Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

AVRUPA Birliği'nin Türkiye'nin adaylığı konusunda Ankara'yı pek tatmin etmeyen bir tavır sergilemesi karşısında, Yılmaz hükümeti ne yapacak?
Nihai kararın alınacağı 12 - 13 Aralık tarihine üç hafta kala, ne yazık ki, bu konu hükümetin - ve de parlamentonun - gündeminde değil! İç politikadaki bitmez - tükenmez çalkantılar arasında, birkaçı dışında ne bakanlar, ne parlamenterler, Türkiye'nin siyasal ve ekonomik geleceğini etkileyecek olan bu konuya gereken dikkati vermiyorlar.
Açıkçası Dışişleri Bakanlığı'nın bu işlere bakan bölümü ve AB ile ilişkilerle yakından ilgilenen birkaç kuruluş ve kişi dışında, gelişmeleri doğru dürüst izleyen ve ihtimallere göre stratejiler belirlemeye çalışan yok gibi.
Oysa şu sırada - dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi AB içinde ortaya çıkan eğilim karşısında - ne yapılması veya yapılmaması gerektiği konusunun iyice tartışılması gerekir.
* * *
ANKARA'da resmi ağızların sık sık söylediği şey, AB'nin Türkiye'yi diğer 11 aday ülke ile birlikte ve eşit şartlarla müzakere süreci içine alması gerektiğidir. Belirtilen diğer bir husus da oluşturulması düşünülen "Konferans"ın içi boş değil, içerikli olmasının ve böylece Türkiye'ye "tam üyelik perspektifi"nin verilmesinin şart olduğudur.
Oysa görülen şu ki, AB bu iş için "iki şeritli" bir yol düşünüyor: Bir şeritte üyelik müzakereleri başlatılırken, diğer şeritte Konferans çerçevesinde Türkiye'nin de dahil olduğu tüm adaylarla bir diyalog kurulacak...
AB'de giderek yaygınlaşan bu görüş, Aralık zirvesinde ağırlık kazanır ve alınacak karar bu yönde olursa, Türkiye ne yapacak?
Ankara'nın halen resmi tutumu, Türkiye'ye diğer adaylarla eşit bir statünün ve üyelik perspektifinin verilmesidir. Karar, yukarda belirttiğimiz biçimde çıkacaksa, Türk hükümeti böyle bir formülü kabul mü, ret mi edecek? Yanıt ret ise, Ankara AB ile ilişkileri yeniden gözden mi geçirecek, hatta başka seçenekler mi arayacak?
Zaman çok daraldığı halde, hala bu konu tartışılmıyor ve bir - iki yetkilinin ayaküstü söylediği birkaç söz ile geçiştiriliyor...
* * *
AB ile ilişkileri ve son gelişmeleri yakından izleyen çevrelerde de, farklı görüşlerin ifade edildiğini görüyoruz.
Temelde bu konuda iki "düşünce ekolü" var:
1) AB'ye karşı kesin ve kararlı bir tavır alınmasını isteyenlere göre, Türkiye tam üyeliğe giden yolda diğer ülkelerle eşit şartlarla kabul edilme mücadelesini sonuna kadar sürdürmeli, bu konuda taviz vermemelidir. AB'nin Konferans fikri ile Türkiye'nin gönlünü almak istemesi, bir oyalamadan ibarettir. Bu, Ankara'nın daha önce belirlediği hedefin gerisindedir. Bazı AB ülkelerinin (özellikle Almanya'nın) Türkiye'yi insan hakları gibi konularda yetersizlikleri nedeni ile diğer adaylardan ayrı tutması bahanedir. Eğer AB gerçekten Türkiye'ye önem veriyorsa, onu diğer adaylarla bir saymalıdır. Türkiye bunu AB'ye gayet açık anlatmalı ve ağırlığını ortaya koyarak "tam üyelik taahhüdünü" şimdiden almalıdır.
Ya AB böyle bir taahhütte bulunmazsa ve zirveden bu doğrultuda bir karar çıkmazsa?
Bu "ekol" ondan sonraki aşama konusunda görüş birliğine sahip değil.
Bazısı radikal bir çözüm ile Türkiye'nin kendisine başka seçenekler bulması gerektiğini düşünüyor. Bazısı ise, "Avrupa bağlantısı"nı kaybetmeden yola devam edilmesini yeğliyor...
2) İkinci düşünce ekolü, pragmatik bir yaklaşımdan yana. "Sonuna kadar bastıralım, ama AB'nin daha ileriye gidemeyeceği noktada, ipleri koparmayalım" diyenler, üyelik yolunun çok uzun olacağını belirterek (ve örneğin vaktiyle İngiltere'nin üyelik başvurusunun dahi 2 kez veto edildiğini hatırlatarak), Türkiye'nin "AB şeridi"nden ayrılmaması gerektiğini savunuyorlar. Bu görüşe göre Türkiye "başka seçenek hayalleri" yerine Avrupa camiası içinde yerini almasını sağlayacak iç ve dış düzenlemelerle meşgul olmayı yeğlemelidir.
Umarız hükümet ve bu arada deneyimli politikacı - diplomat Kamran İnan'ın başkanlığındaki Meclis Dışişleri Komisyonu da bir an önce bu tartışmalara katılır...




Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr