“HOŞÇAKAL” DiYEMEMEK...

9 Eylül 2012

Bence yeni çağın kadın sorunlarından biri, “Hayır” diyememek, birinden ayrıldığını söyleyememek olmalı, o kadar zor ve karmaşık ki o ayrılmak istediğini fark edip bunu dile getirmek

Zamanında ayrı şehirlerde yaşayacağımız için artık bu ilişkinin sürmeyeceğinin farkında olduğum bir erkek arkadaşım vardı. Ne kendime acı çektireyim, ne de onu uğraştırayım diyerek ayrılmaya karar verdim. Evde günlerce ayrılık denemeleri yaptım, kendi kendime konuşma metinleri hazırladım, bahanelerimi sıraladım. Sonra adamın karşısına geçtim konuşmak için, yüzünü görünce bir anda vazgeçtim, ayrılamadım. Niyeyse sanki ayrılırsam o kahrolacak, kendini yerden yere atacak, dağlara taşlara vuracak başını beni kaybetti diye gibi geliyordu. Ya da “Ayrılalım” dediğim zaman hemen dizlerinin üzerine çöküp bana yalvaracakmış gibi hissediyorum. Sonra ne oldu, ben ayrılalım diyemiyorum ama adam çotanak diye gelip, “Canım ya bu ilişki beni yormaya başladı, boğulduğumu hissediyorum, hadi eyvallah” dedi. Ardından günlerce ağlamalar, Sezen Aksu şarkıları, sınırsız yemek ve arkadaş beyni tecavüzü...

“Hayır” diyememe sendorumu!
O yüzden “Acıma, acınacak hale düşersin” diye bir söz var ya, hah o işte tam bu

Yazının Devamı

DAĞ-BAYIR-TAŞ TATiLi

2 Eylül 2012

Yazın bitmesiyle arkadaşlarla tatilden çok yorulmuş olmalıyız ki(!) kimsenin bilmediği gizli saklı koylarda dinlenmeye karar verdik

İlk başta belirtmek istiyorum, böyle bir fikre karşı çıkmıştım. Yani neden insanların olmadığı bir yere gidiyoruz? Program yaparken bile korku filmi girişi gibi duruyor üstelik. Ege kıyıları dediğin yer zaten bir avuç, kimsenin bilmediği yerlerin olması imkansız diye düşünüyordum ama varmış. Öyle ki bunlar gizli örgüt gibi bir şey. Sadece belli insanlar gidebiliyor oraya ve aralarında şifreleri bile var. Gerçi hoş orada yaptıklarımdan sonra benimle aynı kaldırımda bile yürümek isteyeceklerini sanmıyorum ya, olsun.

Market poşetleri gördüm!
Olimpos’taki bungalow evlerinden daha derme çatma evlerde kalıyoruz, yalnız bir sorun var bunlarda klima yok! Onun yerine vantilatör koymuşlar. Neymiş işte, teknolojiden uzak, bilmem ne bilmem ne. Vantilatör de zaten ilk çağda bulunmuş ya, hele elektrik konusuna hiç girmeyeyim. Dürüst olsana be adam, “Klima pahalı geldi” de, canımı ye yani. Yemekleri de orada yemek zorundasın. İşte her şey doğal, organik. Ayağınıza, önünüze ne sunuluyorsa “Şehirde böylesini yiyemeyiz” diye atlanıyor ama şöyle bir durum

Yazının Devamı

BABAM EVLENiYOR

26 Ağustos 2012

İnsanın babası evlenme kararı verdiği zaman kendisiyle hesaplaşıyormuş meğersem. Etraftaki herkesin, “Sen ne zaman evleneceksin, baban bile gidiyor ehehe” esprileri bir yana dursun, bir evliliği hazmetmek ne kadar zor şeymiş

Babamı bildim bileli hep çapkındı, kısa ilişkileri olmuştu. Cici anne diye tanıştırdığı her kadını, en fazla 2 kere daha görüyorduk. Ama şimdi iş ciddiye bindi, garip bir şekilde korku da sardı beni. Babamın eşi olacak müstakbel cici annemizle tanışmak için İzmir’e gittim. Babam da sağ olsun iki kelimesinden biri, “O, sanırım bu koltuğu sevmeyecek bu koltuğu atalım”, “Onunla evlendiğimiz zaman buna karar veririz” diye liseli toy aşıklar gibi konuşunca benim kıskançlık duygularım daha kabardı. ‘O’ diye bahsettiğimiz bu kadın, kimdi böyle benim babamı kandırabilmişti, nasıl taktikler uyguladı da babam evlenmeye karar verdi? Evden bir çöp atılsa eli ayağı titreyen adamın bütün evi değiştirme planı bile beni korkutuyordu. Babam artık eski babam olmayacaktı...

Aklımda deli sorular
Tanışma gününe kadar yedim kendimi, hatta ufak ufak beynine bile girmeye çalıştım.

“Ya seni bizle görüştürmezse baba?”

Yazının Devamı

HAYIRSIZ EVLAT

19 Ağustos 2012

Zamanında karısıyla çocuklarını kadının biri için terk edip gitmiş. Karısına beş kuruş para vermeden uzunca bir süre aramamış bunları. Sonra...

Bayramın gelmesiyle beraber çikolata ve şeker markaları acı dolu reklamlarını televizyonlara verdi. İzlerken içim dağlanıyor, acıdan kendimi bir koltuktan bir koltuğa atıyorum. Hayır yani beni niye üzüyorsun, üç beş tane hayırsız evlat var diye bütün dedeleri neneleri evime toplayacağım o olacak.

Bizim apartmanın hemen karşısında bakkaldan bozma bir market var, süt müt bir şeyler alırken televizyonda bu reklamlardan bir tanesi çıktı. Ben yine kahır, gözler dolu dolu maket bıçağını alıp, bileklerimi dikine kesecek acıyı topladım orada. “Adamı orada bir sene bırak, bayramda gidiyorsun diye bi de alkış bekler gibi bundan reklam yap” diye atarlı atarlı konuşmaya başladım. Market sahibi “Yine onlar gidiyormuş, sizin apartmanda oturan bir amca var...” diye bir başladı cümleye, sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde adamın ailesini bulup barıştırma niyetindeydim.

Tabii ki bu işler böyle kolay olmayacaktı, yani adamın kızını bulsam, “Babanıza neden bakmıyorsunuz?” desem, “Ayy evet nasıl unuttuk onu, iyi ki aklımıza getirdin”

Yazının Devamı

Twitter baharı

12 Ağustos 2012

Arap Baharı sosyal medyaya öyle ağır sorumluluk yükledi ki, şimdi ne zaman toplumsal bir olay olsa, dört yandan yazılan tweetlerle o olaydan kurtulacağımızı zannediyoruz

Twitter’da bir şey yazarken ilk yaptığım şey, o dakikalardaki gündeme bakmak. “Dakikalar” diyorum, çünkü darbe olsa en fazla dört saat konuşulur! Dört saatin sonunda insanlar bu konudan bıkar, “Off, başka şeyler yazın artık baydınız!” diye aşağılamaya başlarlar. Bir çete var, tek yaptıkları şey gündemle alakalı yazmayanları tespit edip onlara saldırmak. Hashtag (belirli bir konunun daha kolay aranması için tweet eden kişilerin aynı kelimeyi # işaretiyle başlatarak yazmaları) yapılarak dünyayı kurtarabileceklerine inanmaları da ayrı mevzu. Evet, önümüzde kocaman güzel bir örnek var: Mısır! Onlar bunu başardı. Yalnız bizim bunu başarabilmemiz için oturduğumuz yerden insanlara saldırmak yerine organize olmamız gerektiğini düşünemiyoruz.
Başbakan çıkıp, “Sosyal medyayı ciddiye almıyorum, siz de almayın” diyor. Ünlü köşe yazarları, televizyon programlarında, “Twitter’da yazanları okumuyorum bile, hepsi boş kafalı” diye yaftalıyor. Bu arada hakkını da yememek gerekir, Twitter’da organize olunarak başarılı olmuş

Yazının Devamı

Her şey dahil sistem

5 Ağustos 2012

Kocaman kocaman otellerin büyüsüne kapılıp, ‘her şey dahil’ lafını da duyunca üstüne atlıyoruz ama gerçekten mükemmeller mi yoksa sadece tembelliğimiz yüzünden mi oradayız. Ben bu askeri kamplardan farksız sistemi açıkçası hiç sevmiyorum, sevmiyorum ama erken rezervasyonla da tıpış tıpış gidiyorum o ayrı...

Otelin kapısından içeri girer girmez askeri kamptasın gibi eline kağıt veriyorlar, “Şu şu saatler arasında yemek” diye, yemek saatini kaçırdın mı başka alternatiflerin var ama onlar da kurallı. Havuz kenarında çalışanlardan birini görüyorsun, bir yudum su isteyeceksin diyelim, “Havuzun 45 derecelik sağ koordinatlarında müşterilerimiz suyu kendileri gidip alıyorlar. Doğuya bakan yerlerde biz getiriyoruz, kuzey tarafının ise su içmesi yasak.” Havlu olayı ayrı bir durum, bir tanecik havlu alman için sana verdikleri mavi kartı sıkı sıkı saklaman gerek, o kaybolduğu an yandın ki ne yandın. Mavi kartsız hayatta havlu vermiyorlar, ömrünü bırak, kullanılmaktan artık ipleri çıkmış havlu için servet ödüyorum de, adam nuh diyor peygamber demiyor vermiyor havluyu!
“Hepimiz eşitiz bazılarımız daha eşit” olayı var bir de, sana böyle parmakla gösteriyorlar. “Canım şimdi sen şunları

Yazının Devamı

DÜRÜSTLÜK iŞE YARAR MI?

29 Temmuz 2012

Dört kız, iki köpek bindik arabaya Bozcaada’ya gittik geçen hafta... Güzel güzel eğlendik, dinlendik derken odada ergenlik yıllarımız aklımıza geldi, “Hadi doğruluk mu, cesaret mi oynayalım” dedik

Cesarette en fazla otel odalarının kapılarını çalıp kaçacağımız için oyuna doğrulukla başladık. Önce klasik sorular soruldu, yok işte “İlk kimle öpüştün?”, “Hiç aldattın mı?”, “Herkesten sakladığın sırrın nedir?” falan filan diye soruldu. Sonra sorulacak soru kalmadı, “Hadi, kötü yönlerimizi, daha doğrusu birbirimizin sevmediği yönlerimizi söyleyelim” dedik. Bu cümleden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı...

Masum eleştiriler yaptım
Önce ben söylemeye başladım, en düz eleştirileri yaparak. İşte, “Yok o etek, seni çok şişman gösteriyor, aslında sen çok zayıfsın ama inatla onu giyiyorsun”, “Çok takıntılısın”, “Çok saf birisin, herkesi kendin gibi sanıyorsun” gibi dünyanın en masum şeylerini söyledim. Ardından sıra onlara geldi, ben de nasıl olsa ezbere cümleler kuracaklar diye yapmacık gülümsememle beklemeye başladım. Bunlar bir başladı, senelerdir içlerinde ne varsa döktüler de döktüler. Hatta öyle ki en son “Kendimi mi öldüreyim?” diye kaçıp gidecektim.

İşte

Yazının Devamı

“KEŞKE” DiYEBiLSEYDiM

22 Temmuz 2012

Kimi insanlar sinirlendiği zaman açar ağzını yumar gözünü, bazı insanlarsa tutulur kalır. Ben ikinci gruptayım. Karşımdaki bana sayar da sayar, ben dut yemiş bülbül gibi kalırım, ardından da “Uff keşke şunu deseydim var ya, keşke şunu da deseydim“ diye kurup hayatı kendime zindan ederim

Zamanında kuaförün birine sadece fön çektirmek için girmiştim. Sonra ne ara, nasıl oldu anlayamadan bir baktım adam saçlarımı kesiyor. Bir de o kadar çok hakaret etti ki kesimime, bakımına, yıpranmışlığına “Kesme” diyemedim, onun yerine “Uzatmak istiyordum, sadece ucundan alabilir misin?” demiştim. Tabii ki her kuaför gibi dediğimi dinlemedi ve saçlarımı Bendeniz modeli kesti. Benim kabak gibi suratım bir çıktı ortaya, yanaklarım böyle önden önden gidiyor. Bir de sağ tarafı sol tarafına göre daha uzun. “Sanki yamuk olmuş bu” dedim, adam baktı baktı baktı, “Senin kafan yamuk” dedi. Ve ben karşılığında sadece adama öylece bakakaldım. İşte şimdi geriye dönsem, o adamın dükkanını kapatana kadar uğraşırdım, hatta dava açardım, döverdim, camlarını indirirdim!

Beni Ferhunde’ye benzeten anneye
‘Yaprak Dökümü’ dizisinin zirve yaptığı zamanlar eski erkek arkadaşımın ailesinin yanında diziyi

Yazının Devamı