Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ekonomimizde sürmekte olan krizi aşmak için neler yapılabileceğini tartışmadan önce 2002 yılına dönük bir durum saptaması yapmakta yarar var. Hazine ve DPT tarafından geçen hafta açıklanan ve farklı bütçe tahminleri içerdikleri için inandırıcılıkları iyice artan(!) 2002 yılı hedeflerini şimdilik bir kenara bırakıp bize daha anlamlı görünen bazı saptamalara dayanarak şunları söyleyebiliriz:

2002'ye bakarken
• Türkiye ekonomisindeki küçülme sürmektedir. Yapılan ciddi analizler, yeni olumsuzlukların yaşanmaması koşuluyla, büyümenin 2002 yılının ancak üçüncü çeyreğinde başlayabileceğini göstermektedir.
• Enflasyondaki tırmanış da sürmektedir. 2002 yılındaki fiyat artışları için bir gösterge niteliği taşıyan ve eylül ayında 12 aylık bazda % 80'e dayanmış olan "çekirdek enflasyon"un (TEFE içindeki özel imalat sanayii fiyat artışı) önümüzdeki aylarda yüzde 90'ı aşması beklenmektedir.
• Zaten resesyon eşiğinde bulunan dünya ekonomisinin 11 Eylül sonrasında geldiği nokta ve özellikle turizmin yediği darbe, dış dengede sağlanmakta olan düzelmeyi de sınırlamıştır.
• 11 Eylül sonrasında dünyadaki risk algılamasının değişmesi Türkiye'nin ve Türk bankalarının dış kredi bulma olanaklarını olumsuz etkileyebilecektir.
• Bu durumda Türkiye IMF ve Dünya Bankası desteğine bağımlı kalmaya mahkum görünmektedir ve IMF ile ilişkilerde sorun çıktığı anda iç borcun çevrirebilirliği tartışması alevlenecektir.
• Krizin mevcut hükümetle, Kemal Derviş'le ve IMF ile aşılabileceği inancı giderek zayıflamaktadır.

Kavi ve Canevi'nin teşhisi
Neresinden baksanız aşılması zor sorunlarla dolu bir tablo var karşımızda. Durumun vahametinin farkında olan İstanbul Sanayi Odası Başkanı Hüsamettin Kavi, İSO Dergisi'ne yazdığı başyazıda, "Türkiye'nin önündeki problemlerin çözümü artık hiçbir şekilde tekil önerilerle sonuca taşınamaz", diyor ve siyasetten bürokrasiye, özel sektörden emekçi kesime kadar tüm ilgili tarafların katılımıyla sorunlara ortak çözümler üretilmesini öneriyor.
Bürokrasideki deneyimini özel sektöre taşıyan, finans dünyamızın duayenlerinden Yavuz Canevi de 8 Ekim Pazartesi günü Dünya gazetesinde yayımlanan yazısında, olağandışı önemleri gerektiren olağandışı bir iç ve dış konjonktürden geçmekte olduğumuzu belirterek şöyle diyor:
"Bu durumda, her şeyden önce Ankara'nın siyasi kanadı ile ekonomik kanadının konsolide edilmesi ve herkesin parmağının taşın altına girmesinde yarar var. Ancak bu takdirde oluşacak ortak akıl, ortak cesaret, ortak hırs ve ortak sorumluluk ile ekim ayından itibaren yeni bir önlemler dizisi, yeni bir hamle, yeni bir psikolojik ivme yaratılabilir. Ve ancak bu ivme ile bir yandan kendi piyasalarımızı, öte yandan da dış piyasaları, IMF ve Dünya Bankası'nı, Avrupa Birliği'ni ve de dost ve müttefiklerimizi yeni bir ilişki platformuna çekebiliriz. Böylesine kararlı ve kapsamlı bir niyet ve icraat, özlemini duyduğumuz iç ve dış güvenin kapılarını bize açacaktır."

Bütünsel yaklaşım şart
Bana önemli gelen bu öneriler çoğu kimseye ilk bakışta pek orijinal görünmeyebilir ama biraz durup düşünecek olursak, bu tür önerileri dikkate almadığımız için çıkmazlara sürüklendiğimizi fark edebiliriz. Türkiye 2000 yılı başında uygulamaya başladığı "kur çapası"na dayalı programı böyle bir bütünsel yaklaşımla götüremediği için başarısız oldu. Bugün gelinen noktada bütünsel bir yaklaşımın gereği daha da belirgin, çünkü ancak toplumsal dayanışma içinde aşılabilecek sorunlarla karşı karşıyayız.
Birincisi ekonomimiz çok boyutlu bir çıkmazın içinde. Hastalığa çare olarak önerilen ilaçların her birinin çok ciddi yan etkileri var. Ekonomideki sorunların çözümü reel ekonomide, finans kesiminde ve idari yapıda kapsamlı bir yapı değişikliğini gerektiriyor. Bunları hızla gerçekleştirmek için toplumsal uzlaşmaya gerek var.
İkincisi, 11 Eylül sonrasında daha da ağırlaşan küresel ekonomik konjonktürün olumsuz etkileri artarak sürüyor, Afganistan'daki savaşın yayılarak yeni boyutlar kazanması ve Türkiye'yi içine çekmesi olasılığı da var.
Bu kritik dönemeçte Türkiye kendi birikimini yansıtan bir bütünsel yaklaşımı ortaya koyabilirse başta ABD olmak üzere IMF gibi uluslararası kuruluşlara ve dış dünyaya sorunlarını anlatması ve kendi birikimiyle geliştirdiği çözümleri kabul ettirmesi de daha kolay olabilir herhalde.

Kemal Derviş, ekonomiyi krize sürüklemenin vebalini taşıyan, havlu atma noktasındaki bir hükümete "kurtarıcı" olarak monte edildi ve bu hükümetin bugüne dek ayakta kalmasını sağladı. Derviş'in dış dünyada yaratmayı başardığı olumlu izlenim, Türkiye'nin IMF ile anlaşmasını ve ülkeden kaynak çıkışının yaygınlaştığı bir ortamda Türkiye'ye hatırı sayılır bir mali destek sağlanmasını kolaylaştırdı. Bu destek Türkiye'nin iflas bayrağını çekmesini bugüne dek önledi.
Ancak Derviş'in, IMF'den de onay alarak ortaya koyduğu program, ekonomiyi krizden çıkarma konusunda pek başarılı olamadı, Derviş'in öngörülerinin çoğu, çeşitli nedenlerle gerçekleşmedi. Şimdi Türkiye'de Derviş'e bağlanan umutların iyice yıprandığı bir noktadayız. Geldiği günden beri ayağını kaydırmak isteyenlere her geçen gün yenilerinin eklendiğini görüyoruz.
Öte yandan Türkiye'nin dış dünyadaki, uluslararası piyasadaki durumu nezaketini koruyor. 13 Ekim tarihli International Herald Tribune gazetesinde yer alan "Yükselen Pazarlar Bıçak Sırtında" başlıklı yazıda bir kez daha vurgulandığı gibi, Türkiye, daha da derin bir çıkmazdaki Arjantin ile birlikte, en riskli görülen iki ülkeden biri. Tam bu noktada ve IMF ile anlaşmanın zorlaştığı bir ortamda Derviş'ten vazgeçmeyi düşünmek Türkiye'yi dış dünyada daha da riskli bir ülke konumuna düşürebilir.

Yapımı yoğun tartışmalara neden olan Gökkafes sonunda tamamlandı ve hizmete açıldı. Dünyanın ünlü otel zincirlerinden Ritz Carlton da bu yapıda faaliyete geçti ve Türkiye'nin ünlülerini ağırlamaya başladı. Biz de basın mensubu olarak bu binada yapılacak bazı açılışlara ve faaliyetlere davetler almaya başladık.
Benim kişisel tepkimin fazlaca bir önemi olmadığını çok iyi biliyorum ama ilgilenenlere açıklayayım, ben bu binada gerçekleştirilecek hiçbir aktiviteye katılmamaya kararlıyım. İstanbul'un siluetini insafsızca iğfal etme rekorunu açık farkla eline geçiren bu yapının içine girmemeye kararlıyım ama görüntüsünden kurtulmama olanak yok. Şehrin neresinde olursam olayım, diğer binaların tepesinden, müstehcen bir sembol gibi, Gökkafes heyülası sırıtıyor bana. İstanbul'a bu güzelliği(!) de kazandıran herkese şükran borçluyuz herhalde.