaptılar. Bu kadar kafe müşteriyi nereden bulacak, diye düşünüyorduk. Bilememişiz. Bu kafeler sabah akşam müşteri buluyor. Hafta sonları boş masa kalmıyor. “Satacak balın olsun, sineği Bağdat’tan gelir” diye bir söz vardır. O misal. Kafe açanın müşterisi ta kentin öbür ucundan geliyor. Tutucu semtlerin gençleri de geliyor, burada özgürlük havası soluyor.

Haberin Devamı

İnsan sosyal bir varlıktır. Kişiliğini topluluk içinde bulur. 

Cumhuriyet döneminde açılan halkevleri, halk eğitimini sağlamak yanında gençleri bir araya toplamak ve yakınlaştırmak açısından çok önemli birer mekân olmuştu. Buralarda gençler sadece sohbet etmez, müzik, folklor, sanat, edebiyat çalışması yapar, kendilerini geliştirirlerdi. Ortak çalışma ortak üretim, dayanışma, yardımlaşma anlayışını geliştirirdi. Halkevi yayınları, halkevi tiyatroları halkın aydınlanmasında önemli roller üstlenmişti.

Günümüzün kafeleri ise gençlere sadece sohbet ortamı sağlıyor.

TİYATRO

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’dür.

“Nerdeee, o eski tiyatrolar” diye girelim söze.

Ferhan Şensoy anlatır.

Biz de gözümüzle gördük.

70’ lerde, 80’lerde tiyatroların önünde bilet kuyruğu oluşurdu. İnsanlar oyunu göremeden gösterimden kalkmasından korkardı.

Kuyrukta bekleyemeyenler ya da istediği güne bilet bulamayanların ihtiyacını karşılamak için karaborsacılar dolaşırdı etrafta.

Ferhan Şensoy karaborsacı Orhan’ın kazandığı paralarla altına otomobil çektiğini anlatırdı.

O yıllarda tiyatro oyuncularının çoğunun otomobili yoktu. Karaborsacının vardı.

Tiyatroda para pul yoktu ama Türkiye çok usta oyuncular yetiştirdi.

Gördüğümüz oyunlar zihnimizde silinmez tatlar bıraktı.

Son zamanlarda tiyatroya rağbetin azaldığı ise doğrudur.

Çünkü günlük hayat tiyatro oyunlarından daha ilginç hale geldi!

Haberin Devamı

Tiyatro yazarları bu kadarını akıl edemezdi.

ÖZERKLİK ŞARTI

CHP’li genç milletvekili Yunus Emre TV’de diyor ki:

“Yerel yönetimlere özerklik şartındaki çekinceleri iktidara geldiğimizde hemen kaldıracağız. Bu emin olun Türkiye’yi bölecek falan bir şey değildir. Aksine, Türkiye’yi daha da güçlendirecek.”

Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı Türkiye geçmişte imzalarken bazı maddelerine çekince koydu. Halkımız bu sözleşmeyi sık sık PKK’nın talep ettiği federasyon benzeri özerklikle karıştırıyor. Önce belirtelim, Özerklik Şartı farklı bir sözleşme. Ülkenin bir parçasının özerk olmasını öngörmüyor. Ancak Sayın Yunus Emre şunlara cevap vermeli:

- Türkiye geçmişte ne gibi sakıncalar görmüştü de bazı maddelere çekince koymuştu? Bu sakıncalar ortadan kalktı mı? Siz bu konuyu yeterince incelediniz, parti içinde olsun yeterince tartıştınız mı?

SEYİRCİ

Cumhuriyet yönetimi tiyatroyu halkevleri aracılığıyla halka götürürken fabrikaya da monte etmiştir. Kurulan büyük fabrikalarda tiyatro salonu ve işçilerden oluşan tiyatro gurubu vardır.

Haberin Devamı

Örneğin Nazilli Basma Fabrikası’nın tiyatro salonu 700 kişilik olup, orada işçiler temsil verdiği gibi, dışarıdan gelen gruplar da oyun sergiliyordu.

Cumhuriyet sanatçı kadar seyirci yetiştirmek zorunda da kalmıştı.

Çünkü ilk yıllarda tiyatro seyircileri oyun sırasında fındık fıstık yiyor, sigara içiyor, birbiriyle konuşuyor, olur olmaz zamanda sahnedekileri alkışlıyor, oyunun ahengini bozuyordu. Ünlü tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul 1924 yılında yayımladığı bir yazıda halka tiyatro adabını anlatıyor, tiyatroya iyi giyinerek ve tam vaktinde gelineceğini nazik bir dille hatırlatıyordu.

Atatürk’ün 1930 yılında Şehir Tiyatrosu’nda temsile 15 dakika geç kalınca lobide oturup birinci perdenin bitmesini beklediği efsane olarak anlatılır. Muhsin Ertuğrul, oyunu tam zamanında başlatmış, Atatürk halka örnek olmak için bilerek geç gelip lobide beklemiştir.

SUYUMUZ

Her büyük kriz öncesinde olduğu gibi yaklaşan kuraklık ve su krizinde de büyük bir vurdumduymazlık havası esiyor. Geçen yıl bahar aylarında İstanbul’da barajların doluluk oranı yüzde 85’lerdeyken ve kışı neredeyse geride bıraktığımız halde şu sıralarda yüzde 35’lerde.

Ancak yetkililer hâlâ halka yüksek sesli uyarılar ve tasarruf çağrıları yapmamakta direniyor.

Türkiye’de nedense su tasarruf çağrısı yapılırsa bunun aleyhte kullanılacağı gibi bir yersiz endişe var. 

Meteoroloji uzmanı Prof. Mikdat Kadıoğlu diyor ki:

“Seçimin de getirdiği bir korku sonucu, yağışlar normalin çok altında olmasına rağmen suda hiçbir kısıtlama yok, insanlar uyarılmıyor ve yönetime eksi bir puan olurmuş gibi kuraklığın k’sinden bahsedilmiyor.”

Tasarruf çağrısı puan kaybettirmez. Ama yarın su tükenirse bunun suçu belediyenin üzerine yüklenir. Hatırlatmış olalım.