Yüksek lisansımı Ankara Üniversitesi’nde, “halkla ilişkiler ve siyasal reklam”, doktoram ise Mülkiye’de, “siyasi partilerde lider imajları” üzerineydi ve alandaki ilk çalışmaydı. Dolayısıyla sağdan sola siyasetçilerle çokça zaman geçiren biri olarak hem teorik hem de pratik bağlamda siyaset üzerine iki net cümle kurabilirim;
Bir: Siyaset akıl işi değildir. Akıl yürüterek sonuç alan, yok denecek kadar azdır.
İki: Siyasette 2+2 bazen 3, bazen 5, nadiren 4 eder.
Her iki bilginin de kaynağı gündem, lider ve insan parametreleridir.
CHP, cumhurbaşkanı adayı konusuna bulduğu çözümü açıkladı. Ekrem İmamoğlu CHP adayı, Mansur Yavaş bağımsız aday olacak. İlk turda yüksek oy alan, ikinci tura kalacak. (Aday belli, neden ön seçim yapılacağı belli değil.)
Kabul gördüğü düşünülen bu çözüm üzerine fikir üreten kimilerinin, ne dünyadaki gelişmeler, ne de Türkiye’deki insanlar hakkında fikirleri var.
Madde madde özetleyeyim;
Bir, son derece sert yaşanan küre
“İnsan insan dedikleri / İnsan nedir şimdi bildim…” Sözler Muhyiddin Abdal’ın. Fazıl Say besteleyeli 10 yıldan fazla oldu ama şimdilerde mırıldanır olduk.
Neden şimdi? Neyimiz yoksa, en çok ondan söz ettiğimizden olabilir.
“Tarihin sonu” (Fukuyama), “ideolojilerin sonu” (Bell) derken geldiğimiz nokta, “insanın sonu” oldu. Teknoloji, yapay zekâ, uzay konuşmaktan insanı unuttuk. Küresel gerçek.
“İnsan”ın sistemin girdisi, nesnesi olarak var, öznesi olarak yok oluşunun teknolojik ve sosyolojik çerçevesini açmam lazım;
Teknolojik bilgi, insanın giderek “sanayinin bir alt dalı” olacağını söylüyor, oldu bile. Print edilen organlar, yapay kalpler, beyinle iletişim kurabilen protezler vs. Sürecin sonunda insan, hastaneler yerine oto sanayi gibi merkezlere gidip onarılacak duruma gelecek. Robotlar insanlaşırken, insanların robotlaştığını biliyoruz ancak tam idrak etmiş değiliz.
Sosyolojik bilgiyi daha önce çok kez yazdım, neo-liberalizm insanın kendisini sistemin “atığı” haline getirdi. “Atık insan”
Aslında bugün, ABD Başkanı Trump gibi “borderline” kişilikle nasıl iletişim kurulabileceğini yazmak istiyordum. Dışişleri Bakanı Fidan’ın iletişimi hakkında da yazmam lazımdı. Ülke ve dünya gündemi, kafanızdakini yazmaya izin vermiyor.
Etrafımızı karamsar bir hava sarıyor. Kartalkaya’daki yangın felaketi, Halk TV gözaltıları, son İmralı-DEM görüşmesinin sürece dair artırdığı belirsizlik, kılıçlı yemin eden teğmenlerin ihracı…
Her sorun/ krizle, “bizden olan” ve “olmayan” ayrımına sıkıştıkça sonuç, kimseyi mutlu etmeyecek, kimseye yarar getirmeyecektir. Öyleyse bize bir yol haritası gerek. Bizi “ortak iyi”ye götürmesi gereken bir harita.
İktidarın aldığı kararlarla ülkenin iyiye doğru değişeceği umudunu vermesi, muhalefetin sürekli eleştiriden medet ummak yerine eleştiriye bir umut hikayesi eklemesi gerekiyor. Çünkü gidecek başka yer yok. Gitsek bile, her yerin “yabancı”sı olmak cepte.
Karamsarlık, koşullardan bağımsız olarak potansiyelimiz önündeki en büyük engel. “Bugün zor
Bugünün toplumunu Bauman şöyle tanımlar: “Banknot bozdurulmuş, elimizde bir avuç bozuk para kalmıştır.” Ortak bağlarla örülmüş toplum çözülünce, geriye tek tek insanlar kalır. İnsan sadece kendisi, istekleri, hazları, ihtiyaçları dışında bir şeyle ilgilenmez. “Değer” ölür, “ortak değer” yok olur. Neo-liberalizmin önündeki “toplum” bendi kalkmış olur.
Toplum fikri, ancak tüketicilerden oluşan bir bütünse kabul görür. Peki neo-liberalizm bu gücü nasıl elde eder?
Yapay gereksinimler yaratarak insanları sisteme borçlandırır. Bireyi kutsayarak devletin denetim işlevini zayıflatır. Kuralsız rekabeti körükler. Para kazanmak, nasıl kazandığından önemli hale gelir. Geleneksel medya eğlence, sosyal medya manipülasyon aracı olur. “Farklı ol” tuzağı kurar.
Devleti güvenlik alanıyla sınırlar, o alanı daraltır, araçlarını sermaye temin eder. En önemli bozulma ise, insan karakterinde olur. Sennett, “Karakter Aşınması”nda, neo-liberal düzenin
“İletişim yönetimi”nde “boşluk”la ilgili bilgi hayati önemdedir. İletişimde siz boşluk bırakırsanız başkası o boşluğu, kendi mesajıyla doldurur.
İmralı’dan başlayan ve siyasi partilerle devam eden görüşmelerden sonra DEM’in yaptığı açıklamada, “samimi ve umut verici düzeyde olumlu geçtiği” belirtilen sürecin yansımalarına dair bir durum tespiti yer alıyor:
“… yazılı ve görsel basında zaman zaman karşılaştığımız ayrıştırıcı ve önyargılı üslup ve bunun yarattığı spekülasyon alanı işimizi güçleştirmektedir. Sürece dair herkesin, her kesimin beklentileri ve ümitleri olduğu kadar kaygıları, hassasiyetleri ve soru işaretleri de vardır. Bunun bilincindeyiz. Hal böyle iken, kulaktan dolma dahi denilemeyecek uydurma söylemleri üreterek dolaşıma sokmak ve yer yer ahlaki sınırları dahi zorlayıcı gündemler oluşturmaya çalışmak, olsa olsa sonucu itibarıyla savaş çığırtkanlığına bağlanmaktır.”
Gerçekten de görüşmelere katılan iktidar ortağı partilerin temsilcilerine “Öcalan’ın ya
“Mihenk”, TDK Sözlükte, “Bir kimsenin veya bir nesnenin değerini, niteliğini anlamaya yarayan herhangi bir durum, olay” olarak açıklanıyor.
İktidarlar, mihenk noktası olarak muhalefete gerek duyarlar. Muhalefetin zayıflığından en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rahatsız olmasının nedeni de budur. 2012’de “Güçlü muhalefet istiyoruz”, 2020’de “Demokrasi güçlü muhalefet varsa güç kazanır”, 2022’de “Bu ülkenin en büyük açığı yerli ve milli muhalefet açığıdır”, en son bu hafta “Muhalefetin bu kötürüm hali, yükümüzü daha da ağırlaştırıyor” şikâyetleri hep bundandır.
İktidar ve muhalefetin karşıtlıklardan örülü bir bütün oluşu, iktidarı diri ve enerjik tutar. Aksi halde iktidar kendisinin “öteki”si olmak gibi bir iş edinir ki bu da artı yük demektir. Erdoğan’ın “pahalı ürünü boykot etme” çağrısı bu çerçevede düşünülmelidir. Bu
ABD, kendisinden uzak ülkelerde kaos kuyusunu açıyor, ülkeyi içine atıyordu. Şimdi o kuyuyu, kendi ülkesinde kendi elleriyle açıyor.
Yeni yıla iki büyük saldırıyla girdi. Birinde 15 kişi ölü, diğerinde 7 yaralı. Saldırıyı yapanlar da saldırı mekanları da mesaj yüklü olunca, dünyanın geri kalanını bir telaş sardı.
Lorenz’in, 1972’de yazdığı “Öngörülebilirlik: Brezilya’da Bir Kelebeğin Kanat Çırpması Teksas’ta Bir Kasırgayı Tetikler mi?” makalesinde ortaya attığı “kelebek etkisi”, hava durumunu açıklıyordu, siyasi duruma denk düştü. Kelebek bu kez ABD’de kanat çırptı, Ortadoğu ve çevresinde hissedildi.
Saldırıları düzenleyenlerin “asker” kökenli olması, olasılıkları ikiye çıkardı; ABD bahane üretip Suriye’ye çökecek mi, yoksa derin Amerika, Trump’ı terbiye mi ediyor?
Cevap ne olursa olsun, “mutluluklar ülkesi ABD”, dünyanın geri kalanı için tasarladığı “kaos” oyununun içine bu kez kendisi düşüyor.
Ayıklamak, insanlık tarihinde “deşirici” ilkel topluluk günlerinden itibaren, insanı hayatta tutan eylemdi, modernleşme sürecinde unuttuk.
Arkadaşımın evindeydim. Pencereden önümüzde uzanan vadiye bakarken camın önüne dizilmiş objelere takıldı gözüm. Deniz kabukları, eski bakır, gümüş, cam bir sürü minik şey.
“Neden bunları ayıklamıyorsun” dedim, “Anıları var” dedi.
Bir süredir ayıklama dönemindeyim, işime yaramayan, bana bir şey katmayan şeyleri hayatımda tutmuyorum. Karmaşanın arttığı dünyada, sadeleşme insanı rahatlattır.
“Hadi” dedim, “bu objeler üzerine konuşalım. İyi şeyler hatırlatanları tutalım, diğerlerini atalım.” “Anısı var” dediği objelerin bir kısmının, anısını bile hatırlamadı. Üzücü bir deneyimdi.
Yılbaşı arifesi. Hayatımızın da pencere önündeki şeyler gibi, bir yığın ıvır zıvırla dolu olduğunu itiraf ettik birbirimize. “Her yıl sonu, hayatın köşe bucağını temizlemek gerek” dedim.
Her türlü ilişkide ayıklamak, insanı yalnızca rahatlatmıyor, odaklıyor, görüş